Igniting a Revolution kitabından çeviridir.
60lı yılların “Hareketi” çökerken bazıları yenilgiyi kabullenmeyi reddetti ve “başka şekillerde” , yani, şiddet taktikleriyle aktif kalmayı tercih etti. The Weather Underground 1970’de güvenlik birimleri ve şirket binalarına bombalı saldırılar düzenlemeye başladı. Kimsenin yaralanmadığı ya da ölmediği bir dizi patlama oldu, bu patlamalar 1975 sırasında azaldı ve sona erdi. The Black Liberation Army de mücadeleye başladı, 1973’te The Symbionese Liberation Army onu takip etti; ikisinin de düşmana kayıp verdirme konusunda şüphesi yoktu. Daha az tanınan birçok grup da vardı, bunlar 60lı yılların küresel militanlığı artık sönüp gitmişse de işin peşini bırakmaya niyetli görünmüyorlardı.
60 sonrası şiddete yönelmenin bir çaresizlik politikası olduğunu düşünüyorum. Söz konusu olan çok yüksek kişisel cesareti göz ardı etmiyorum, ama o günlerde hiç kimse “silahı ele almanın” ( ya da bombayı yerleştirmenin) o mücadele döneminin sonunu değiştireceğine inanıyormuş gibi görünmüyordu. San Fransisco ve Berkeley radikalizmine ben de katılmıştım, bana göre o iyimserlik havasının aniden sona ermesi kaçınılmazdı. Sanki her şey bir gün birdenbire sona erdi. Kimse ne yapılması gerektiğini bilmiyordu; çok az kişi projelere katıldı; enerji eksikliği o kadar somuttu işte. Bir dereceye kadar her şey devam etti; ama nabız kalmamıştı artık.
Bu benim kendi hatıralarım, son derece de net. Belki başkaları bunu farklı bir şekilde yaşamıştır. Ne olursa olsun, yenilgi ya da son hissi, 70li yılların başlangıcında ya da ortalarında yaşanan şiddet taktiklerinin üzücü anlamsızlığını ortaya koyuyordu benim için. Bu his senelerce devam etti; yıllar sonra günümüzde yaşanan militan taktikler karşısında ilk tepkim bu eylemlerin de aslında çaresizlik politikası ürünü olduğuydu.
Eski illegallerin politikası tamamen geriye dönüktü öncelikle. Daha otoriter olamazdı, aynen Marksist-Leninist örneğinde olduğu gibi (The Weather Underground, örneğin). Aslında hiyerarşi her yerde geçerli olan modeldi, bugün de dikkat çekiyor; bu gerçek bu konu üzerine yazılmış kitap ve çekilen filmlerden çıkarılmışa benziyor. Evet, sadece bir şey eksik: bu yapıların utanç verici ana felsefeleri.
ELF ve ALF dünya görüşleri, eğer her ikisinden de bu bağlamda söz edebilirsem, önceki hiyerarşik, öncü militanlardan ancak bu kadar farklı olabilirdi. Devletin gücünü ele geçirmeyi hedeflemektense ( genel olarak solun hedefi budur, solcular bazen bunu reddetse bile), bu özgürlükçüler politik iktidara bir son vermek istiyorlar. Yapıları ve evrensel çözümleri kolektif hale getirmek yerine otonomi ve çoklu yaklaşımlar oluşturma hedefi ile harekete geçiyorlar. Devlet karşıtılar, ayrıca birbirleriyle olan hiyerarşi karşıtı ilişkilerinde de bu otorite karşıtlığından faydalanıyorlar. Küresel Megamakina ve Kalkınma’nın yanlış ve ölümcül vaatlerini kabul etmek yerine dünya ve hayat odaklı ELF ve ALF; doğayı, yaşam alanlarını ve orada yaşayan türleri sistemli şekilde yok eden şirketlere saldırılar düzenliyor.
Bazen, sol, doğal dünya adına geçici bir retorik kullanır; ama çoğu kez kılını kıpırdatmaz bile- bu da “dürüst reklamcılık” örneğidir olsa olsa. Küreselleşmiş sosyal dünyayı olumlamak mümkün değil, doğanın tahakküm altına alınması ve her şeyin seri üretim ve tüketime dayandığı bir gerçekken, geriye kalanlarla dünya ile yeniden gerçek bir bağ kurulması mümkün değil. Solun bayat hümanizmi, doğayı tahakküm altına alma ideolojisinden vazgeçmesine engel oluyor. Oysa ALF/ELF bir tür biyosentrizm ve daha geniş, daha dolu bir özgürlük kavramı uğruna hümanizmi terk etti.
ALF ve ELF bildirileri solun çürümüş ve kokuşmuş mantralarına karşı gerçekten ilham veren alternatif vizyonlar ortaya koyuyor. Bu keyif dolu ve azimli metinler hayvanlara işkence edenlere karşı yürütülen kundaklama, sabotaj ve saldırı haberleriyle dolu; yükselen, derinleşen ve büyüyen krizin doğasını açığa çıkararak bize “uygarlığın” ne kadarının yok olması gerektiğini gösteriyor.
Gördüğüm kadarıyla bu tutkulu, yakıcı eleştiriler yavaş yavaş ortaya çıkan çağdaş direniş hareketlerinde de ses buluyor, bu direniş hareketleri yeşil anarşi, uygarlık karşıtlığı ya da anarko-primitivizm gibi isimlerle anılıyorlar. Bu son dalganın bir parçası olarak ben de her şeyi yutup yok eden teknoloji ve uygarlık canavarını durdurmak için en önde savaşan ALF ve ELF’teki yoldaşlarımı selamlıyorum. Hümanist sol artık aşılması gereken büyük bir başarısızlıkla kalakaldı. Bütün dünyada her geçen gün daha sağlıksız ve daha grotesk bir hal alan bir kültürün derin köklerinin daha fazla farkına varılıyor. Artık küresel tek bir kültür var, temel kurumları steril meyvesini önümüze koyarken onun ölümcül özü de ortaya çıkıyor. Özelleştirme ve ehlileştirme, kontrol mekanizmasını daha derinlere ve ötelere sürüyor; yeni sömürü, yok ediş, standartlaşma ve perişanlık biçimleri getiriyor beraberinde.
Dominant yaklaşımlarla bağımızı koparmaya istekli miyiz, -sol gibi- uygarlığı, kitle toplumunu, tekno-kültürü ve ölümü hedef edinmiş yaklaşımlardan kopmaya arzumuz var mı? Dünyayı savunma ve kendi ehlileştirilmişliğimize meydan okuma konusunda bizi korkusuz yapacak bir paradigma kaymasına ihtiyacımız yok mu?
İmparatorluklara ve küreselleşmeye karşı yerli kültürlerin mücadeleleri elbette yüzyıllardır sürüyor. Bence bu , endüstriyel modernitenin bir parçası olmayan , dünya üzerinde onu yıkıp yok etmeden yaşamış olan insanların kendi dünyalarını ne olursa olsun koruduğu yeni bir direnişin de parçası. Aslında yeni olanın eski ve doğru olanı keşfettiği ve onun zamana direnen değerini anladığı paradoksal bir durum söz konusu.
Şu andaki dünyaya ait bütün retoriklerin yanlış olduğunu biliyoruz, dominant düzene sözde karşı muhalefetin sürdürdüğü yıpranmış ve eskimiş retorik de buna dahil. Vizyonlar, eylemler ve analizlerin, uygarlık kuramları ve önkabulleriyle bütün bağını koparması gerekiyor- uygarlık görüşü on bin feci seneye dayanıyor sadece. Yerli, dünya odaklı, endüstriyel olmayan çözümler, örneğin, uygarlığın ehlileştiren, her yeri fethetmeye yönelik yaklaşımları yerine; doğal dünyayla uyum halinde yaşamış hayatı biçimleri hayal etmemize yardım edebilir.
Çeviri: CemC
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder