16 Ekim 2011 Pazar

Katrina Fox - Mutlu İnekler


Hayvan Hakları Neden (Hâlâ) Feminist Bir Konudur?

“Mutlu İnekler” göklerde koşup oynuyor….

Satya online sitesinden

Katrina Fox

Yakın zamanlarda Sydney Avustralya’da son 15 yılda yapılan ilk feminist konferansı olan “F”’ye katıldım. Hafta sonu süren programda bir çok farklı tartışma ve workshop bulunuyordu.

Panellere en azından farklı ırktan bir kişinin katılması  için çaba gösterilmişti. Konuşmacıların çoğu beyaz ayrıcalığının farkındaydı ve bunu sorguluyordu, ayrıca bazı workshoplar erkekler ,seks işçileri, transseksüel insanlar tarafından düzenleniyordu.  Konferansta katılımcılık esası temel alınmıştı ve herkese açıktı.

Şu an kadar herşey iyi. Ancak bazı alanlarda ilerleme kaydedilirken gündemden ve gerçekten de feminist bilinçten kayıp düşmüş bulunan bir alan vardı , işte bu alan, tür ayrımcılığı: yani  canlının hangi türe ait olduğuna bakarak ona farklı değerler ve haklar atfetme durumu.

Bu durum en çok ikram servisinde belli oluyordu, ikram servisinde hayvan eti parçalarının dağıtıldığı bir bölüm vardı, hayvan eti parçaları arasında veal dana, çay ve kahveye katmak üzere bol bol süt bulunuyordu. Konferans yemeği ise vejetaryen olmayan bir restaurantta düzenlendi. Nihayetinde katıldığım konferans aslında Felaket’in F’siymiş de haberim yokmuş.

Farklı baskı biçimleri arasındaki bağlantı noktalarını kavrama başarısızlığından söz ediyorum- söz konusu durumda kadınlar ve insan olmayan canlılar arasındaki bağlantı  noktalarını kavrayamamaktan…

Feminizm ve hayvan hakları konuları ne şekilde kesişiyor?

Bütün hayvanlar yoğun bir fabrika çiftçiliği sistemi içerisinde acı çekiyor, türlerin dişi üyeleri ise genellikle en uzun süreli ve sinsi istismarlara maruz kalıyor:

    * Kafes tavukları küçücük kafeslere diğer tavuklarla beraber dolduruluyor. Gagaları sıcak bir giyotinle kesiliyor, bu kesme eylemi uç noktalarda acı verici bir süreç, çoğu tavuk kısa hayatlarının geri kalan süresi boyunca bir şeyler yemekte zorlanıyor. Bir sene boyunca hiç durmadan yumurtlamaya zorlanıyorlar, vücutları mahvoluyor, kafeslerden çıkarılıp kasalara dolduruluyor, mezbahaya gönderiliyorlar, mezbahalarda kesimi beklemek için bir taşıma kayışına baş aşağı zincirlenerek asılıyorlar. Bu süreç boyunca hayvanların çoğu bir çok kırıkla yaşamak zorunda kalıyor.
    * Süt endüstrisi insan türünden olmayan dişi hayvanların (feminist hareketin kadınların kendi vücutlarını ve üreme sistemlerini kontrol etme hakkı uğruna mücadele etmeye verdiği önem düşünülünce bu kesinlikle feminist bir konu) üretim sistemlerinin kontrol  edilmesi üzerine inşa edilmiştir. İnekler sürekli hamile bırakılır, böylece bebekleri (insanlar gibi dokuz ay taşıyarak) ve bebeklerinin sütü bu hayvanlardan çalınabilir. İnekler yavrularını kaybedince acıyla bağırıyor. Dişi danaların boynuzları ve meme başları anestezi kullanmadan kesilir, bazı yerlerde kuyrukları da koparılır. Süt sağma makineleri ineğin vücuduna bağlanır, bunun sonucunda büyük ağrıya sebep olan enfeksiyonlar yaşanır, meme iltihabı gibi. Zoraki gebelik, doğum, hırsızlık ve acı çemberi ineğin vücudu artık süt üretemeyene ve hayvan mezbahaya öldürülmek üzere gönderilene dek sürüp gider.
    * Dişi domuzlar zorla gebe bırakılıp domuz bölmelerinde tutulurlar, domuz bölmeleri bu hayvanların sağa sola dönemeyeceği kadar küçük yerlerdir, bu bölmelerde hayvanlar normalde sosyal yaratıklar olduğu için sık sık delirir. Ölene dek bu bölmelerde tutulur ve sürekli gebe bırakılırlar. Doğum sonrası doğum bölmelerinde yavrularına neredeyse temas edemeden yavrularına süt vermeye zorlanırlar.

Damızlık çiftlikleri
Damızlık Çiftliklerinde “mutlu inekler”

    * Hayvan hakları grupları mezbaha çalışanlarının dişi hayvanları cinsel olarak istismar ettiğini filme çekmeyi başardı.
    * Bu sözler erkek hayvanların acı çekmediği anlamına gelmiyor; elbette bir dişi hayvanın erkek yavruları da çok az parasal değere sahip “yan ürünler” olarak görülüyor:
    * Avustralya’da erkek danalar veal dana eti olması için öldürülüyor, diğer ülkelerde de veal bölmelere gönderiliyorlar, bu bölmeler çok küçük olduğu için hayvanlar sağa sola hareket edemiyor, kasları atrofi geçiriyor. Etleri “yumuşak” ve renksiz olsun diye en temel besinlerden yoksun bırakılıyorlar.
    * Kafeslerde doğan erkek civcivlerden anından kurtuluyorlar- genelde canlı canlı doğrandıkları makinelerin içine atılıyorlar.

Bu yüzden, ironik olması bir yana feminist bir konferansta yeşil milletvekili ve vegan Lee Rhiannon’un kürtaj hakları konusunda konuşmak üzere davet edilmiş olması gerçekten hayal kırıklığı yaratıyor. Buradaki ironi ise yemekte yenen şeyin başka birisinin vücudu (olasılıkla bir dişinin) ve sıvıları (kesinlikle dişi) olması ve insanlar kendi uğradıkları baskılardan ve bedensel üretimde özerklik uğruna mücadele ederken bunları yiyip içebilmesi oluyordu.

Hayvan hakları modern feminist gündemden neden çıktı?

70 ve 80’lerde feminizm ve hayvan hakları arasında daha güçlü bir bağ vardı, ayrıca bu ikisi arasındaki bağlar daha fazla kabul ediliyordu. Peki sonra ne oldu?

Ekofeminizm terimi ve  onun hayvanlarla ve çevreyle bağlantısı günümüz feministlerinin zihninde ne gibi düşünceler uyandırıyor?

Bazıları bunu kadınların dünyayla bağına ya da bazı ekofeministlerin porno karşıtı, seks işçiliği karşıtı ya da transfobik söylemine bağlıyorlar. Bütün pornoların kötü olduğu, bütün seks işçilerinin bilseler de bilmeseler de aslında bir kurban olduğu ve cinsiyetinizi değiştirmek için cerrahi ve hormonal bir tedavi geçirmenin doğal olmadığı şeklindeki genellemeler bir çok feministi yabancılaştırmıştır, özellikle de eşcinsel ve genç feministleri.

Ancak bu ekofeminizm içindeki söylemlerin yol almadığı anlamına gelmez-gerçekten de ekofeminist teorinin çoğu özcülük kavramlarının ne kadar sorunlu ve gerici olduğunu ortaya koymuştur

Ancak popüler medyada ve blog dünyasının feminist bölümünde feministler beden imgesi, pop kültür analizi –hip ve trendy  konular gibi- ve raunch kültürüne (alt sınıf davranışları ya da sosyal olarak anormal kabul edilen cinsel davranış) odaklanırken ekofeminist teori bir kenara itiliyor, “eski kafa” ya da “hiç cool değil” gibi bir şekilde bir kenara atılıyor, oysa  aslında ekofeminist teori eskisine kıyasla çok daha bağlayıcı bir konuma gelmiş bulunuyor.

Elbette PETA gibi hayvan hakları gruplarının da  feminizm ve hayvan hakları konularının birbiriyle bağının kopmasına seksist ve bazı yerlerde ırkçı reklamları sebebiyle katkıda bulunduğunu söylememiz gerek.

Irk Meseleleri

Irk meselesi de baskı çeşitlerinin kesişmesi konusuna dahil.

Sistah Vegan adlı yeni kitabında Breeze Harper siyah ve vegan kadınların nasıl beslenip yemek yediği, ekolojik sürdürülebilirliği nasıl algıladıkları, sağlık ve iyileşmeye nasıl baktıkları, hayvan hakları, anne baba olmak, sosyal adalet, ruhsallık, saç bakımı, ırk, cinsellik, kadıncılık, özgürlük ve kimlik konularında ne düşündüklerini ortaya koyuyor ve son derece haklı olarak beyaz ırk bilinçliliğinin ve popüler hayvan hakları hareketi ve vegan basmakalıplarının hep aynı şeyi işaret ettiğini gösteriyor: ayrıcalık, beyaz ve zayıf bir vücut.

Kitaptaki bu düşünceler Afrika diasporasından Kuzey Amerikalı kadınların düşüncelerini yansıtıyor ve ortaya koyduğuna göre bu kadınlar veganizme hayvan hakları aracılığıyla ulaşmamışlar. Aslında bir çoğu yeme biçimlerini değiştirerek sağlıklı yiyecek seçimleri ya da çiğ gıdaları tercih ederek vücutları üzerindeki sömürgeleştirmeye son veriyorlar.

Ancak, vegan olma mesajını yayarken beyaz insanların ağırlıkta olduğu bir hayvan hakları hareketinin ırk, sınıf ve cinsiyet konularını da düşünmelerini sağlamak önem taşıyor: Organik, adil ticaret ve zulüm bulaşmamış yiyecekleri almaktansa Mc Donalds’ın Happy Meal’ını almak daha ucuz olabilir. Bildiğimiz gibi yoksulluk içinde yaşayan insanların çoğu Batı toplumlarındaki kurumlaşmış ırkçılık sebebiyle daha çok siyah insanlardan oluşuyor.

İttifaklar ve Koalisyonlar Kurmak

Bu yüzden koalisyonlar kurarak baskı çeşitlerinin kesişmesine yönelik bir farkındalık yaratmak önemli: kadınlar, feministler olarak adalet mücadelemizin ırkçılık, homo/transfobi, sınıf ve tür ayrımcılığı ve etik olmayan şirketlerin utanmadan “yiyecek” diye etiketlediği ürün promosyonları aracılığıyla  gezegenin yıkıma uğratılması ve sağlığımızın zarar görmesinin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğunu anlamamız gerekiyor.

Kolay bir şey olduğunu söylemiyorum. İttifak kurmak kendi ayrıcalıklarımızı kabul edip davranışlarımızda, eylemlerimizde ve hayat tarzlarımızda büyük değişimler yaratmak demek. Breeze Harper’ın videosunda söylediği gibi: dönüşüm konforlu bir şey değildir. Zordur; çünkü kimliklerimizi cinsiyet, ırk ve tür üyeliğimizin sağladığı ayrıcalıkları sürdüren süreçlerle inşa ederiz.

Harper’a göre  birisi bir diğer insana yaklaşıp da “senin eylemlerin bana zarar veriyor (seksist, homo/transfobik, ırkçı ya da tür ayrımcısı), bir sorun olduğunu görüyorum, bu konuda konuşabilir miyiz?” dediğinde genelde iki şey olur.

Birincisi, karşımızdaki kişi savunma pozisyonu alır ve yaptığı şeyin başkalarına olumsuz bir etkide bulunduğunu kabul etmeyi reddeder. İkincisi ise söz konusu kişi bir aydınlanma ânı yaşayabilir, ardından farkındalık eksikliği ve başka canlıların acı çekmesine neden olduğu sebebiyle kendini kötü hissedebilir.

Hayatımızın farklı dönemlerinde bilgi ve farkındalığımızın arttığı idrak anları yaşarız. Bu yüzden feministler olarak nihayet kendimizi  ırkçı veya homo/transfobik olmanın kabul edilebilir bir şey olmadığını  anlamaya açık olabiliriz, bu bilinç, tür ayrımcısı olmamaya da açık olmamız noktasına kadar genişletilebilmeli.

Multi milyar dolarlık hayvancılık endüstrileri sütlerini bile isteye veren “mutlu inekler” reklamlarıyla müthiş bir iş çıkardı, hayvancılıkta yaşanan her türden işkence dolu pratikleri gizlemeyi de başardılar, yazının başlangıcında sözü edilen işkenceler de dahil.

Çiftlik hayvanları acı, korku, kayıp ve yas duyduları hissediyorlar. Onların vücutlarını ve sıvılarını tüketerek onların işkence görmesi ve istismar edilmelerine onay vermiş oluyoruz. Feministler olarak  insan türünden olmayan canlılarınki de dahil diğer canlıların mücadelelerine destek veren ve onları önemseyen bir etik standarda sımsıkı tutunmalıyız, yoksa bizleri kadınlar olarak baskı altına alıp ezmek isteyen ataerkillikten hiç bir farkımız kalmaz.

Buradaki mesele insan YA DA hayvan hakları için mücadele etmek değil, feminist gündeme VEYA hayvan haklarına katılmak da değil. Tecavüz kriz merkezi başlatmak yerine dirikesim karşıtı bir gösteriye katılmanız gerekmiyor,  ama en azından günlük tüketimlerimizde, özellikle de feminist konferanslarda insan türünden olmayan canlıların sömürülmesine destek vermemeyi seçebiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder