11 Şubat 2012 Cumartesi

ALF' e '' İLKESEL'' BİR ELEŞTİRİ

Esas mesele uç noktalarda olup olmayacağımız değil, ne türden uç insanlar olacağımız. Hem ulus hem de dünya yaratıcı sivri insanlara büyük ihtiyaç duyuyor.
Martin Luther King, Jr.

Eğer ALF “aşırı” taktikler kullanıyorsa, bunun sebebi hayvanlara yapılan kötülüğün de ekstrem olması ve  yasaların hayvanları sömürenler tarafından ortaya konan soykırımı koruduğu koşullar altında  acil ölçülerin ele alınmayı gerektirmesidir. Devletten gelen baskının sürekli artması ve hayvan/dünya özgürlüğü eylemlerine yönelik cezaların çoğalmasına rağmen, bugünün gerilla savaşçıları ne geri adım atıyorlar ne de tehdide pabuç bırakıyorlar. Kuzey Amerika ALF Basın Odası sözcüsü “ALF ve ELF’i durdurmanın tek yolu, keyfini süren toplumumuzun bu insanları böyle dramatik eylemleri hayata geçirmeye mecbur eden konularla ciddi olarak yüzleşmesidir, görünüşe göre bunun pek de gerçekleşmediğini söyleyebiliriz” diyor. İster hareketi destekleyenler isterse muhalif olanlar tarafından dile getirilsin, ALF taktiklerine yönelik iki ortak eleştiri bulunuyor, bunlardan birincisine “ilkesel” veya “içsel” eleştiriler diyeceğiz, ikinci eleştiri türüne ise “pragmatik” veya “dışsal” itirazlar adını veriyoruz. İlkesel eleştiri, mal/mülk/eşya yıkımının etik doğasını incelerken (yani eylem doğru mu, yanlış mı? diye sorarken) pragmatik eleştiri ise sabotaj taktiklerinin dışsal sonuçlarını inceler (yani sabotaj eylemleri harekete yardım mı etmektedir yoksa hareketin önüne engeller mi çıkarmaktadır diye sorar).

İlkesel ve pragmatik eleştiriler arasındaki ayrım ise analitik bir öz taşıyor, bazen art niyetlilerin her iki eleştiriyi de tek bir eleştiri olarak ortaya koyduğunu görebiliriz. İlkesel itirazı dile getirenler genelde  mal/mülk/eşya yıkımını şiddet olarak isimlendiriyor ve bu temele dayanarak içsel anlamda yanlış olduğunu öne sürüyor. Onların argümanı klasik uslamlama formuna başvuruyor:

a-      mal/mülk/eşya yıkımı şiddete başvurmaktır,

b-      şiddet her zaman yanlıştır,

c-      bu yüzden mal/mülk/eşya yıkımı yanlıştır.

Bu eleştirilerde “şiddet” derken tam olarak ne demek istiyorlar nadiren bunu tanımlarlar, dogmatik olarak  Gandi ve King’in pasifist pozisyonlarına tutunur, şiddetin her zaman yanlış olduğunu ve politik anlamda özgürlük sağlamadığı gibi niteliksiz evrensel yargılarda bulunurlar. ALF’e karşı olanlar hayvan hakları hareketinin şiddete başvurmama değerlerine dayandığını ve şiddet içeren taktiklerin de bu değerlerle çeliştiğini öne sürüyor. Sonuçta, ALF ve SHAC gibi grupların hareketin moral avantajını tehlikeye attığını söylüyorlar, bu durumun en iyi örneği hukuksal değişimler yaratmak amacıyla yapılan etik ikna ve eğitim çabalarıdır.

Bazı insanlar illegal doğrudan eylemlere dair çabaları eleştirebilir, başka insanlar da mal/mülk/eşya yıkımına itiraz ederken açık kurtarma gibi illegal doğrudan eylemlere destek verebilirler. ALF’e karşı olanlara göre hayvan hakları adına şiddete başvuranlar aslında karşı çıktıkları aynı kafa yapısına yenik düşüp yıkıcı sosyal dinamikleri yeniden üretmektedir. Amaç araçları meşrulaştırmaz, aslında amaç araçlarda yansıtılmalıdır. Bu argüman Gandi’nin “talep ettiğiniz o değişimin kendisi olun” sözlerinde özetlenebilir. İlkesel yaklaşımı eleştirenler illegal eylemlerin ve”şiddet”in  davalarını destekleyen mantıksal argümanlar için gereksiz olduğunu söylüyor. Örneğin Peter Singer “hayvan özgürlüğü”nün haklı bir dava olduğunu söylüyor, ama “şiddetten uzak durduğu sürece”. Şiddet daha çok şiddete sebep olur diyerek hayvan özgürlükçülerinin nefretten, öfkeden ve intikam alma arzusundan uzak tutmak anlamında Gandi ve King’e özenmesini salık veriyor.

Singer doğrudan eylemin ancak diğer taktikler bir sonuç vermeyince ve halkın hayvanların içinde bulunduğu felaketi anlamasını sağlayacak türden ekstrem hayvan istismarlarına dair kanıtları ortaya çıkardığında  etkili olabileceğini düşünüyor. Adil ve etkili bir baskın eylemine örnek olarak ALF’in Pennsylvania Üniversitesi’ndeki kafa yaralanmaları araştırma laboratuarına izinsiz olarak girişini veriyor, bu eylem sonucunda halkın asla görmemesi gereken bir gerçek ortaya çıktı. Singer hayvan acısını azaltmak ya da sona erdirmek için “toplumumuzdaki akıl sahibi insanların bakış açılarını değiştirmeliyiz…” diyor. “Hayvan Özgürlüğü davasının gücü onun etik bağlılığıdır; yüksek bir ahlâki düzeyi işgal ediyoruz, burayı terketmek demek bize karşı çıkanlara koz verme demektir… diğer türleri maruz bıraktığımız yanlışlıklara bir kez tanık olunduktan sonra  bunlar asla inkâr edilemez,  zaferimizin görüntüsü bombalarımızın korkularında değil davamızın haklılığında yatıyor”. Eğitim ve etik argümanlar değişim potansiyeli taşırlar gerçekten. Bir çok durumda argümanlar –özellikle de hayvan acısını gösteren güçlü görüntülerle beraber bulunuyorsa- aklı başında, açık fikirli ve nazik insanları- umursamayan değil, bilmeyen insanları ikna edebilir. Tutkulu ve güzel konuşan hayvan hakları eğitmenleri, meselâ Gary Yourofsky gibi insanlar bir çok insanın hem düşüncelerini hem de hayatını değiştirdi. Gerçekten de Steve Hindi, Don Barnes ve Howard Lyman gibi insanlar eskiden avcı, dirikesimci ve çiftlik sahipleriydi, bu insanlar eğitim yoluyla derin uyanış yaşadılar ve dönüşüm geçirdiler.

Dahası; hareket,  yeni ve güçlü eğitim, iletişim ve kanun araçları yaratmaya devam ediyor; çünkü  anaakım paradigma içerisinde daha fazla şey yapılabilir, ve bu yaklaşımı savunanlar  hayvanlara zulmedenlerle ve halkla daha saygılı bir diyaloğa uzanan kapıların hemen kapatılmamasını öne sürüyorlar. Singer ve diğerleri “mantıklı insanların akıllarına” saygıyla yaklaşsalar bile ALF  bu insanların çoğunun mantıksız, dar görüşlü insanlar olduğunu öne sürüp akıl ve ikna gücünün bu yüzden yetersiz kaldığını söylüyor. Endüstrilerin ve devletin, hayvanlar adına adaletin gerçekleşmesi talebine hem kurumsal hem de parasal anlamda güçlü itirazları var, bu yüzden ikna ya da eğitimle değişim yaratılması çok güç. Hukuk ve eğitim yolunu bir mücadelenin yegâne yolu  olarak öne çıkaranlar; insan psikolojisini hakimiyet altına almış irrasyonel güçleri, işkence edip öldürmekten kaynaklı sadistçe zevkleri, insanların değişime ve nahoş gelen realitelere karşı direnmek adına kullandığı derin psikolojik mekanizmaları; hayvanların çektiği muazzam ızdırapları görmezden gelmelerine izin veren gruplara ayırıp psikolojik olarak kopma mekanizmalarını, hayvanları sömürmekle elde ettikleri çıkarları ve dünyanın efendileri olmak adına yaratıldıklarına inandıkları bir türün üyeleri olarak kimliklerini hafife alan rasyonalist bir inancın dışavurumunu yapıyorlar.

Semantik Bataklıklar: “Şiddet” ve “Terörizm”i Tanımlamak

ALF hiç kimseyi öldürmemiş olan tuhaf bir terörist oluşum.
The Observer

ALF’i sarmalayan en önemli tartışma ise ALF eylemlerinin şiddet barınıp barındırmağı ve ALF’in terörist olup olmadığı üzerine. Yapıcı bir şekilde bu sorulara cevap vermeden önce terimleri doğru şekilde tanımlamak önemli; ancak eleştiri yapanların çoğu bunu nadiren yapıyorlar, yaptıkları zamanlarda da tanımları kusurlu, önyargılı, taraflı, tutarsız ve  politik temelli oluyor. Tanımlar belirsiz olduğu için sözlükler genelde tanımlara başlamak için sorunlu bir yer oluyor.

Ama eğer sözlüklere başvurursak o zaman sözlüklerin şiddet sözcüğünü geniş şekilde tanımladığını görüyoruz; mesela “şiddet içerikli” bir eylem, “ yaralamak ya da istismar etme amacıyla fiziksel kuvvetin kullanılması” gibi bir içerik taşıyor, ya da “istismar etme, zarar verme, ihlal etme amacı taşıyor”. “yara”, ya da “istismar” gibi kelimelerin kendileri de net tanımlar gerektirir, sözlüklerse örneğin şiddetin sadece canlı varlıklara mı yoksa nesne ve eşyalara da mı uygulandığında şiddet sayıldığına dair bir şey belirtmiyor- bu da illegal doğrudan eylemleri gerçekleştiren hayvan özgürlüğü mücadelesi tartışmalarında önemli bir konu.

Hemen bazı sorular geliyor akla: mal/mülk/eşyaya verilen zarar da şiddet midir, yoksa bu terimin anlamını bozacak bir şekilde mi kullanılmaktadır? Eğer mal/mülk/eşya yıkımı yasal olarak şiddet ismiyle anılabilir ve bu sebeple ALF şiddete başvuran bir organizasyon olarak değerlendirilirse , o zaman şiddet her zaman yanlış mıdır? Yoksa  insan ve insan cinsinden olmayan hayvanlar adına yapılan savunma amaçlı şiddet barındıran eylemlerin meşru ve gerekli olduğu zamanlar da var mıdır? “Şiddet”e dair mantıklı bir tanımlama, bir bireyin ya da bir grubun bir diğer bireye ya da gruba karşı bedenlere fiziksel zarar vermeyi hatta ölümle sonuçlanan zararlar vermeyi amaçlayan kasti davranışları  olarak ortaya konulabilir.  “Kasıtlı” kelimesi önemli. Eğer birisi amaçlı bir şekilde, irade göstererek başka bir kişiye fiziksel zarar vermeyi istiyorsa, işte bu şiddettir, ama eğer bunu düşünmeden ya da hatayla yapıyorsa o zaman şiddet değildir. Eğer öfke dolu birisi kasıtlı olarak bir başka insanı silahla vuruyor ya da üzerinden arabasıyla geçiyorsa o kişi şiddet içeren bir eylemde bulunmuştur, ama eğer silah kazayla ateş almışsa ya da sürücü uykuya dalmışsa o zaman bir kaza veya ihmal söz konusudur (ancak ölüm, yaralanma ve kan akması gibi “şiddet barındıran” sonuçları olabilir). Fiziksel zarar vermeden de başkalarını incitmenin, yaralamanın veya istismar etmenin bir sürü yolu var, bu yüzden şiddet kavramı daha geniş bir tanımlama gerektiriyor olabilir. Şiddet fiziksel yaralanmalarla beraber kasıtlı psikolojik yaralamalar da içerebilir,  ev içinde yaşanan sözel istismarları bu noktada düşünebiliriz.

Sözle zarar verme bir insana fiziksel saldırıdan çok daha fazla zarar verebilir, ayrıca bir çeşit şiddet biçimi olarak meşru bir hâl alabilir. Bir insan ayrıca kasıtlı olarak onun adına zarar verme niyetiyle birisini yaralayabilir, şöhretini, mesleğini tehlikeye atabilir ama elbette burada “şiddet” sözcüğü söz konusu türden zararı tanımlamak için en uygun sözcük mü, tartışmaya açık. Eğer şiddet bir insan öznesine kasıtlı olarak fiziksel ya da psikolojik zarar vermeyi içeriyorsa o zaman aynı tanımı insan olmayan öznelere de eşit olarak uygulayabiliriz.

Peter Singer ,” acı çekmek söz konusu olduğunda, hayvanlar ve biz eşitiz” diyor. Şüphesiz, insanlar hayvanlara karşı insanı hasta edecek pratiklerle şiddet uygulayabilirler, uyguluyorlar; buna damgalama, diş çekme, gaga koparma, hadım etme, esir etme, dövme, tuzaklarla yakalama, tüfekle-silahla vurma, canlı canlı haşlama, yakma, kör etme, kimyasal maddelerle zehirleme, elektrik vererek öldürme, derisini yüzme veya vücudunu parçalara ayırma eylemleri de dahil, bunların her birisi hayvanlar canlıyken ve bilinci yerindeyken yapılıyor. Toplum insan cinsinden olmayan hayvanları da sentient (bilinç ve duyarlık sahibi) varlıklar, kasıtlı bir kötülükle travmatize edilebilen ve aynen insan cinsinden hayvanlar gibi acı çekebilen, sadece fiziksel değil psikolojik olarak da  acıyı yaşayabilen  kompleks hayat özneleri olarak tanımlayarak tür ayrımcısı önyargılarını bir kenara koyduğunda işte o zaman hayvanlara kasıtlı olarak artık hangi sebeplerle ise zarar verenlerin şiddet uygulayan caniler olduğunu söylemek mantıklı bir sonuç olur.

Şiddet terörizmle bağlantılı olduğundan- günümüzün en çok istismar edilen terimi- şu soruyu da sormamız gerekiyor: terörizm nedir? Bir hareket şiddete başvursa da terörist olmayabilir mi? ALF “terörist” bir organizasyon mudur yoksa terörist karşıtı bir direniş gücü müdür? Bu çatışmada hayvan endüstrileri ve onları savunan devlet mi yoksa gerçek teröristlerdir?

Şiddet ve terörizme dair geçerli tanımların insanların hayvanları maruz bıraktığı acıları da kapsaması gerekmez mi, oysa  sözcüğün genel olarak kullanılma biçimi hayvanlara yönelik bu barbarlığı görmezden gelirken böylesine şeytani bir kötülüğü protesto eden aktivistleri hedef alıyor. Eğer toplum şiddet ve terörizm hakkında tür ayrımcısı olmayan tanımlar kullansaydı, hem insan hem de insan cinsinden olmayan canlıları bir hayatın öznesi olarak kabul edip hürmet gösteren tanımlara başvursaydı, o  zaman terörizme karşı gösterilen tepkiler yaralanma veya hayat kaybını, çevre yıkımını önlemeye çalışan aktivistlerden kayarak endüstrilere ve kan akmasından, işkenceden ve yıkımdan para kazanan insanlara yönelecekti. “Eko-terörist” diye ortalığı yıkanlar aslında şiddet ve cinayetten en çok para kazananlardır, hayata karşı işledikleri suçları başkalarını suçlayarak gizlemeye çalışanlardır.

Peki Gandi, Martin Luther King, Jr., ve hayvan hakları hareketi içinde ve dışında ALF’i eleştirenleri kabul edip şiddet kavramını mal/mülk/eşya yıkımını da kapsayacak şekilde genişletsek ne olur? Kavram gene de mantıken tutarlı mıdır, yoksa tanımsal sınırları aşmış durumda mıyızdır? Bir insan nasıl olur da  hiçbir farkındalığı olmayan ya da acı hissetmeyen bir şeyi- mesela bir kamyonu, bir laboratuarı veya bir kürk çiftliğini- “incitebilir”, “yaralayabilir”, onu “istismar edebilir”? Bunu yapamaz- ancak saldırıda bir insan ya da başka bir hayvan dolaylı olarak bulunuyorsa, o ayrı elbette.

“Sabotaj şiddettir” diyenler şiddetin a-)eylemin kendisinde olduğunu ve b-)eylemin hedef insanlarda yarattığı etkide bulunduğunu söylüyor. Öncelikle, mal/mülk/eşya yıkımı eyleminde nesneler yakılır, kırılır, kullanılamaz hale getirilir. Öfke, agresyon, nefret ve düşmanlık hisleri baskındır, sükûnet, huzur, sevgi ve şefkat değil. Eğer bu şiddetse o zaman şiddet tanımını okyanusların, nehirlerin, otlakların, dağların, ormanların ve her türden ekosistemin şirketler tarafından yıkıma uğratılmasını da terörizm ve şiddet tanımına eklemeliyiz; çünkü bu varlıkların bütünlüğü ve huzuru bozulmuş durumda, sevgi sözcüğünün bu varlıkların maruz bırakıldığı yağmayla alâkası yok.

İkinci olarak; mal/mülk/eşyayı yıkarak aktivistler o metalara sahip olanlara ya da onda çıkarı olanlara bir çeşit zarar vermektedir; evleri, arabaları veya ofisleri zarar gören insanlar acı, endişe, korku ve travma yaşarlar. İşleri, çevreleri, kariyerleri mahvolabilir; psikolojik, duygusal, ekonomik ve profesyonel olarak ve akla gelebilecek diğer şekillerde zarar görebilirler. Bu tür bir akıl yürütmeden yola çıkarak mal/mülk/eşya yıkmanın şiddet olduğu sonucuna varılabilir. Eğer sabotaj şiddetse endüstrilerin endüstriyel kapitalizmin tür ayrımcısı Gulaglarında, fabrikalarında, ölüm tarlalarında/denizlerinde hayvanları maruz bıraktığı şeylerle karşılaştırıldığında bu şiddetin lafı bile edilemez.  Hayvan özgürlükçüleri haklı olarak  evlerin önünde yapılan gösteriler, özgürleştirmeler ve mal/mülk/eşya yıkımından dolayı kıyamet koparanların milyarlarca hayvanın her yıl gıda, moda, spor, eğlence ve bilim adına işkence görüp öldürülmesinin bariz şiddeti karşısında sessiz kalmasının ironik uyuşmazlığının altını çiziyorlar. Ahlâki öfkenin doğru bir perspektife sahip olması önemlidir.

Motivasyona ve eyleme dayanarak  eşyalara yönelik zarar verici kasıtlı eylemlerin vandalizm olduğunu söyleyebilir bazıları, ya da hırsızlık ya da tahrif etme de denebilir buna, ama şiddet denemez. Hayvan özgürlüğü bağlamında ise mal/mülk/eşya yıkımınına vandalizm denemez, vandalizmde net bir holiganizm ve  soylu bir etik mücadele eksikliği söz konusudur; hayvan özgürlüğünde mal/mülk/eşyalara zarar vermek haklı bir dava uğruna yıkım yapmaktır- ilkesel bir sabotaj eylemidir. ALF, amaçların araçları meşrulaştırdığına inanıyor; eğer mal/mülk/eşya yıkımı kötülükse,  o zaman  yok etmeyi ve ortadan kaldırmayı amaçladığı kötülüğe kıyasla  çok daha az oranda bir kötülüktür. Sert pasifizm kendi kendini mağlup eden bir pozisyondur. Paul Watson (kendisi mal/mülk/eşya yıkımının şiddet olduğu argümanını kabul eder) şöyle söylüyor;

“Şiddete başvurmamak aslında insanlara, hayvanlara ve çevreye yönelik şiddetin sürdürülmesine izin vermektir. Buradaki ikilem ise şu:  kendi adımıza şiddetten kaçınırsak, o zaman çoğu kez üstü kapalı olarak diğerlerine şiddet uygulanmasına izin vermiş oluruz, o zaman bu insanlar kendilerine direnç gösterilene dek meselelerini şiddetle çözmekte özgür olurlar. Bazen, etkili adımlar atılabilsin diye bir noktayı dramatize etmek adına şiddet içeren eylemlerde bulunmak gereklidir. Ancak bu tür bir şiddet asla yaşayan bir varlığa yöneltilmemelidir. Mal/mülk/eşyaya karşı EVET. Ama bir hayata karşı ASLA.”

Sabotajcıları “şiddet uyguladıkları” için kınayanlar onların “terörist” olduğu sonucuna ulaşıyorlar bir hamlede, bu arada iki terim arasındaki farkı anlamıyorlar, insanların meşru müdafaadan “adil bir savaş”a dek uzanan ahlâken meşru yollarda şiddete başvurabileceğini idrak edemiyorlar. “Terörizm”in geçerli bir tanımında ise en az 3 spesifik koşulun bulunması gerekiyor: 1-fiziksel şiddete kasti olarak başvurmak,2-masum insanlara karşı yöneltilmek, 3-bir bireyin, şirketin ya da devletin/hükümetin ideolojik, politik veya ekonomik koşulları için uygulanmak.

Kurbanın aklında korku(terör) yaratma amacı terörizmin gerekli bir koşulu olarak görülebilir; ama bir yanlışı ortaya koymak adına fiziksel hasar vermekten ayrı tutulmak için yeterli bir koşul değildir. Devlet terörünü görmezden gelmenin yanında, varolan tanımlardaki eksiklerden birisi de tür terörizmidir, tür terörizminde masum kurbanlar insanlar ve hayvan sömürü endüstrileri tarafından her yıl işkence görüp katledilen milyarlarca hayvandır. Aynen insan cinsinden hayvanlar gibi, insan cinsinden olmayan hayvanlar da terörizmin işkencesini, acısını ve travmasını yaşarlar; hayvanlar insan değildir;  ama bireydir.

Eğer mal/mülk/eşya yıkımı şiddetse bile bunun terörizm olduğunu söyleyemeyiz, çünkü haklı bir savaşta hayvanları kurtarmak adına malk/mülk/eşya yıkımı sıradan vatandaşlardan uzak durmakta ve sadece  hayvanları ve dünyayı sömüren endüstrilerin yöneticilerini vb. hedef almaktadır, ayrıca fiziksel olarak bu insanlara zarar dahi vermemektedir.

Başka bir geniş tanımı kullanırsak, “terörist” bir başkasının zihninde panik ya da korku hissi oluşmasına neden olan kişidir. SHAC, psikolojik harp veya “psikolojik terörizm” kullanan özgürlük askerlerinin net bir örneğidir. HLS’i yenmek için  SHAC üyeleri  ev gösterilerinden faks ve e-posta hatta telefon bombardımanına dek taciz ve cezalandırma taktiklerine başvuruyor, bunu yaparak HLS adına çalışan sorumlu yöneticiler ya da onların destekçi şirketlerine (muhasebe firmaları, hizmetli servisleri, yiyecek servisleri vd.)yönelik eziyetler yapıyorlar. Eğer “terörizm” tanımımız başkalarının zihinlerinde korku veya endişe yaratmaya yönelik bilinçli çabalarsa (terörizm için yeterli bir koşul) o zaman SHAC bir çeşit “terörist” bir organizasyondur- ama o zaman Vergi Tahsil Hizmetleri için de öyle denebilir. Aslında, toplum içsel olarak çelişkilere gömülü olduğu, birbiriyle rekabet eden amaçlar ve antagonistik bakış açıları arasındaki gerilimlerle dolup taştığı için, politik mücadele çoğu kez bir anlamda birilerine zarar verip  başkalarında korku yaratma eylemleriyle doludur.

İkilemler ve Dil Politikası

Zamanımızda politik konuşmalar ve yazılar çoğunlukla savunulamaz olanın savunulması üzerine kurulu.
George Orwell

Nesnelerin yok edilmesi eylemi eğer argümanın öne sürdüğü ilkeler en başından itibaren netse bir şiddet biçimi olarak görülebilir; ama bu ilkeler sağlam değiller, bu tanım insanı oldukça gri bir alana götürüyor; bu gri alanın potansiyel olarak oldukça sorunlu sonuçları vardır. Öncelikle, “şiddet” tanımını pencereleri, binaları, laboratuar ekipmanlarını ve nesneleri içerecek şekilde genişletmek  insanlara ve insan cinsinden olmayan hayvanlara yapılan şiddeti sıradanlaştırabilir, yaşayan varlıklarla yaşamayan varlıklar arasındaki kritik çizgiyi bulanıklaştırabilir. Bir minkin boynunu kırmakla bir kürk dükkânının camını kırmak arasında çok büyük bir fark vardır, ama toplumun değerleri ancak kürk dükkânının camları kırılıp da  legal bir eylem ve yoğun bir aşağılamaya lâyık bir suç olarak kınandığı zaman açık seçik olarak ortaya konmuş olur. İkinci olarak; devletin mal/mülk/eşya yıkımının “şiddet” olduğu şeklindeki argümanını kabul eden hayvan haklarını savunan insanlar farkında olmadan sabotajcıların ve özgürlük savaşçılarının “terörist” olarak şeytanlaştırılmasına ve böyle yaparak da FBI’ın hayvan hakları hareketi ve aktivistlerinin ALF’e destek verdikleri ya da ALF’e katıldıkları gerekçesiyle baskı altına almasına destek veriyor olabilirler.

Diyelim ki ALF mal/mülk/eşya yıkımının şiddet olduğunu kabul etti ve halka gerçekten de şiddet kullanan bir grup olduklarını ilan etti. Bu durumda halkın önyargısı (yani terörist oldukları yargısı) gene hatalı bir izlenimdir; çünkü politik bir grup şiddete başvursa bile politik amaçlarına ulaşmak adına masum insanları yaralayan, travmatize eden ya da  öldüren teröristlerin tanımına gene de uymamaktadır. ALF kontr-terörist olabilir, ama terörist olamaz. Ancak; bu tür ince noktalar, devletin, hayvan sömürüsü endüstrilerinin, medyanın propaganda makinelerinde kolayca kaybolup gidebilir. Nihayetinde ALF’in statüsü gene de “terörist” bir organizasyon olarak damgalanır, ALF eylemlerinden ya da ona “destek” vermekten hüküm giymiş ya da bu kuşkuyu yaratmış herkes için felaket boyutunda politik sonuçlar yaratabilir. Aynen 1980’lerde Latin  Amerikalı köylülerin hem toprak hem de adil ücret istediği zaman komünist olarak aşağılanması gibi günümüzde doğayı şirket saldırılarına karşı savunan aktivistlere de terörist deniyor.

ABD şirket-devlet kompleksinin, ahlâken kabul edilebilir bir örtü altında (“komünist tehdit”le savaşarak) gaddar bir diktatörlük, cuntalar, ölüm ekipleri aracılığıyla şiddeti ihraç etmesi gibi, şimdi de aktivistleri gözden düşürmek ve yönetici sınıfların terörist kapsamını savunmak adına “terörizm” söylemine başvuruyor. Geçmişteki Kızıl Korku toplumsal adalet hareketlerini işçi ve reform hareketlerinin vatansever bütünlüğüne dair kuşkular yaratarak zayıflattığı gibi; günümüzde şirket-devlet kompleksi ve onun medyası şimdi de Amerikan hayat tarzı denen fabl’a bir tehdit oluşturan hareketlere karşı savaşı meşrulaştırmak adına Yeşil Korku fablları üretiyor.

Hayvan özgürlüğü mücadelesini küçümseyenler, ALF’in birisini öldürmesinin ya da artık şiddet söylemine başlamasının an meselesi olduğunda ısrar ediyor. Bazı insanlar ALF’in çoktan birilerini yaraladığını ya da  öldürdüğünü öne sürüyor; ama bu insanlar ALF’i  Animal Rights Militia(ARM) ve The Justice Department gibi ultra-radikal İngiliz gruplarla karıştırıyorlar. Bir çok noktada ALF’le dayanışma halinde olsa bile, ARM, The Justice Department ve the Revolutionary Cells,  ALF’in şiddete başvurmama anlamında çok fazla muhafazakâr olduğunu hissediyor. Bu gruplar, ALF’in tersine hayvan sömürenlere karşı açık açık fiziksel şiddete başvuruyor, neden bazı insanların insan hayatının mutlak bir değeri olduğuna inandığını, özellikle de eğer  hayvanlara şiddet uygulayan birisi varsa neden insan hayatının mutlak bir değeri olduğunu anlamıyorlar. Nihayetinde bu şiddet yanlısı gruplar şirketlerin ürünlerini raflardan çekmesi için  sahte zehirleme taktiklerine başvuruyor. Sömürücüleri zehirli jiletlerle tutturulmuş bubi tuzaklı mektuplarla hedef alıyorlar.

Bombalar koyuyor, ölüm tehditleri yayınlıyorlar. ARM, The Justice Department ve the Revolutionary Cells gibi gruplar “herşey meşrudur” okulundan mezunlar, aktivistlerle endüstri arasındaki çelişkileri yeni kademelere taşımak istiyorlar.  Jiletli mektuplar, bomba tehditleri, kundaklamalar, tacizler, ölüm tehditleri ve fiziksel saldırılar hayvan sömürüsünü önlemenin ve sona erdirmenin etkili araçları olduğunu kanıtlamış durumda, bu yüzden mücadelenin en militan grupları tarafından kullanılmaya devam edecekler. Ancak ALF’le diğer grupları birbirinden kesin olarak ayırmak çok önemli, “radikal” bir hayvan hakları grubu tehdit ettiğinde ya da şiddete başvurduğunda ALF’in felsefesine uyarak hareket etmediğini aklımızda tutmalıyız. Gerçekten de bu durum devlet ya da hayvan sömürüsü endüstrisi tarafından hayvan özgürlüğü davasını karalamak için kolayca kullanılabilir.

Doğru, ALF sözcüleri ve destekçileri bazen hayvan sömürenlere karşı şiddet içeren duygular ifade edip, “gerekeni yapmak lâzım” veya “gereken her türlü şekilde hayvan özgürlüğü” gibi ifadelerle ALF’in şiddet içeren bir yönü olduğuna dair suçlamaların gerçekçiliğini artırabilir. Ancak hayvan ızdırabının büyüklüğü ve korkutuculuğunu düşününce, hayvan özgürlükçülerinin hissettiği haklı öfkeyi göz önüne alınca ALF’in özgürlük savaşında önemli bir baskı yarattığını söyleyebiliriz. Yaşayan varlıklara, hatta hayvanları sömürenlere dahi şiddet uygulamaya gelince, ALF araçların amacı meşrulaştırmadığına inanıyor, bu yüzden de insan muhaliflerine karşı fiziksel şiddeti de kınıyorlar.

Ölüm tehditleri ve yapay bombalar her ne kadar tehdit etmek  için etkili araçlar olsalar da ciddi psikolojik hasarlar yaratabilirler ve bu anlamda bu tür taktiklerin ALF’in şiddet içermeme prensipleriyle çeliştiği öne sürülebilir- bu arada bu eleştirileri yapanların hayvanlara yoğun fiziksel ve psikolojik acı veren hayvan istismarcılarının ahlâki yanlışlığını aklarken içine düştükleri saçmalığı da göz önüne almak gerekir. Bubi tuzaklı mektuplar gönderen the Justice Department, HLS sorumlularına beyzbol sopalarıyla saldıranlar bir insana fiziksel zarar vermeye odaklanmış kesin ve net şiddet içeren eylemlerdir; şiddete başvuranlar açısından durum iyi olabilir, ama nihayetinde ALF prensipleriyle çelişirler.

2002 yılı Nisan ayında ise bir ALF hücresi  Dünya Laboratuar Hayvanları haftası sebebiyle yeni Zelanda’dadaki 13 süpermarkete içinde amonyak ve hidrojen peroksit solüsyonu bulunan Pantene Pro V şampuanı yerleştirdi. Hücrenin yolladığı bildiride solüsyonun zararsız olduğu söylense de masum insanları politik bir amaç uğruna hedef aldığı  için bir terörist eylemi taklit etmiştir. Kundaklama laboratuarları ve araştırma tesislerini yıkmak için değerli bir silahtır, ama bir yandan da şiddet içermeyen doğrudan eylemler için sorunlu bir araçtır; çünkü yangın çıkarmak hem yıkıcıdır hem de önceden ne olacağı kestirilemez.

En önemlisi ise, kundaklama eylemleri halkta şiddet ve terörizm imajları yaratır, ALF’in inandırıcılığını da tehlikeye sokar. Bir çok hayvan hakları aktivisti için esas mesele illegal doğrudan eylemin savunulup savunulamayacağı değildir, bu tür taktikler arasındaki çizginin nerede çekileceğidir, bu açıdan bakanların bazıları çizgiyi kundaklama konusunda çekerler. Eğer kundakçılar kazayla  dikkatli bir araştırma sonucunda hedef binada bulunmadığı bilinmeyen bir insanı yaralamaz ya da öldürmezse bile, etrafta bulunan küçük hayvanlar yaralanabilir ya da  öldürülebilir. Ancak kundaklama eylemlerinde küçük hayvanların yaralandığını ya da öldürüldüğünü söylemek hiç mantıksızca değil, bu yüzden ALF’in şiddet barındırmayan karakterinin mutlaklık taşıyıp taşımadığı da sorgulanabilir.

Robin Webb bu problemi şöyle koyuyor ortaya: “bana göre, kundaklama “mal/mülk/eşyaya zarar verme” sınıfına girmiyor, tersine hayatı tehlikeye sokan eylemler kategorisine düşüyor. ALF hiçbir insanın hayatına zarar vermediği iddiasıyla övünüyor; ama kundaklama eylemleri kuşkusuz bir şekilde ister bir fare, sıçan ya da örümcek olsun hayata mal oluyor. Elbette hiç kimse her bir kuytu köşesini araştıramaz tavuk üretim çiftliklerinin ya da laboratuarların; küçük bir yaratığın varlığı bir insanın varlığı gibi değildir, bu hayvanlar yangın alarmlarından, ya da acil durum çıkışlarından bir şey anlamaz. Eğer birisi söz konusu eylem sırasında orada bir insanın bulunmamasına gösterdiği özeni örneğin örümceklerin de olmamasına da aynı şekilde göstermiyorsa o zaman sadece bir hayatı tehlikeye atmakla kalmıyordur, bu aynı anda pratik bir tür ayrımcılığıdır.” Görünüşe göre, ALF hem şiddet uygulamamak hem de kundaklamaya devam etmek istiyorsa o zaman bu ikilem karşısında sığınabileceği tek felsefi sığınak 1-asla kasıtlı olarak bir hayat öznesine şiddet uygulamamak veya 2- bütün canlıların haklarını savunduğu deontolojik (mutlak) bir konumdan sabotaj yoluyla maksimum hayvan hayatını kurtarmak adına olasılıkla hayvanlara ya da itfaiyecilere zarar vermeyi meşru gören faydalanmacı bakış açısına kaymaktır. ALF hiçbir canlıya zarar vermemek istiyor; ama hiçbir eylemin garantisi yok, ALF aktivistleri aynen bütün insanlar gibi, kaçınılmaz olarak , sırf varolarak, hayata zarar veriyorlar, (ayağımızın altındaki karınca gibi) ve böylece “şiddete başvurmama”nın ne olduğu sorusunu öne sürüp bunun ne dereceye kadar mümkün olduğunu düşünmeye itiyorlar hepimizi. 
Dr. Steve Best

(kitabın Giriş bölümünden devam..)

Çeviri: CemC

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder