12 Şubat 2012 Pazar

J. ZERZAN - SESSİZLİK

John Zerzan
Sessizlik, değişik derecelere kadar bir soyutlanma aracı olmaya alışıktır. Artık, bugünün dünyasını boş ve ayrışık kılmaya çalışan, sessizliğin yokluğudur. Kaynakları gasp edilmiş ve kurutulmuştur. Makine, küresel olarak uygun adım ilerliyor ve sessizlik, gürültünün henüz nüfuz etmediği, önemini kaybeden bir yerdir.
Uygarlık, rahatsız edici sessizlikleri gizlemek için tasarlanmış bir gürültü komplosudur. Sessizliğe saygı gösteren Wittgenstein, sessizlik ile ilişkimizin kaybını anladı. Sessiz olmayan şimdiki zaman, uçucu dikkat anları, eleştirel düşüncenin aşınması, ve derinden hissedilmiş deneyimler için azalmış bir yetenek zamanıdır. Sessizlik, karanlık gibi, edinilmesi zordur; fakat zihin ve ruh onun desteğine gerek duyar.
Kuşkusuz sessizliğin pek çok ve çeşitli tarafları vardır. Çoğu kez ilişkili durumlar olan korkunun, kederin, uyumun, karmaşanın maruz kalınan veya gönüllü sessizlikleri (örn. AIDS-farkındalığı “Sessizlik=Ölüm” formülasyonu) vardır. Ve Rachel Carson’un Sessiz Bahar‘ında belgelendiği gibi, doğa devamlı olarak susturulmuştur. Doğa tam olarak susturulamaz, yine de, bazılarının neden onun yok edilmek zorunda olduğunu hissettiklerini açıklamada belki de çok ilerilere gider. “Doğanın, kendi doğamızı da içeren, susturulması yaşanmıştır,” sonucunu çıkardı Heidegger, ve bu sessizliğin, sessizlik olarak, konuşmasına izin vermemiz gerekir. Hâlâ oldukça sık konuşur, buna karşın, kelimelerden daha sesli konuşur.
İnsanların kurtuluşu, doğal dünya yeniden ortaya çıkmadan olmayacaktır, ve sessizlik bu iddiaya oldukça uygundur. Evrenin büyük sessizliği, Romalı Lucretius’un MÖ 1. yüzyılda üzerine düşündüğü sessiz bir huşuyu doğurur: “Herşeyden önce, gökyüzünün temiz, saf rengini, ve kapsadığı her şeyi düşün: yıldızlar heryerde geziniyor, ay, güneş ve eşsiz parlaklığıyla ışığı. Eğer tüm bu cisimler bugün ilk kez insanlara görünseydi, eğer bir anda ve beklenmedik bir şekilde gözlerine görünselerdi, kişi bu bütünlükten daha olağanüstü olabilecek neyden bahsedebilirdi ki, ve insan hayal gücünün daha azını tasavvur etmeye cüret edeceği kimin var oluşudur?”
Gerçeğe dönersek, tabiat sessizlikler ile doldurulur. Mevsimlerin birbirini izleyişi sessizliğin ritmidir; geceleri, günümüzde çok daha az olsa da, gezegen üzerine sessizlik çöker. Tabiatın parçaları büyük bir sessizlik kaynağını andırır. Max Picard’ın tanımı neredeyse bir şiirdir: “Orman, sessizliğin ince, yavaş bir akıntıya damlamanın, ve parlaklığı ile havayı doldurmanın dışında büyük bir sessizlik kaynağı gibidir. Dağ, göl, tarlalar, gökyüzü – hepsi sessizliklerini insanların kentlerindeki şeylerin üzerine boşaltmak için bir işaret bekliyor gibidirler.”
Sessizlik, “başka bir şeyin salt yokluğu” değildir.” Gerçekte, özlemlerimiz o boyuta doğru, çıkarım ve çağrışımlarına döner. Sessizlik yakarışlarının ötesinde algısal ve kültürel bir yeni başlangıç dileği yatar.
Zen “sessizliğin asla değişime uğramadığını” öğretir. Ancak odağımız, geç modernliğin evrenselleştirici mekânsızlığından vazgeçersek arttırılabilir. Sessizlik hiç şüphe yok ki, kültürel olarak kendine özgüdür, ve bu yüzden çeşitli şekillerde deneyimlenir. Buna rağmen, Picard’ın dediği gibi, “tüm şeylerin özgün esası” ile bizleri karşı karşıya getirebilir ve nesneleri doğrudan doğruya bizlere tanıtabilir. Sessizlik en başta gelir, varlığı kendisine çağırır; bu yüzden, kökene bir bağlantıdır.
Endüstriyel temelli teknosferde, Makine sükûneti kovmakta hemen hemen başarılı olmuştur. Sessizliğin doğal tarihine bu tehlike altındaki türler için gerek duyulur. Modernlik sağır eder. Gürültü, teknoloji gibi, asla geri adım atmamalıdır – ve asla geri adım atmaz.
Picard için, hiçbir şey sessizliğin kaybı kadar insan karakterini değiştirmemiştir. Thoreau, sessizlik için “bozulamaz sığınağımız”, savunulmak zorunda olan zaruri bir barınak der. Sessizlik, montaj sesine karşı gereklidir. Çıkarcı kitle kültürünce, kendisinden ayrı olduğundan kesinlikle bir direnme aracı olan sessizlikten korkulur, çünkü o bu dünyaya ait değildir. Yine de sessizlik fonuna karşın pek çok şey duyulabilir; bu yüzden bir yol açılır, otonomi ve tahayyül için bir yol.
Jean-Luc Nancy, “duyular sessizlikte açılır,” yazmıştı. Dünyadan ayrılmaz biçimde, kişinin sessiz özünde, bedensel olarak ele alınır ve bedensel olarak deneyimlenir. Azimle ruhumuzu bedenimizden ayırmaya çalışan damga makinelerinden uzakta nitel bir adım olan somut halimizi öne çıkarabilir. Sessizlik, kendimizi toplumdaki egemen, bağımlılık yapıcı, başıboş bilgi hastalığı öbeğinden çözmede büyük bir yardımcı olabilir. Bize, kendimizi ortaya koyacağımız, kim olduğumuz ile ciddi bir şekilde ilgileneceğimiz bir yer verir. Gittikçe ince, düzleşmiş bir teknosferde dünyanın gerçek derinliğine hazır.
Sessizlik ile karşılaştırıldığında felsefenin şöhreti sönüktür, genel başarısızlığı için herhangi iyi bir ölçü. Aristotle sessiz olmanın mide gazına sebep olduğunu iddia ederken, Socrates, sessizliği bir saçmalık alanı olarak suçladı.Aynı zamanda, oysa, Raoul Mortley klasik Yunanistan’da “kelimelerin kullanımıyla büyüyen bir hoşnutsuzluk”, “sessizliğin dilinde muazzam bir artış” görebildi.
Çok daha sonra, Pascal, “evrenin sessizliği” tarafından dehşete düşürüldü ve Hegel konuşulamayan şeyin tamamen yanlış olduğunu, sessizliğin üstesinden gelinmesi gereken bir kusur olduğunu açıkça belirtti. Schopenhauer ve Nietzsche, her ikisi de, diğerleri arasında, sessizlik karşıtı Hegel’den ayrılarak, tek başınalığın ön gereksinim duyulan değerini vurguladılar.
Horkheimer ve Adorno’nun Odysseus ve Deniz Kızları (Homer’ın Odyssey’inden bir bölüm) üzerine haklı olarak çok iyi bilinen bir yorum vardır. Deniz kızlarının Odysseus’u yolculuğundan caydırma çabalarını, baskıcı uygarlığın güçlerini durdurmaya çalışan Eros’un çabalarıymış gibi betimlediler. Kafka, sessizliğin şarkı söylemekten çok daha karşı konulamaz bir araç olduğunu hissetti.
Herbet Spiegelberg’e göre, “olaybilimi sessizlikte başlar.” Olguyu veya nesneleri bir şekilde ilk sıraya, fikir oluşmasıyla ilgili yorumlardan önceye koymak, olaybilimin kurucu kavramıydı. Veya Heidegger’in kabul ettiği gibi, kavramsal olandan daha derin ve daha özenli bir düşünce vardır, ve bunun bir parçası, sessizlik ve anlayış arasında başlangıçta var olan bir bağ içerir. Postmodernizm, ve bilhassa Derrida, örneğin konuşmadaki sessizlik boşluklarının anlam ve güç engeli olduklarını ileri sürerek, dilin yetersizliğinin yaygın farkındalığını reddeder. Aslında, Derrida, sessizliği düşüncenin nihilist bir düşmanı olarak suçlayarak, “ilkel ve önmantıksal sessizliğin şiddetini” sertçe kınar. Bu gibi gayretli antipati, Derrida’nın var oluş ve zarafete olan sağırlığını, ve sessizliğin, sembolik olanın herşey demek olduğu birisi için yarattığı tehdidi gösterir. Wittgenstein, kendisi söylenemez birşeyin söylenebilir herşeyin içine işlediğini kavradı. Bu, Tractatus Logico-Philosophicus’da yazdığı en iyi bilinen satırının manasıdır: “İnsan üzerine konuşamayacağı şeye dair sessiz kalmalı.”
Sessizlik, burada ve şimdi, şeyleştirme olmadan, ele alınabilir mi? Bence, bilmenin açık, kuvvetlendirici bir yolu üretken bir durum olabilir. Sessizlik aynı zamanda bir korku boyutu, cinnet ve intiharın keder-çifti olabilir. Gerçekte, sessizliği cisimleştirmek, onu yaşamayan bir şey içinde dondurmak oldukça zordur. Zaman zaman sorguladığımız gerçeklik suskundur; sükûnet derinliğinin göstergesi sessizliği ortaya koyar mı? Şaşkınlık cevapları en iyi şekilde veren soru olabilir, sessizce ve derinden.
Mark Rothko, “Sessizlik oldukça kesindir,” demişti, yıllarca ilgimi çekmiş bir cümle. Parçası olduğumuz şeyin, ve onu yok etmek için kaç yol olduğu genel algısını atlayan kimi detayları dile getirmek için, çoğu kez sessizliği dağıtırız. 1993 Antartika kışında, Richard Byrd şöyle yazdı: “4PM’de günlük yürüyüşümü yaptım…sessizliği dinlemek için durdum…gün ölüyordu, gece doğmak üzereydi – büyük bir huzurla. Burada kâinatın tahmini imkansız süreçleri ve güçleri bulunur, ahenkli ve sessiz.” Yaşayan doğanın derinlikleri ve gizemleri yoluyla, sessizlikte ne kadar çok şey gözler önüne serilir. Annie Dillard ayrıca gürültüye nefis bir tepki verir: “Belirli bir noktada ormana, denize, dağlara, dünyaya, Şimdi hazırım, dersin. Şimdi duracağım ve tamamen dikkatli olacağım. Kendini boşaltır ve beklersin, dinleyerek.”
Sessizlik yoluyla ulaşılabilir olan yalnızca doğal dünya değildir. Cioran, “tüm nesnelerin, yalnızca tam bir sessizlikte çözebileceğimiz bir dile sahip oldukları” sonucuna vararak, eşyanın sessizliğindeki sırlara işaret etti. David Michael Levin’in The Body’s Recollection of Being eseri “beden yoluyla düşünmeyi öğrenmemizi” öğütler, “bedensel olarak hissettiğimiz deneyimi sessizlikte dinlemeliyiz.” Ve kişiler arası alanda, sessizlik empati ve anlaşılmanın bir sonucudur, kelimeler olmadan çok daha derinden.
Amerikan Yerlileri her zaman sessizliğe ve doğrudan deneyime büyük değer vermişlerdir, ve genelde yerli kültürlerinde, sessizlik saygı ve kendini geri planda tutmaya işaret eder. Kişinin yaşam yolu ve amacını keşfetmek için oruç tutarak ve dünyaya yakınlıkla tek başına geçirdiği süre olan Görü Arayışının merkezindedir. Inuit Norman Hallendy, inuinaqtuk denilen sessiz farkındalık durumuna rüya görmeden daha fazla irfan ayırır.Sessizlik avda başarı için gerekliyken, yerli şifacılar çoğu kez sessizliği dinginlik ve umut için bir yardımcı olarak vurgularlar. Bu dikkat ve sükûnet gereksinimleri, yerlilerce sessizliğin değerinin bilinmesinin ana kaynakları olabilmiştir.
Sembolik olan hem sessizliğe hem de var oluşa gölge düşürmeden önce, sessizlik var oluşa ve özgün topluluğa kadar geri uzanır. Levinas’ın her zaman sessizliği susturmaya ve onu sembolik yapıların yersiz oluşlarıyla değiştirmeye çalışan, “temsilin birliği” dediği şeyden daha önce gelir. Sessizlik kelimesinin Latince kökeni,silere, hiçbirşey söylememek ise, sinere, bir yerde olmaya izin verme ile ilişkilidir. Dilin çok kez ve önemli bir şekilde, sessizliğe düştüğü bu yerlere çekiliriz. Daha sonra, Heidegger’in önemli referans noktalarından biri olan Hölderlin’in özellikle Late Hymns’de yaptığı gibi, Heidegger de sessizliğin âlemini takdir etti. Hölderlin’in oldukça güçlü bir şekilde ifade ettiği doyumsuz özlem, yalnızca özgün, sessiz bir bütünlüğe bağlı olmaz, aynı zamanda dilin her zaman kaynağını kayıp kabul ettiği büyüyen anlayışa da bağlıdır.
Bir buçuk yüzyıl sonra, Samuel Beckett, sessizliği dile bir alternatif olarak kullandı. Krapp’ın Last Tape‘inde ve başka yerlerde, tüm dilin bir dil aşırılığı olduğu fikri fazlasıyla öneridedir. Beckett, “semboller ormanında” asla sükunet olmadığından şikayet eder, ve dilin örtüsünü yararak sessizliğe geçmeyi arzu eder. Northrup Frye, Beckett’in “sessizliğin yeniden kurulmasından başka hiçbir şeye bağlı olmama” çalışmasının amacına ulaştı.”
En somutlaştırılmış, bu-dünyaya-sahip-çıkan özlerimiz, dilin, ve aslında temsil tasarısının başarısızlığının sınırlarını en iyi şekilde fark ederler. Bu durumda en kolayı dilin tükenmişliğini, ve her zaman dolaysızlıktan bir kelime uzakta olduğumuz gerçeğini anlamaktır. Kafka, baskı mengenesinin bir işkence aleti olarak iki rolü birden oynadığı Ceza Sömürgesinde bunu ele aldı. Thoreau için, “en doğru toplum her zaman tek başınalığa daha da yaklaştığından, aynı şekilde en mükemmel konuşma da en sonunda sessizliğe düşer.” Aksine, kitle toplumu otonomi olasılığını tıpkı sessizliği önlediği gibi uzaklaştırır.
Hölderlin, dilin bizi zaman içerisine çektiğini düşündü, ancak sessizlik buna direnir. Zaman sessizlikte artar; akmıyor, ancak katlanıyor görünür. Çeşitli geçicilikler engellerini kaybetmeye yakın görünürler; geçmiş, şimdi, gelecek daha az bölünmüştür. Ancak sessizlik değişken bir dokudur, bir tekdüzelik veya bir soyutlama değildir. Niceliği hiçbir zaman kapsamından uzakta değildir, tıpkı dolaylı olmayanın sahası gibi. Çok uzun süredir bir yabancılaşma ölçüsü olmuş olan zamandan farklı olarak, sessizlik uzamsallaştırılamaz veya bir değiş tokuş ortamına dönüştürülemez. Bu, sessizliğin, zamanın devamlılığından neden bir sığınmacı olabileceğini açıklar. Gurnemanz, Wagner’in Parsifal’inin açılışına yakın, “Burada zaman uzam olur” diyerek şarkı söyler. Sessizlik, egemenliğin bu başlıca dinamiğinden kaçınır.
İşte buradayız, sessizlik ve çok daha fazlasına yaptığı çeşitli saldırılarında bizleri derinden rahatsız eden, bizleri içine alarak ortadan kaldıran Makine ile birlikte. Kuzey Amerikalıların kendiliğinden mırıldandığı veya şarkı söylediği nota B- naturaldir, saniyede 60 devirli alternatif akım elektriğimizin yerini tutan nota. (Avrupa’da, kıtanın saniyede 50 devirli AC elektriğine uyarak G-diyez “doğal olarak” söylenir. Küreselleşen, homojenleştirilen Gürültü Bölgesinde, yakında daha da uyum sağlayabiliriz. Pico Ayer, “hepsi birlikte yüz aksanda aynı şarkıyı söyleyen büyüyen bir dünya algım” diye adlandırır.
Standardizasyon uğultusuna, onun bilgi-gürültüsüne ve sinir bozucu, yüzey “iletişim” yöntemlerinin reddine gerek duyuyoruz. Her gayri-mekâna itilerek, gayri-sessizliğin amansız, sömürgeleştirici delinebilirliğine hayır. Artan gürültü, desibel artışlarıyla ve kirlenmeye yol açan erimleriyle, alçaltıcı kitle dünyasını ölçer – Don DeLillo’nun Beyaz Gürültüsü.
Sessizlik bunun hepsine bir sitemdir, ve kendimizi yeniden oluşturmak için bir bölge. Doğada toplanır, ve değer düşürmeye son verecek savaşlar için kendimizi toplamamıza yardım edebilir. Direnişin güçlü bir aracı,başkaldırının önünde gidebilen duyulmayan bir nota olarak sessizlik. Köle efendilerinin en çok korktuğu şeydi.Çeşitli Asya ruhsal geleneklerinde, sessizliğe adanan, muni, en büyük kapasite ve bağımsızlığın kişisidir – aydınlanma için herhangi bir ustaya gerek duymayan biri.
En derin tutkular sessizce ve derinliklerde beslenir. Ölü için saygı en belirgin şekilde başka nasıl ifade edilir, yoğun sevgi en iyi biçimde başka nasıl iletilir, en derin düşüncelerimiz ve görülerimiz başka nasıl deneyimlenir, bozulmamış dünyanın en doğrudan başka nasıl zevkine varılır? Kederden muzdârip bu dünyada, Max Horkheimer’e göre, keder yüzünden “daha masum oluruz”. Ve belkide sessizliğe daha açık – rahatlık, müttefik ve sığınak olarak.
Aralık 2007
Çeviren: Serhat Elfun Demirkol
Green Anarchy Dergisi 25. sayıda yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder