15 Ekim 2011 Cumartesi

Acıyı hissetmek


ÖFKE

Buyursun hayvan eti savunucusu,
savunduğu şeyin uygunluğu için
kararı bizzat verdirecek deneyi gerçekleştirsin…
Canlı bir koyunu kendi dişleri ile parçalasın,
kafasını iç organlarına gömsün,
susuzluğunu sıcak kanla gidersin;
bu korkunç işi yaptığında
doğasının karşı konulmaz içgüdüsü
muhakemesine karşı ayaklandığında da
‘Doğa beni bu iş için yarattı,’ desin.
İşte o zaman,
sadece o zaman haklı çıkacaktır.

2-

Percy Shelly

 Doğal Beslenmenin Doğrulanışı: Seçilmiş Şiirler, Alıntılar ve Mektuplar’dan bir alıntı…

Görmezden gelmek ve tüketmek insanlığa sevmek ve saymaktan çok daha kolay geliyor. Gün geçtikçe hayvanları öldürmenin ahlaki açıdan savunulamazlığı daha çok insanı tercih ettiği nekrofilimsi beslenme alışkanlıklarını sorgulatmaya itiyor. Eski hayvan öldürme geleneğine karşı sesler daha fazla yükseliyor ama bu korkunç ve acılı beslenme tercihinin çok derin kökleri var.  Bir milyon yıl önce Homo Erectus erkekleri katliamlarıyla böbürlenip parmaklarındaki kanı yalarken, besin üreten nüfusun yüzde seksenini oluşturan Homo Erectus kadınları bakliyat, tohum, kök, böğürtlen ve yumru topluyordu. Hatta daha sonra bunları ektiler.

Et yemek ilkelliktir. İnsanlar açısından et yemenin evrimle ilgisi yoktur ve hemen hemen tüm sözü geçen antropolog ve evrim biyologu bunu söylemiştir.  Tahripkar arazi kullanımının, enerji ve su israfının, doğal sulardaki kirlenmenin, ve istenmeyen kimyasallar kullanımının tümüyle et sanayiinden kaynaklandığını inandırıcı istatistiklerle birçok kaynaktan doğrulatabilmek çok basit artık günümüzde. Fakat bu kaynak yönelimli vaazların ahlaki boyutu milyar dolarlık kapitalist şirketler ve onların koruyucusu politikacılar tarafından sürekli maniple edilmektedir tabii ki hedef kitlesi tüketicilerinin onayı alınarak. ‘Avlanmak doğaldır’ diyen ve bu haklı etobur mirasımızı bırakmamız halinde doğada nüfus patlaması yaşanacağını iddia ederek vızıldananlardan gelen türcü sesler sesimizi bastırmaya devam ediyor. Bu fazlasıyla palavradır! Gene de pek çok kişi, bir sürü bilimsel ıvır zıvırla kafa karıştırıp, hem çevremize iyi bakıp hem de et yemeye devam edebileceğimizi ustaca öne sürebiliyor.  Bundan da, buğdayın, çavdarın ya da yulafın öldürülmesinin bir sığırın mezbahada kesilmesi kadar acılı ve iğrenç olduğu izlenimi yaratarak vejetaryenlerin ahlaki dayanaklarının bulunmadığı sonucuna varılıyor.

Bu çarpıtmanın mantıksızlığı, garezi ve abesliği akılları karıştırıyor, yüreklerle alay ediyor. Hayatları boyu hayvan öldüren insanlar, işlerine gelmediği zaman ayağa fırlayıp domatesleri savunmaya girişiyor.

İnsanlığın ahlaki meburiyetine karşı sorumluluğumuza değinmeden çevreciliği savunurmuş gibi yapmak, Yahudi katliamına ya da o katliamın kurbanlarını kurtarma çabasına değinmeden ‘İkinci Dünya Savaşı sırasında Üçüncü Reich’in çevreye verdiği zarar’ üzerine,  mızıldanmaktan farksızdır.  Dünyanın biyolojik tarihinde bir türün diğerleri üzerinde, yani insanoğlunun kendini beğenmiş ve karşısında direnç bulmayan katliamına -ki et yemek, bu vahşetin en hesaplanmış, en geniş ve en acımasuız kısmıdır- karşı gösterilen duyarsızlık bana canavarca cehalet ve bencillikten başkasını düşündürmemektedir.

Bu cehalet, ayartıcı bin yılın yıpranmış mantığının vurdumduymazlığını, bencilliğini ve hoşgörüsüzlüğünü maskelemektedir ki aynı mantık, bugün kendini çevreci ilan etme küstahlığını gösterenler tarafından sahiplenilmiştir.
Ahlaki boyut gözardı edilerek çevre bilincine ve çevremizdeki ekolojik katliam sorununa çözüm üretilemez.

Türlerin büyük bir hızla tükendiği, hayvanların evrensel bir kuşatma altında oldukları ve böylesi bir katliam için insani nedenlerin teşhis edilemeyecek denli çokluğuna dair gerçeklerde tartışılacak bir yan yoktur. Pek çok türün tükendiğine dair onca bilgimiz varken, insan nasıl et yemeye devam edebilir?

Bunların tümü, et yemekle çevreciliğin birbirine uyumlu güçler olduğunu öne sürenlerin açgözlüğünde, aptallığında ve tembelliğinde birleşiyor. Et yemekle çevrecilik uyumlu değildir. Et yemek dildeki tat alma cisimciklerinin bir işlevidir;  kontrol edilebilir. Kasabın masum bir hayvanı katletmesi için gerekli içgüdü, sırf yemek için mahallemizdeki bir kasabı öldürmeye bizi itecek içgüdüden daha fazla değildir. Et bağımlılık yaratan bir kimyasal madde değildir.  Birkaç diğer türde yoksa da, bizde bunu aşacak güç mevcuttur. Dünya üzerindeki enerji transferinin yüzde doksan sekizinin et yemekten değil, bitkisel beslenmeden geldiğini unutmayınız.

Bunu bir kere sahiden farkettiğinizde, farkındalığınız devam eder; çünkü bu, karmaşık değişimler dünyasında bilincinizin açıklığı ve ahlaki yeganeliğiniz haline gelir.  İnsan nasıl bisiklet kullanmayı, bıraksa bile unutmazsa, yağmur ormanlarının, mercan resiflerinin, deltaların yok edilişinin felaket veya nükleer savaşın son olduğunu da unutmaz.

Karnabahar yapraklarının, bir hindi kadar acıya karşı duyarlı ve çaresiz olduğu tartışması doğru ya da yanlış olabilir. Her canlı organizmanın acı çektiği şüphe götürmez bir  gerçektir. Ama tartışma hayvanlarla bitkiler arasındaki tüm farklılıkları sıfıra indirgeyerek HER ŞEYİN öldürülmesini meşru kılmayı amaçlayanlar tarafından saptırılmaktadır. Hayatta kalacaksak, şiddeti en aza indirgemeliyiz: insanın içindeki katili değiştirmek için, tıpkı tedavi altına alınmış alkolikler gibi adım adım önlemler almalıyız. Bunun başka yolu yoktur.

Et yiyenler, insanın içindeki katilin, bu gezegen çapındaki felaketin farkına varmıyorlar çünkü hayvanlara yönelik gündelik kötülüklerini yüzlerine vuracak bir yaptırım veya fikir birliği ya da yemek için öldüren insanlara karşı bir önyargı oluşmamıştır. Dünyadaki pek çok kültür avcılarına gururla bakar, yeteneklerine ve üretkenliklerine bayılır. Genel görüşten cesaret alan, kan hevesinin bedelinden muaf et yiyicisi, her saniye acılar içinde yok edilen milyarlarca hayvana karşı mutlu bir cehalet içinde kasaplığı durmaksızın savunmaya devam etmek için her türlü istihkama, diğer et yiyicilerin saf büyüklüğüne sahiptir. Öldüren o kadınlar, erkekler ve gençler, tüm canlılar arasında insaniyetten en uzak duranlardır. Hayvanlar öldürdüğü için insanın da vicdanı sızlamadan öldürebileceğini söylemek en başta her şeyden önce vicdanın büyülü amacı ve varlık nedenini yadsımaktır. Biz çobanız, daha iyisini biliriz; hatta bazıları hayvani evrimin önderleri olduğumuzu bile söyleyebilir. Eğer bu doğruysa, o zaman Dünya’ya erdemli, nazik ve düşünülmüş bir örnek yaratmak sorumluluğunu taşıyoruz demektir. Kontrol altına alınmamış et tüketimi herkes için ekolojik, tıbbi, ve ruhsal bir felakettir.

Et yemek, özen ve kendine hakimiyete açgözlülükle karşılık verecek ve yarım milyar yıllık biyolojik çabanın ulaştığı yaşam gücüyle alay ederek bu inanç sisteminin yüzüne tükürmektedir.

Sadece Birleşik Devletler’de her sene yaklaşık yedi milyar memeli ve kanatlının yenmeye mahkum edilmesine sırtımızı dönerken, sözde gezegenimizi önemsiyormuşuz gibi gösteriler yapamayız. Uluslararası düzeyde tüketilen hayvan sayısı hiç hesaplanmamıştır ama on milyarlarca olduğu kesindir. Sadece bir lokanta zinciri, pek çoğunun arasında sadece bir tanesi, ilanlarında yüz milyon hamburger sattığını ilan etmektedir.  Ve bu durum devam etmektedir.

Doğanın, yürek, beyin ve bilinçle ödüllendirilmiş çocukları sıfatıyla daha iyisini becermek zorundayız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder