11 Şubat 2012 Cumartesi

ALF: SON ÖZGÜRLÜK HAREKETİ

Kitabın Giriş kısmından bir bölüm.
Dr. Steve Best


Dünyada nerede uyumsuzluk varsa, orada ölüm vardır- Kadim Navajo deyişi

Hayvan özgürlüğü en nihai özgürlük hareketidir, “son cephedir”. Robin Webb, İngiliz ALF Sözcüsü 
Bu, yeni bir grup özgürlük savaşçısı hakkında bir kitap- kendi özgürlüklerini cehennem gibi koşullarda tutsak edilmiş hayvanlara yardım etmek ve onları kurtarmak için riske atan insan aktivistlerle  ilgili bir kitap. Merkezî olmayan, yeraltı, küresel bir ağ içerisinde çok gevşek bir şekilde birbiriyle bağlantı halinde olan bu aktivistler ALF üyelerinden başkası değil. Bu insanların cesur eylemleri şu andaki dönemin politik mücadelesini yeniden tanımlarken FBI tarafından “terörist” damgalanmaları da tuz biber ekiyor herşeye. Eylemlerini yoğun bir aciliyet damgası belirliyor. İnsanların doğayla olan ilişkisinde derinlere kök salmış bir krizi idrak ediyorlar;  artık ılımlı davranmanın, gecikmenin veya taviz vermenin zamanının çoktan geçtiğinin farkındalar. Dünya yanarken, hayvan cesetleri milyarlar adedince üst üste yığılmışken artık boşa zaman harcayamazlar; anında ve kesin eylemler yapmaya zorunlu  hissediyorlar kendilerini. ALF aktivistleri gizli şekilde çalışıyor, özellikle geceleri; maske takıyorlar, yün başlıklar giyiyorlar, birkaç insandan oluşun küçük hücrelerde görev yapıyorlar. Dikkatle hayata geçirilen bir keşif sonrası, becerikli özgürlük timleri esir tutulan hayvanları serbest bırakmak ya da kurtarmak amacıyla binalara izinsiz olarak giriyor. Bu arada çeşitli araç gereçleri ya ele geçiriyor ya da onları kullanılmaz hale getiriyorlar, hayvanları sömürmek için kullanılan materyalleri, eşya ve mülkleri kullanılmaz hale getiriyorlar, binaları ve laboratuarları yerle bir etmek için kundaklıyorlar. Bu insanlar hayvan sömürüsü endüstrilerine yüzmilyonlarca dolar zarar verdi.

Yasayı bile isteye çiğniyorlar; çünkü yasa haksız bir şekilde hayvanların kafeslere tıkılmasını, esaret altına alınmasına izin veriyor; yalnızlığa ve acıya, işkence ve  ölüme mahkûm ediyor onları. Bu insanlar dirikesimcilerden kürk endüstrisi ya da fabrika çiftliği sahiplerine, foie gras üreticilerine, fast food mağazalarına dek bir çok hayvan sömürücüsünü hedef alıyor. Canlılara zarar vermemeye kararlı bir şekilde sevgi, empati, şefkat ve adalet düşüncesiyle hayvan özgürlükçüleri devletlerin , endüstrilerin ve medya ideologlarının iddia ettiğinin tersine “terörist” sözcüğünün tam da antitezini oluşturuyorlar. Bu insanlar hayata karşı öfke dolu değiller; bu insanlar köleleştirilmiş bütün türler adına özgürlüğü ve adaleti savunuyorlar. ALF’in amacı şurada burada tek tek hayvanları kurtarmak değil; amacı; hayvanları insan zulmüne mahkûm eden bütün kölelik biçiminden kurtarmak. Bir bütün olarak hayvan hakları hareketinde olduğu gibi, ALF de aslında insan türünün dünya görüşüne, kimliklerine, kafa yapısına ve tahakkümcü değerlerine, onun bütün kurumsal hayvan sömürüsüne saldırıyor.

İnsan köleliği “liberal demokrasiler”de yasa dışı ilan edilmiş olsa bile, bu tür yerlerde mülksüz ve parasız nice grup hak ve itibar sahibi olmuş olsa bile (ki endüstriler gene de yerel ve yabancı ucuz işgücü bulunan yerlerde esir ticaretini sürdürüyor) hayvan köleliği eskisine kıyasla artık çok daha kötü bir seviyeye geldi. Bunu öldürülen hayvan sayısı ve hayvanların doğal hayatlarının ne derece ihlal edildiğini ortaya koyan rakamlara bakarak görebiliriz ( genetik mühendislik ve klonlamanın sebep olduğu teknolojik manipülasyonlarda bu durum daha da belirginleşiyor), ayrıca hayvanların çektiği acının yoğunluğu ve süresinin uzunluğuna bakarak da görebiliriz ( dirikesim, kürk çiftlikleri, fabrika çiftçiliği, mekanize kesimevleri, köpek üretme çiftlikleri ve diğerlerine bakabiliriz). Hayvan “refahı” yasaları sömürünün detaylarını düzenlemekten başka hiç bir şey yapmıyor.

ABD’de 19.yy kölelik karşıtlarının yeni dayanışma biçimleri yaratmak için ırk bariyerlerini aşması gibi, yeni özgürlük savaşçıları da hayvanlara yardım etmek için tür sınırların ötelerine uzanıyorlar. Bu çabada öncelikle hayvanların bir nesne, bir kaynak ya da bir meta olduğunu söyleyen o yaygın mentaliteye bodoslama dalıyor ve ahlâki ilerlemenin en önde gelen kilitlerinden birisi olan hakların evrenselleştirilmesini geliştirmeye çalışıyorlar. Bir yandan ahlâki toplumun tanımını geliştirirken hayvan özgürlükçüleri bir yandan da derinlere kök salmış önyargılara meydan okuyorlar. Bu önyargılar sadece cinsiyet, sınıf, ırk, cinsel yönelim ya da spesifik çıkar gruplarıyla ilgili değil, insan türüyle de ilgili- insan türünün hayat ağının en tepesinde yer aldığına dair o küstah kavram ve onun diğer türlere yönelik  o şeytanî, aşağılayıcı ve şiddet dolu tavırlarıyla da  ilgili. Tür ayrımcılığı insan olmayan türlerin insan türünün ihtiyaçlarına hizmet etmek için var olduğu inancıdır; hayvanlar insanlara kıyasla değersiz varlıklardır ve bu yüzden insanlar sadece tür statüsüne bakarak insanların insan olmayan canlılardan üstün olduğunu öne sürülebilir.

Irkçılık ve cinsiyet ayrımcılığı gibi tür ayrımcılığı da bir grupla diğer bir grup arasındaki farklılıkları hiyerarşik olarak düzenlemek ve “üstün” olanın “aşağı” olanı tahakküm altına almasını meşrulaştırmak için yanlış bir düalistik ayrım yaratır. Toplumun beyazların beyaz olmayanları ve erkeklerin kadın olanları değersizleştirmesinin önyargılı, mantık dışı ve kabul edilemez bir şey olduğunu fark etmesi gibi, şimdi de insan türünden hayvanların kendini sadece tür farklılığına bakarak insan türünden olmayan diğer hayvan türlerinden daha üstün bir konuma koymasının ne kadar ayrımcı ve akıl dışı olduğunu da öğrenmeye başlıyor. Herbirisi bir hayat öznesi olan, farkındalık sahibi hayvanlar arasında- bu farklılıklar- yani insanların akıl dil sahibi olan tek canlı olduğu iddiası- artık deri rengi ya da cinsiyet gibi etik anlamda bağlayıcı olan bir özellik değildir, ancak insan primatının evrim geçirmemiş psikolojisinde ise anlamı çok büyüktür. Teori ,yani tür ayrımcılığı teorisi, bizi pratikten yani akla hayale gelmeyecek denli zalim tahakküm, şiddet ve öldürme eylemlerinden haberdar ediyor. Hayvan özgürlüğü insanların uğruna mücadele verdiği en zor savaştır; çünkü bu mücadele insanlardan en mutlak ayrıcalıklarından, kendilerine tanrı tarafından verilmiş haklarından, sadece insan olma statüsüne bakarak hayvanları sömürme hakkında vazgeçmeyi gerektiriyor. Dahası, insan özgürlüğü mücadelelerinin belirli hedeflerle sınırlı olduğu yerde, insanların hayvanlarla olan ilişkilerini ve onlara yönelik tavırlarını yeniden belirleme anlamındaki -mesela tehdit altındaki türlerin avlanması, fabrika çiftçiliğinin dünya çağonda rağbet görmesi gibi- başarısızlığı bütün insanlar için küresel ölçekte felaket sonuçlara yol açacak,  ekolojik yıkım, kirlilik, yağmur ormanlarının yıkımı, çölleşme ve küresel ısınma nedeniyle sistemik bir çevresel çöküş yaşanacak. Kapitalist bir toplumda, insanların özgürlük mücadeleleri- özellikle de cinsiyet, ırk, ya da cinsel “kimlik politikaları” mücadeleleri- sistemi olumlayıcı eylemlere ya da “temsili demokrasi”, liberal çoğulculuk” ve çokkültürlü tüketicilik gibi kanallar aracılığıyla hem absorbe edilebilir hem de keskinliği yumuşatılabilir, böylece bu politikaların eleştirel uçları ehlileştirilmiş olur. Aynı şekilde, hayvan refahını savunmak da şu anda varolan tahakküm sistemleri tarafından çok kolayca absorbe ediliyor.  Ancak hayvan özgürlüğü mücadelesi,  sömürü pratikleri üzerine inşa edilmiş olan toplumsal  kurumların ve ekonomik sistemlerin kökten bir şekilde yeniden yapılandırılmasını istediği gibi bütün insanların alışkanlıklarında, pratiklerinde, değerlerinde ve kafa yapılarında radikal dönüşümler  yapılmasını da talep ediyor .  Hayvan özgürlüğü felsefesi; insanları; her yeri fetheden, doğanın efendileri olarak resmeden kimliklere ve dünya görüşlerine saldırırken bir yandan da hayvanlarla ve dünyayla yeniden bir bağ kurmak için yeni yollar yaratılmasını gerektiriyor. Hayvan özgürlüğü, ister modern öncesi isterse modern olsun, ister Batılı isterse Batılı olmayan toplumlar olsun, insanların Homo sapiens’in iki milyon öncesinde hayvanları sistematik olarak avlamaya başladığı zamanlardan beridir hayvanlar üzerinde uyguladığı iktidara yönelik doğrudan bir saldırıdır. Diğer türler için özgürlük isteyen bu yeni mücadele tarihte daha önce görülmemiş bir şekilde hak, demokratik bilinç, psikolojik büyüme ve biyolojik anlamda herkesin birbirine bağlı olduğuna dair bir farkındalığı geliştirme potansiyeline sahiptir. Hayvan özgürlüğü, ahlâk evrimi sürecinde önümüzde duran yeni bir mantıksal gelişme sürecidir. Hayvan özgürlüğü insanların son 200 sene içerisinde gerçekleştirdiği en ilerici etik ve politik gelişmeler üzerinde büyüyor, onları kendi mantıksal sonuçlarına taşıyor. Hayvan özgürlüğü,  insanlardan diğer hayvanlardan üstün olduğu şeklindeki inançlarından vazgeçmelerini ve türler arasındaki Berlin Duvarı’nı yıkmalarını talep ediyor. Hayvan özgürlüğü insanlardan güçlü olmanın sorumluluk gerektirdiğini, güçlü olmanın haklı olmak anlamına gelmediğini, gelişmiş bir neokorteksin doğaya tecavüz edip onu talan etmek için hiçbir şekilde bir sebep olmayacağını idrak etmelerini talep ediyor. Hayvan özgürlüğü, insanlardan etik bakış açısında ciddi bir sıçrama yapmak adına hümanizmin konforlu sınırlarını aşmasını, ve böylece ahlâk skalasını akıl ve dilden sentiense(kendi varlığının bilincinde olma özelliği) ve özne olmaya doğru yükseltmesini gerektiriyor. İnsanların gezegeni emri altına almış yarı tanrılar olduğu şeklindeki sapkın kavramlar yerini insanların yaşayan canlıların sürdürdüğü ilişkilerin geniş ağlara hem ait olduğu hem de bağımlı olduğu şeklindeki çok daha mütevazi ve holistik bir nosyona bırakmalıdır.

İnsanlar yeni bakış açıları, yeni değerler, yeni duyarlılıklar ve hayata hürmet duygusu yaratarak hayvanlarla ve dünyayla olan ilişkilerini radikal olarak değiştirmedikçe, hayvanlar milyarlar halinde ölecek ve dünyadaki hayat sahibi varlıkların üçte biri önümüzdeki 30-40 sene içerisinde yeryüzünden tamamen silinecekler. Bu gezegendeki bütün türlerin kaderi çok inceden birbiriyle ilişkili olduğu  için, hayvanların sömürüsü dünyada büyük bir darbe yaratıyor. İnsanlar hayvanları yok ederken, kendi hayatları için gerekli yaşam alanlarını ve ekosistemleri de yok ediyorlar. Çiftlik hayvanlarını milyarlar adedince katlederken, yağmur ormanlarını yağmalıyor, küresel ısınmayı daha beter hale getiriyor ve çevreye toksik artıklar atıyorlar. Toprak, su ve ürünleri israf eden küresel bir fabrika çiftliği sistemi kurarken bir yandan dünyadaki açlık sorunu ve çölleşme gibi problemlerin daha kötü olmasına sebep oluyorlar. İnsanlar hayvanlara şiddet uyguladığında çoğu kez birbirlerine de şiddet uyguluyor. Buradaki bağlar daha da derinlere inebilir. Bazı teorisyenler tarım toplumunun başlangıcında hayvanların evcilleştirilmesi adına yaşanan zalimliklerin de hiyerarşi, devlet iktidarı ve diğer insanların sömürülme biçimleri adına kavramsal modeller ve teknolojiler yarattığını öne sürüyor, bir çok feminist tür ayrımcılığı ve ataerkilliğin erkek iktidarının yükselmesiyle beraber ortaya çıktığını tartışmaya açıyor. Hayvanların sömürülmesi insan dünyasında da krizler yaratacak şekilde geri tepiyor. Yıkım ve şiddetin kötülük dolu çemberi ancak insan türü diğer dünyayla ve doğayla uyumlu ilişkiler kurmayı öğrenirse ve öğrendiği zaman sona erebilir. Bu yüzden hayvan özgürlüğü ve insan özgürlüğü birbiriyle bağlantılı projelerdir.
Çeviri: CemC

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder