13 Nisan 2012 Cuma

YUMURTA ÜRETİMİNDE KAFESLİ KÖLELİK

Tabaklarımızdaki yiyecekleri üretmek için vücutları kullanılan bütün hayvanlar gibi tavuklar da birer meta olarak görülüyor. Yumurtlama operasyonlarındaki tavuklar yerlerine yeni tavuklar koymak için öylesine ucuzlar ki 42 X 48 cm yükseklik ve 48 X 60 cm genişliğindeki küçük, telli, her birisinde  4-6 arası tavuğun bulunduğu bu kafeslerde öylesine sıkış tıkış yaşıyorlar ki kanatlarını çırpamıyorlar bile. Kafes telleri tüylerinin çoğunu koparıyor, onları çıplak bırakıyor, yaralı ve korumasız. Kafaları, kanatları veya bacakları tellerin arasına sıkışabiliyor, böylece açlıktan ölebiliyorlar, çürüyen cesetlere kafesteki diğer tavuklar katlanmak zorunda kalıyorlar. Ayakları teller tarafından kesiliyor, tellere yapışık kalınca ayakları tellere sarılı şekilde büyüyebiliyor. Batarya kafeslerinde 4-5 sıra bulunuyor, dışkı ve sidik üstlerine akıyor, kafaları ve bedenleri kirleniyor alttaki tavukların, nihayetinde bir şekilde kaçmayı başaran bazı tavuklar bu sidik ve dışkıların biriktiği pisliklere düşüp ölüyorlar.
Süt endüstrisinde  olduğu gibi yumurta endüstrisi de feminen olanın tahakküm altına alması üzerine inşa edilmiş,  gaddarlığın boyutu ne olursa olsun kadın vücutlarınden azami menfaati elde etmek adına manipüle edilmesi üzerine  kurulmuş. Tavuklar hem daha küçük, hem de ineklere kıyasla daha da önemsiz olduğu için, ucuz yumurta elde etmek adına daha da çok gaddarlığa maruz bırakılıyorlar. Tavuklar rutin olarak gagasız bırakılıyorlar, bu operasyonda gagalarının  yarısı koparılıyor. Sıcak bıçak gagalarındaki en hassas sinir dokusunu kesiyor, akut bir acıya sebep oluyor, tavuğun nabzı dakikada 100’e  çıkıyor. Çoğu anında ölüyor. Hayatta kalabilenler için bu prosedürden kaynaklı kronik acı bütün hayatları boyunca sürebilir ve yemek yemelerine engel olabilir. Horozlara da  ihtiyaç olmadığı için işçiler onları kitleler halinde yok ediyor, ya canlı canlı boğuyorlar ya da plastik çöp torbalarında eziyorlar, ya da içinde dönen bıçakların bulunduğu ahşap doğrayıcı makinelerin içine atıyorlar, orada ilk darbeyle bu hayvanlar tavuk yemine ya da gübreye dönüşüyor. Artık yeterli yumurta üretmeyen tavuklar da aynı makinelere atılarak öldürülüyor.
…Tek bir yumurta üretimi bölmesine tıkılan on binlerce tavuğun gidebileceği, yuva kurabileceği, sosyal düzenlerini oluşturacağı ya da doğal zekâlarını ya da amaçlarını ifade edebilecekleri hiçbir yer yok. Onları sürekli karanlıkta tutan suni ışıklandırma ve bütün o yemler ve  ilaçların hepsi tek bir amaca hizmet ediyor: masrafların azaltılması ve  tavukların rahminden  düşen yumurta sayısının artması.
…Bütün aile hayatı ve sosyal, doğal hayat yok ediliyor. Bu tavuklar ne annelerini ne yavrularını, ne eşlerini ne güneşi ne dünyayı biliyorlar. Yumurtlama merkezlerinde doğuyor, gagaları kesiliyor ve yumurta üretimi için kafesli köleliğe mahkûm ediliyorlar.
Bir yumurta tesisindeki binlerce tavuk nüfusu yumurtlama döneminin sonuna geldiğinde, tavuklara ya gaz verilir ve  öldürülür çünkü işkence görmüş vücutlarından tazelik öylesine geçip gitmiştir ki mezbahaya gönderilmeye dahi değmezler, ya da tavuk çorbası veya evcil hayvan maması olmaları  için düşük kaliteli et olarak katledilirler. Çoğu kez tavukların önce zorla tüyleri dökülür, vücutları bir kez daha yumurtlasın diye şoklanır. Bunu da yiyecek ve su vermeyerek, içinde hormon bulunan bir takım  ilaçlar vererek yaparlar. Bu baskı sonucu açlık iki hafta kadar sürebilir, bu süreç sırasında bir sürü tavuk ölür. Bir ya da iki kez tüyleri zorla döküldükten sonra, artık tavuk çorbası olmak üzere öldürülmeye götürülürken, tavuklar kafeslerinden atılır, kamyonlara tıkılır ve böylece kendilerinden sonra gelecek yeni köle tavuk dalgası için yer ayırırlar.  Belki de bu dünyada endüstriyel bir yumurta  çiftliğinde tavuk olarak doğmaktan daha kötü bir cehennem olamaz.

O sözde free-range yumurta tesislerinde ise tavukların gene gagaları kesiliyor, aynen standart yumurta fabrikalarındaki gibi, ve horozların hepsi doğum anında gaddar bir şekilde öldürülüyor. Tavuklara gene bir nesne muamelesi yapılıyor, hepsi üremeye zorlanıyor, ve artık kendilerinden bir menfaat sağlanamadığı an zalimce  öldürülüyorlar. Free-range teriminin legal olarak bir anlamı yok sayılır, free-range  çiftliklerde tavuklara ayrılması gereken boşluk konusunu kontrol eden hiçbir kural yok, bu yüzden esaret diğer bataryan kafeslerine kıyasla daha az olsa da, gene de büyük, leş kokulu bölmelerde, gün ışığını asla görmeden bir araya tıkıştırılıyorlar.
Will Tuttle, Ph.D.

4 Nisan 2012 Çarşamba

J. ZERZAN TEKNOLOJİ BİZİ ÖLDÜRÜYOR

Dijital dünyaya olan bağımlılığımız bir materyal pahasına  ortaya çıkıyor.

Her defasında Apple yeni bir iPhone ya da iPad halka sunduğunda dünya çıldırıyor. Fakat ne fark eder? Neden ‘smartphone’ (Akıllı Telefon) ve tabletler bu kadar önemli oldular? 

CNN’de Şubat’ın sonlarında, Andrew Keen, Cep Telefonu Dünya Kongresinde (Mobile World Congress) rapor verirken, raporun “Cep Telefonlarımız Nasıl Frankenstein’in Canavarı Oldu”  isimli bir bölümünü “cep telefonlarına olan bağımlılığımızda bir artış” olarak andı. 
SecureEnvoy, bir İngiliz güvenlik firması, cep telefonu yokluğu korkusu ya da cep telefonu kaybetme korkusu olarak adlandırılan yaygın bir durumu açıkladı. SecureEnvoy tarafından yapılan ankete katılanların üçte ikisi cep telefonlarını kaybetmekten çok korktuklarını – bu korku 4 sene önce %53’ten yükseldi – belirterek bu korkunun titreme, terleme ve mide bulantısı gibi belirtileri olduğunu kaydettiler. 

Bu garip gelişme bazı yönlerden yenidir ve ayrıca çok yeni değil. Hızlanan bir süratle ve yeni teknolojinin çığırtkan vaatleriyle şüpheler ortaya çıkmaya başlar. iPhone gibi cihazlar yüksek teknolojinin bizi güçlendirdiği ve iletişim sağladığımız iddiasını somutlaştırır. Ve bir kat daha biz her zamankinden daha güçsüzleşmiş ve daha izole edilmiş olmadık mı?

Bir mezar kinizm noktasında güçsüzleştirilmiş ve hesap verilebilirlik ya da sorumluluk duygusu kaybıdır. Sosyologlara göre izole edilmiş bir toplumda daha az arkadaşlarımız var ve onları daha az ziyaret ediyoruz. 1980’lerin ortalarından itibaren arkadaşları olmayanların sayısı 3 katına çıktı. 

İzole edilmiş ve aralıksız bir şekilde devam eden daha ve daha çok teknolojik kültürde dayanışma erozyonuna, bağların yıpranmasına şahit oluyoruz. Teknolojinin tek faktör olduğu söylenemez, fakat yüksek düzeyde bunalan ve dağınık duyguların toplumun koşulu olarak yükselişine eşlik etmesi tesadüf değildir.

Fenomenin hayatımızı teknikleştirmekle ilgisi olduğu için ben şu anın kronik öfkeli alanlarına kadar gidebilirim. İnsan topluluklarını cihazlarıyla birlikte belirlediğimizde herşey olabilir. Sosyal ilişkilerde giderek artan çatlaklar herşeyin olabileceği ve olurluğu demektir. Hiçbir yerden hiçbir yere anında bağlantı bizim aşırılığımıza bir çözüm değildir. 

Okullardaki, işyerlerindeki ve alışveriş merkezlerindeki alanlar bilinçli olarak incelenmediler ve bilinmez olarak kaldılar. Bu yönelimin toplum hakkında ne söylediği tartışılmıyor. Bu arada son versiyonunda daha da kötüleşiyor. Baba (ya da anne) bütün ailede katliam yapıyor. 

Toplum da giderek zayıflamakta iken gerçek; ekranın arkasında kaybolduğunda ve direkt deneyim zayıfladığında  tekno-meditasyon yeni zirvelere ulaşır. Sanal gerçeklik, herhangi biri? Gerçekten hemen hemen hiçbir topluluğun kalmaması üzücü bir durumdur. Bu nedenle siyasetçiler ve geliştiriciler (programcılar) bu sözü sıklıkla kullanıyorlar. Günümüzde toplum ne süreklidir ne de dolaysızdır (doğrudandır). Dijital dünyaya gerçekten ev denir mi?

Nasıl yapılırlığın problemi olarak bu kadar çok hayat teknolojik terimlerde inceleniyor. Bizim dünya ile, birbirimiz ile, insan olarak içgüdülerimiz ile olan doğal bağımıza ne oldu? Bu bir gecede olmadı. 1968’de Bilgisayar öncüsü J.C.R Licklider; “Gelecekte yüz yüze iletişim kurmaktansa makina yoluyla iletişim kurmak daha etkin biçimde olabilecek.” dedi. İnancını yitirmiş teknolojik alan yüz yüze iletişimi ısrarla tüketerek bu durumu başardı. Hangi yüksek fiatla? Cep telefonlarının yerleşik gözetim fonksiyonunu ve beyin kanseri riskini bir yana bırakın diğer teknolojik gruplar gibi onlar doğal dünyanın sistematik yıkımı üzerine inşa edilmektedir. Ölü sayısı ne kadar ve böyle “harika” şeylere düşkünlük için alternatif olabilir mi?

Bireysel ve toplumsal yabancılaşma kitle toplumunun doğasında birleşiyor. Seri üretim, kitle kültürü, kitle tüketimi ne kadar sağlıklı? Bir zaman önce, W. H. Auden; “bir aldatıcı suç gibi zamanımızın koşullarının etrafı sarılıyor” sonucuna vardı. Fakat bu sadece aldatıcı bir ölçüde çünkü belirlenmiş olarak çağımızın temel özelliklerini kabul etmeye devam ediyoruz – sorunlaştırılmamaya ya da politize olmamaya, soruya açık değil.

Muazzam bir teknolojik yabancılaşma aileye de uzanıyor. Hiçbir yer bundan muaf değil. 1800’den itibaren küresel ısınma küresel sanayileşmenin artan seviyesine cevap verdi. Aletlere karşı olan modern sistemlerin teknolojisi endüstri olmadan varlığını sürdüremez. 

iPhones ve diğerleri bu bütünün bir parçası. Bir çözüm tüm parçaları sorgulamayı gerektirir. Teknolojik gelecek, gelecek değildir.