16 Ekim 2011 Pazar

Richard Dawkins - Rasyonel Bir Yaklaşım


 RASYONEL BİR YAKLAŞIM

Mira Fong

“Hayvanları birbirinden kopuk türlere ayırmayı seçenler bizleriz. Aslında sadece kuyruksuz maymunlar değiliz, aynı zamanda Afrikalı kuyruksuz maymunlarız. “

Richard Dawkins

Halkın Tepkisini Karşılaştırmak

Yakın zamanlarda PBS’te Şempanzeler- Doğal Olmayan Bir Tarih adında bir program yayınlandı, program bir zamanlar tıbbî araştırmalarda kullanılan ama artık barınaklarda emekli olmalarına izin verilmiş şempanzelerle ilgiliydi. Emeklilikten önce bu şempanzelerin bazıları uzay programlarındaki pilot denemeleri için de kullanılmıştı. Ancak, kahramanlar diye selamlananlar sadece insan astronotlar oldu. Tersine, şempanzeler kemik iliği transplantı , ciğer biyopsisi vb. araştırmaları için tıbbi laboratuarlara transfer edildiler. Bu hayvanların çoğu insanlar tarafından yaratılmış AIDS ve hepatit gibi hastalıklara yakalanmışlardı.

Her bir şempanze Nazi toplama kamplarındaki tutuklular  gibi numaralarla damgalandı; çığlıklarını sağır kulaklardan başka duyan olmadı. Programın sonunda gözlerimi yaşartan bir olay oldu, laboratuardan barınağa gitmesine izin verilen bir şempanzen artık açık havada ve yumuşak  çimler üzerinde yürüyebiliyordu. Yüreklerimiz şempanzenin ağacın tepesini çıktığını gördüğümüzde coştu; artık kilometrelerce uzaklara bakabilecekti gözleri.

PBS’in başka bir belgeseli var: The Suicide Tourist-İntihar Turisti; bu belgesel bu yıl gösterildi ve halktan oldukça duygusal tepkiler aldı. Görünen o ki insanla  ilgili meseleler insan olmayan canlılarla  ilgili konulara baskın çıkıyor. Buradaki hikâye bir sinir hastalığından acı çeken bir hastayla ilgili, bu hasta İsveç’te bir klinikte kendisine ötenazi uygulanmasını istiyor. Ailesinin desteğiyle klinikte huzur içinde  ölüyor. Belgesel oldukça duygusal bir hikâye anlatıyordu, bir çok izleyici yardım görmüş bir intihar konusunda etik ya da dîni bir açıdan olaya yaklaştı ve tartıştı.

Çoğu insan için ölmekte olan bir insana bakmak zordur, intihar ise insanları daha da huzursuz eder; çünkü ölümü reddedişlerine bir tehdit yöneltmiş olur. Ancak konu hayvan acısı olunca, bir hayvanı bir kafes içinde acılar  içinde kıvranırken görünce hayvan için üzülsek bile olayı meşrulaştırıcı bahaneler buluyoruz hemen; çünkü hayvanların ahlâkî bir bağlayıcılıkları bulunmuyor. Bu yazı hayvan acısına yönelik vurdumduymazlığı ve derin etiğin anlamını keşfetme amacı taşıyor- derin etik, etikle  ilgili daha geniş ve daha tutarlı bir yaklaşım olup gerçek sağlık adına ruhsal bir temel kurmak anlamına da geliyor.

Psikolojik Bir Kopuş

Ahlâki ilerlemeye direnme sebeplerimizin – merhamet  çemberimizi genişletmeye çalışmamız- psikoloji, kültürel ayrım, sosyal faydalar ve yasal sistemde derin kökleri bulunuyor:

Öncelikle, ölümün reddedilmesi:  sanki insanlar ölümlülüğü aşabiliyor ama hayvanların ölümü hem kaçınılmaz hem de doğalmış gibi davranılıyor. Ölüme yönelik kolektif nevrozumuz kendini hayvanlar üzerinde sürdürülen deneylerde  belli ediyor. Tıbbî araştırmalar hayvanlar üzerinde her türden deneyler yürüterek  tedaviler bulup ölümle savaşmaya çabalıyor. Böylesine bir çaresizlik yüzünden, kendi kaderimizden kaçmak adına diğer hayvanları kurban ediyoruz.

İkinci olarak, kendi kendimize gelin güvey olduğumuz türden bir sahiplik iddiasıyla insanlar ve diğer canlılar üzerinde efendi-köle hukuku yaratmış bulunuyoruz. Köleler olarak insan olmayan canlıların hiç bir hakkı yok ve efendilerinin merhametine muhtaçlar. Yasal sistemimizde hayvanların bir pozisyonları yok; hayvanların kişilikleri olduğu (özerk bireyler olduğu) reddediliyor, bir eşya gibi sahiplenilmelerine izin veriliyor.

Üçüncü olarak, kültür ve doğa arasında bir ayrım var. İnsan etkinlikleri temelde kültüreldir (yani daha büyük bir kortekse sahip olmanın bir sonucu olarak böyledir). Doğaya insan çıkarlarına hizmet edecek kaynaklar gözüyle bakılır. Bu tür psikolojik kopuşlar çevre yıkımının ana nedenidir.

Ahlâkî hükümlerimiz birbiriyle çelişen duygusallıklarla kirleniyor. Bu yüzden şempanze programının gönüllü intihara kıyasla daha az ilgi görmesi şaşırtıcı olmamalı. Homo sapiens’in köken olarak Afrikalı olduğunu, üç milyon yıl önceki büyük kuyruklu maymunlardan birisi olarak ortaya çıktığını unutmuş gibiyiz.

Tarihin Bize Anlattığı Şey

Bütün hayvanlar hayatta kalmak için avlanmak zorunda. Ama insanlar tahakküm kurmak için birbirleriyle savaşabiliyor, milyonlarca insanı öldürebiliyor, bu, evrimin meşru gördüğü biçimlerin çok ötesinde bir durum. Daha da doğal olmayan bir şey varsa o da hapisane sisteminin(hayvanlar ölene dek esir olarak yaşıyor) icadıdır, savaş tarihimiz gibi. Peloponez savaşlarında, Roma yayılmacılığında, Haçlı Seferlerinde, 30 yıl savaşlarında, eyalet ve devletler iindeki sivil savaşlardan ve son 2 dünya savaşından sonra… bu savaşlar bize ne anlatıyor? Tukididis Peloponez savaşını gözlemleyip kaydettikten sonra insanın şiddet dolu ve düşmanca doğasına  ilgi duymuştu.

Krişnamurti eski konuşmalarından birinde şöyle söyler: “insanlar bütün tarih boyunca savaştılar, milyonlarca, milyarlarca  insanı kurban ettiler. Savaş ve silahlar için kullanılan modern teknoloji daha büyük yıkıma yol açabilme kapasitesini artırıyor.  Buna ek olarak, doğaya karşı yürüttüğümüz savaşta milyarlarca , milyarlarca hayvanı katlettik. 20. yüzyılın başlangıcından bu yana 50 binden fazla balinayı yok ettik…”

Perikles, Alexander , Napolyon ve nice diğer savaş kahramanı ,tarih kitapları tarafından göklere  çıkarılsalar bile sonuçta savaşa düşkün tiplerdi; iktidar için çarpışıyorlardı. Aynı agresyon, sömürgecilik ve emperyalizmde de bulunabilir. Bir çok fatih erdemiyle değil, askerî gücüyle fethetmiştir  toprakları.

Bugün süper teknoloji yardımıyla insanlar doğaya karşı tehlikeli savaşlar yürütüyorlar, toprağı, okyanusu ve gökyüzünü tehdit ediyorlar. Esir edilip katledilen hayvanların sayısı astronomik bir seviyede. Uzun zaman önce, Paleolitik çağda hayvanlar ve insanlar Lascaux mağarasındaki resimlerde eşit durumda çizilmişti.

Doğa Ne Söylüyor?

Doğa karşısında bütün yaşamlar eşit ve içsel bir değere sahip (empoze edilmiş değerlere karşı).  Üstün ya da aşağı olmak diye bir şey yok. Hayvanlar doğanın ihtişamının ifadeleri. Her biri özgür doğmuş olup kendini muhafaza etmek için içsel bir bilgiye sahip. Bunun tersi olarak homo sapiensin davranışı adil olmaktan çok uzak. Unuttuğumuz önemli birşey  var: bütün türlerin EŞİT ŞEKİLDE evrim geçirip çoğalmasını sağlayan şeyin dünya ısısının dengeli ve hoş koşullarına bağlı olması.

Eğer insanlar etik, zeki ve spiritüel varlıklar olduklarını düşünerek gurur duyuyorlarsa uygarlık neden bugüne dek doğanın demokratik pratiğine yardımcı olacak birşey yapmayıp tam tersine onun aleyhine hareket etti? Diğer hayvanları yasal koruma sınırlarının dışında tutarak hayvanları çiftlik hayvanlarına, laboratuar aletlerine , mülke ve iş girişimlerine dönüştürüyor ve onları ekonomik değerlerle bir tutuyorlar.

Peki vahşi hayata nasıl davranıyoruz? İnsanlar hayvanların doğal yaşam alanlarını ihlal ederken bu hayvanlar sık sık tuzağa düşürülüp avlanıyor. Dağ aslanları, ayılar, yaban atları, çakallar ve çayır köpekleri, bunların hepsi toprağın ruhu, doğanın işleyiş düzeni ve bu hayvanların çıkarları bizim çıkarlarımıza ters olduğu an, yapılan tek şey onların ortadan kaldırılması oluyor.

Ahlâki Bir Zorunluluk

İlk insanlar gibi, diğer sosyal hayvanların da kendi kabile kültürleri var, özellikle de büyük kuyruklu maymunlar, balinalar, yunuslar, filler, kurtlar ve diğer hayvanlar arasında durum böyle. Aile ve sosyal ilişkilerde geçerli rütbeleri de şaşırtıcı bir şekilde Konfüçyüs’ün etik anlayışına benziyor; aile bağlarını kurma biçimleri de bizimki gibi. Doğa tarihinde homo sapiens hayvan yaşamını oluşturan kontinyumun bir parçası. Her bir hayvan hem benzersiz hem de bilinçli bir birey olup kendi çevresinin farkındadır.

Bugün, insan nüfusu büyük bir patlama yaşarken hayvanların gıda olmasına dair taleplerde de büyük bir artış var. Her yıl dünyadaki fabrika çiftliklerinde 58 milyardan fazla inek, domuz ve tavuk esir ediliyor. Hayvan sömürüsünün metodları sistemli ve  kurumlaşmış bir operasyon görünümünde. Bir zamanlar uysal ve bilinçli bir yaratık olan hayvanlar dilsel bir hasır altı etme operasyonuyla biftek, hamburger gibi etiketlerle özünü değiştiriyor, bu da diğer canlılara yönelik ahlâki duyarlılığımızı ortadan kaldırmak için etkili bir yol.

Ahlâki zorunluluk nedir ? Alman Aydınlanma çağı düşünürü Kant’a göre ahlâki zorunluluk kişisel talepler karşısında aklın üstünlüğünü ilan etmesidir. İnsan diğer canlılara amaç olarak bakmalıdır, araç olarak değil. Kant’ın ahlâk teorisi genel anlamda insanlık içindir, ama samimi bir ahlâki görev duygusu fiziksel ve duygusal anlamda acı çekme kapasitesine sahip olan her canlıya sempati duymayı içerir. Peki neden bir zorunluluk bu?Çünkü insan başka bir canlının acı çektiğini idrak ettiği an ona ahlâken tepki vermeye zorunludur, iradesi ve aklının emrindedir.

Postmodern Nihilizm

İnsanların diğer hayvanlara yanlış davranışını sona erdirecek bir yol olmadığı gibi kendi ahlâki ve ruhsal acılarını sona ermesi mümkün değil. Acaba hiç merak ediyor muyuz bunca maddi gelişmeye ve konfora rağmen insanlar hâlâ daha alkole, uyuşturuculara, uyku haplarına ve sakinleştiricilere sığınarak anlamsızlık hissinden kaçmak, hayatlarını yaşamaya çalışıyor?

Bütün hastalıkları iyileştirecek  en gelişmiş ilaçlara rağmen insanlar neden hâlâ daha zihninin işkencesinden kurtulmaya gerek duyuyor? Çağlar boyunca düşünürler, dini liderler ve bilgelerin hepsi şu konuda fikir birliğine varmıştı: çaresizlik hiç bir hayvan deneyinin hiç bir tedavi sunmayacağı bir ruh hastalığıdır.

Felsefi olarak nihilizmin sebebi Arthur Schopenhauer tarafından şöyle açıklanıyor:” tarih bize ulusların yaşamını gösterip anlatamak  için sadece kargaşalar ve savaşlar getiriyor önümüze; barış ve huzur dolu yıllar sadece savaşlar arasındaki kısa duraklamalar ve beklemelerden ibaret. Aynı şekilde bir insanın yaşamı da sürekli bir mücadeledir ve sadece arzu ve sıkıntıya karşı bir metaforik mücadele de değildir, diğer insanlara karşı da hakiki bir mücadeledir. İnsan her yerde düşmanları olduğunu farkeder, sürüp giden çatışmalar içinde yaşar”. Yapılabilecek tek şey  Epikürcü bakışa yakın olan, o anlık keyfe kendini bırakmaktır, “yaşamdan alınan keyfi çoğaltmak” için çabalamaktır; ama acaba ruhun hastalığından kurtarabilir mi kendini?

İronik olarak, hayvanların yaşam alanları küçülür ve yiyecek kaynaklarını kaybederken insan nüfusu obezite sorunu ile beraber büyüyor (o da hayvan eti tüketmekten kaynaklanıyor). Çoğu sağlık dergisi kilo vermekle  ilgili hikayelerle dolu; ama çabalarının zor olduğu ortada.

Aşırı nüfus artışı sorununu artık görmezden gelemeyiz, bu da bütün problemlerin tam ortasında yer alıyor, mesela sosyal kaos, hayvanların çektiği yoğun acı ve çevre krizinin giderek daha kötü bir hâl alması gibi. En acil mesele bugün  insanın ömrü ile sağlıklı bir gezegen arasında nasıl bir denge kurulması gerektiği. Buzullar hızla erirken ve denizdeki yaşam kalın petrol tabakalarına bulanırken, türler yok olup giderken kafası karman çorman olmuş yalnız bir yaratık olmaya nasıl devam edebileceğiz? Genç insanların hayatlarının ümit ve rüyalarla dolu olması gerekirken bu gençler arasında intihar neden bu kadar yaygın?

Postmodern dünyanın atmosferi sessiz bir yas atmosferi. Eugene Thacker’in sözlerini burada anabiliriz:” dünyanın tam ortasında hiçliğin yaratılmasına şahit olmanın ters yüz edilmiş bir anıtı”. Kendimizle onlar arasında yarattığımız bariyer yani doğaya karşı teknoloji yeni çevreci nihilizmin ana sebebi.

Zamanı Geçmiş Bir Paradigma

Endüstri devriminden beri başardığımız kalkınma hâlâ daha maddi bir düzeyde bulunuyor. Adalet duygumuz ve ahlâki zorunluluklarımız arkada kaldılar.  Bunlara bir örnek olarak büyük kuyruklu maymunlar üzerinde yapılan tıbbî deneyleri verebiliriz, bu hayvanlar insanlarla genlerinin %99’unu paylaşıyorlar, ve hiç biri tıbbî araştırmalardan uzak tutulmuyor.

Şu anda ABD dünyada araştırmalarda en çok şempanze kullanan devlet. Şempanzeler kalp hastalıkları araştırmalarında  kullanılıyor. Kalp hastalığı bir çok ülkede en çok ölüme sebebiyet veren hastalık olup genetik faktörlerle bağlantılı ama obezite ile de alâkası var, yoksulluk, çevresel stres, madde bağımlılığı ve fast food endüstrilerinin çok yaygın olması sebebiyle yüksek oranda et tüketimiyle de ilgisi var. Kalp hastalıklarına daha akılcı ve daha az paraya mal olan bir strateji ise sağlık eğitimine ve stres yönetimine odaklanmak olmalı. Milyonlarca doların hastalık sahibi olmayan hayvanlar üzerine harcanması hem etik değil hem de israfın ta kendisi.

Bir türün sağlık durumu ve refahı, bir başka türün yok olması karşılığında mı elde edilmeli? Başka bir güneş sisteminden gelen zeki yaratıklar homo sapiensi laboratuarlarında kullanmaya karar verirlerse ne  olacak? Diyelim ki uzayda yolculuğu incelemek, organ nakli ve insan davranışı/psikolojisinin incelenmesi için böyle bir araştırma yapılıyor olsa? Acaba onurumuz  için mücadele eder miydik? Etik eşitlik adına tartışır mıydık? Belki de bu yüzden fizikçi ve  kozmolog Stephen Hawkins uzaydaki varlıklarla temasa geçilmemesinin daha iyi bir seçenek olduğunu söylemiştir.

Araştırmacı bilim adamlarının çoğu çalışmaları için ortak bir iddiayı paylaşıyor, o da şu: hayat kurtarmak ve insanlığın yararı için çalışmak, sanki tıp ölümü engelleyebilirmiş gibi, bu da hayvanların deneylerde kullanılmasına hiç bir sınır getirilememesine yol açan bir ilüzyon. Kaçınılmaz sonumuza karşı bu savaşı kazanma şansımız var mı?

Eğer insan hayatını kurtarmak böylesine asîl bir eylemse ve kimsenin bile isteye ölmesine izin verilmiyorsa o zaman neden kitlesel ölümlere yol açacak silahların geliştirilmesine milyarlarca dolar para harcanıyor? Bu parayı insancıl amaçlar için harcamamız gerekmez mi? Meselâ çevreyi korumak için? Sağlık, eğitim ve  koruyucu hekimlik için meselâ, bunlar sağlık bakımı yönetiminde çok daha az maliyet gerektiriyor?

Bilim hayatın gerçeklerini inceler, icat eder ve teknoloji yaratır. Ama Bilgi felsefi araştırma gerektirir, hikmet sahibi olmaı gerektirir. Bilimsel araştırmalar yeni bir etik paradigmayla ilerlemek zorunda, bu yeni paradigma akıla ve derin etik kavramına dayanıyor.

Etik ve Sağlık

İnsanlar bugün daha sağlıklı ve daha uzun süre yaşıyor; ama gene de içsel bağları kopuk olarak yaşıyorlar. Ticari bir çağda sağlık pratiği çok aşırı uyuşturucu kullanımının yanında fiziksel ihtiyaşlarına sonu gelmez bir şekilde hizmet etmek için akla gelmedik yöntemlerle dolu. Propagandalardan etkilenmemiş bir sağlığı nasıl değerlendirebiliriz? Elbette fiziksel sağlık yaşam için hayati öneme sahip ama her bir bireyin sağlığı, her bir türün sağlığı sağlıklı ve  işlevsel bir çevreye yaslanmak zorunda. Nihayetinde sağlık ve  çevre etiği pratikleri birbirinden ayrılamaz.

Henry David Thoreau Walden  adlı eserinde şunları yazar: “yaşamımız insanı şaşırtacak derecede ahlâkla alâkalıdır. Erdem ve zaaflar arasında bir an bile ateşkes söz konusu değildir. Iyilik asla başarısız olmayan yegâne girişimdir.” Gerçek sağlık fizyolojik fonskiyonların sürekliliği değildir sadece, gerçek sağlık ayrıca daha büyük bir yaşam ağı içerisinde kişinin içsel ruhsal ve ahlâki uyumluluğunun bu yaşam ağıyla olan karşılıklı ilişkilerine yansımasıdır: kişinin kendi refahı ve sağlığı için ihtiyaç duyduğu şeylerin hepsi, bütünün refahı ve sağlığı bağlamında ele alınmalıdır.

Çağlar boyunca bilge ve arif insanlar her zaman sükûnet dolu ve etik bir hayat yaşadılar. Onların o içsel huzuru kendini soyutlamış bir zihinden kaynaklanıyordu. İsa (a.s), Pisagor, Plato, Plutark, Tolstoy  Gandi gibi mistikler… hepsi de şiddetten uzak durma etiğini benimsemiş insanlardı, ayrıca vejetaryendiler. Onlara göre, iktidar ve zenginlik peşinde israf edilen bir hayat ruhsal bir yoksulluğun kanıtıdır. Etik derin bir hüsn- ü niyet yani güzel niyetlilik, kişinin daha büyük yaşam ağına hissettiği ahlâksal bir canlılık bağıdır (hem yaşama, hem ölüme açık olmak). Ruhsal bir boyut oluşturmadan sağlığın anlamı bedensel işlevin görevini iyi bir şekilde yerine getirmesi demektir. Merhametsiz bir kalp, mutluluğun ne  olduğunu bilmez.

Adalet Nedir? Bütün Yaşamları Eşit Kılan Nedir?

Mutluluk nazik bir kalpten ve adalet duygusundan kaynaklanıyor, bu görüş ilk dönem Yunanlılarına ait. Gerçek adalet nedir? Plato’nun Devlet adlı eserinde Sokrat ve Glaucon arasında bir diayolog vardır.  Antagonist olarak Glaucon kendi çıkarlarına  kullanmak üzere adaleti iktidardakilerin belirlediğini söyler ( ve bu bir çok insanın diğer hayvanlara karşı neden sorumluluk duygusu hissetmediğini de açıklar). Sokrat karşı çıkar,  adil bir kişinin başka hiç kimseye zarar vermeyeceğini, dahası adil olmanın kendi içinde bir amaç olduğunu yoksa kişisel çıkarları hayata geçirmek  için bir araç olmadığını söyler. Sokrat için adil bir insan nazik ve iyi düzenlenmiş bir ruhtur, üç ana erdemin bir araya gelmesinden  oluşmuştur: bilgelik, cesaret ve ölçülülük. Bunlar ayrıca olgun bir etik duygusunun da içsel özellikleridir.

Gerçekten de  taraflı ve adaletsiz bir ahlâki görüşte ısrar ederek ağır bir bedel  ödüyoruz. Sonunda kazananlar kaybetmiş oluyor. Hastalıklarımızın esas tedavisi ruhsal bir meseledir. Gerçek sağlık insanın içsel uyumundan, hüsn-ü niyeti ve bilgeliğinin ekinlerinden kaynaklanır. Sokrat için iyi ve adîlane yaşamak aynı şeydir.

Hastalıklar ve  ölüm,  bağlılık ve daha büyük bir hayat ağının parçası olduğumuz duygusuyla yaşasaydık bizler için daha az  önemli olacaktı. Çünkü herşeyin ortak ve paylaşılmış bir yaşamı var. Her canlı eşit doğar; her canlının bir değeri var, başka bir canlının iradesi tarafından yargılanmamalı. Şempanze, inek ya da insan olsun bütün bu canlıların bir sorunu çözecek bilişsel bir becerisi vardır (bir karıncanın bile) ; ayrıca her birisi de kendi çevresinin bilincindedir. Tek tek her bir hayvan kendi düşünce ve hislerini ifade etmek için sesleri, jestleri nasıl kullanması gerektiğini bilir. Yüz ifadeleri sevgi hisleri yaşarken yumuşar, tehlike ve düşmanlık hisleri ile karşılaşınca kalp atışları huzlanır ve vücutlar gerilir, aynen insanların tehlikeye verdiği tepki gibi.

Taoizm naturalist bir felsefe olup bütün yaşamın kutsallığını onore eder, her canlının kendi doğal eğilimlerine göre hareket etmesine izin verilmesi gerektiğini ve bu süreç içerisinde başka birşey olmaya zorlanmaması gerektiğini söyler. Diğer bir deyişle, bir inek bir biftek değildir, bir dana veal değildir, bir kuzu pirzola değildir, bir domuz pastırma değildir

Erdem Nedir?

Yunan trajedileri hayatın sefaletini anlatan hikâyelerle doludur. İnsan kendi varoluşsal tehlikelerinin nasıl üstüne  çıkabilir? Mutluluğu nasıl başarabilir? İlk dönem Yunanlı ve Çinli düşünürler için mutluluk yolu hem erdemli hem de uyumlu bir hayat yaşamakla mümkündür. Aristo bir eserinde Sokrat’a hak vererek insanın mutluluk ve refah elde etmek için akıl ve erdemle ekin ekmesi gerektiğini söyler. Ayrıca  rasyonel ve erdemli bir ruh tarafından rehberlik edildiği sürecek hayatın olumsuzluklarından bu olaylar büyük olaylar olsa bile etkilenmeyeceğini söyler.

Sokrat incelenmemiş bir yaşamın yaşamaya değmeyeceğini söyler. Ayrıca tetkik edilmemiş bir etik görüşün (yani neyin doğru bir değer olduğunu bilmemek durumu) takip edilmeye değmeyeceğini söyler. Sokrat  için erdem insanlık için en  önemli özelliktir. Erdemli olan birisi hem adilane davranır hem de naziktir; işte bu da gerçek sağlık ve mutluluğa açılan kapıdır. Çince’de erdem kelimesi insan gözünden insan yüreğine akseden iyilik dolu bir eylemdir. Merhamet kelimesi ise aslında Çince’de  iki kelimeden oluşur: chih: nezaket ve bei: keder. İnsan acı çeken bir varlığın bakışından etkilenerek kederlenir. Merhamet de karşılıklı bir aidiyeti, karşılıklı bağımlı olma yasası tarafından birbirimize bağlı oluşumuzu hatırlamanın gerçekliğidir. Bütün yaşamlar hem neşede hem de kederde birbirine bağlıdır.

Kuşların şafaktan önce şakımasını dinlerken, ya da çakalların vahşi rüyalarından uyanır gibi ulumalarını dinlerken hayvanların neşesini paylaşıyoruz. Mutlular; çünkü özgürler ! Ayrıca  evcil hayvanlarla da arkadaşlığımız var; onların sakin sakin nefes alışı kendi türümüz arasında bulmakta zorlanacağımız türden derin bir itimat duygusu barındırıyor  içinde.

Derin Etik- Yeni Bir Mahal

Albert Schweitzer 1959 yılında Brüksel’de yaptığı bir konuşmada şunları söylüyordu: “etik ancak bütün canlıları kapsadığında derin, canlı ve tamamlanmış sayılabilir. Ancak o zaman dünyayla ruhsal bir bağlantı halinde olmuş oluruz. Buna saygı duymayan her felsefe, yaşamın muğlak bütünselliğine dayanmayan her felsefe kaybolup gitmeye mahkûmdur… Yeni bir düşünce hareketinin içindeyiz…ve insanın diğer canlıların efendisi olduğu fikrini reddediyoruz”. Schweitzer geleneksel felsefenin hayvanların ahlâki statüsüyla  ilgi tartışmaları görmezden gelme gibi bir eğilime sahip olduğunu düşünüyordu.

Derin etik bütün canlılar arasında koparılamaz bir bağ olduğunu söylemek anlamında derin ekoloji ile aynı temel prensibe inanıyor; her yaşam öznesinin özgürce yaşama hakkı vardır. Derin etik bütün yaşamın eşit bir ahlâki itibar görmeyi hak ettiği konusunda ısrar ederken bir yandan da geleneksel ahlâk felsefesindeki sınırlayıcı konumunu reddederek insanın üstün olduğu düşüncesini bir kenara koyar. Mantık açısından insan merkezli bir bakış açısı bir somon balığı ya da hindi merkezli bir görüş kadar geçerlidir.

Derin etik insan türünden olmayan dünyayı rütbelendirme ve ona değer atfetmeye yönelik ayrımcı mentaliteye muhalefet eder; insan doğanın bir parçasıdır; canlılar sisteminin dışında değildir. Geleneksel ahlâk felsefesinin kaba sınırlarını ortadan kaldırarak ancak o zaman bütün yaşam öznelerinin sahip olduğu  içsel, içkin değerleri restore edebiliriz. Bir eko-filozof olan Arne Naess derin ekoloji terimini bulan kişiydi ve var olan bütün yaşam öznelerinin yaşama hakkının evrensel bir hak olduğunu öne sürmüştü. Aynı anlam sığ etik kavramına zıt  olarak derin etik için de kullanılabilir; zira sığ etik insan türüne ait olmayan dünyanın sonsuz bir şekilde sömürülmesinden sorumlu, ayrıca günümüzdeki o yaygın nihilist ruh halinden de sorumlu bulunuyor. Kısa kesmek gerekirse, derin etik insan türünden olmayan canlıların faydacı etiketlerle etiketlenip işin kılıfına uydurulmasını reddeder.

Nihilizmin tedavisi hayvanlar dünyasına bakarsak bulunabilir. İnsan hakimiyetinin dışında diğer özgür hayvanlar gökte, okyanusta, ormanlarda ve  çöllerde hayatlarının keyfini sürebildiler her zaman, işte onlar hayatın hem neşesi hem de arzusular.

Romantik idealizmin ruhsal yönü neydi? Doğanın kutsanması ve doğanın eğitimciler, filozoflar, yazar ve sanatçılar için bir ilham kaynağı olmasının kutlanmasıydı; onlar hayvanları dünyanın şekilleri, gözleri, sesleri ve kımıldanması olarak görüyorlardı. Hayvanlar kendi çevrelerinde yaşamaktan memnunlar, hayatta kalmak içni gereken neyse onu alıyorlar, kaplan ve aslan gibi avcılar bile aç olmadıklarında avlarını rahat bırakıyorlar.

Hayvan ruhsallığı nedir? Yani her gün yeni bir gündür, her an sonsuzluktur, geçmişle ilgili pişmanlıklarla yaşamamaktır, geleceği kafaya takmamaktır. İşte bu Zen’in özüdür, Tao’nun yoludur. Bunlar işte “hayvanlığın” şiirsel yönleridir, bu kavram çağdaş felsefede tartışılmış bir kavramdır. İnsan ve insan türünden olmayan canlılar arasındaki bir bağ olarak hizmet görür. Hayvanlık sadece Varlıkların varoluşu ile ilgilenen transandantal ontolojinin yerine geçecek yeni bir bakıştır. Hayvanlık derin etik kavramının yeni mahâlidir, bütün varlıkların toprağıdır, makine tarafından paralize edilmemiştir.

Hayvanlık doüal bir spiritüelliğe de  işaret ediyor, geniş bir ufka doğru açıyor kendini. Varlık ve Zaman adlı eserinde Heidegger nesneler ve varlıklar arasındaki farklardan söz eder. Heidegger dünyayı nefes alıp veren bir gizem olarak algılar, “geniş bir patikaya doğru açılan benlik” olarak düşünür. Eğer onun bu görüşünü ilerletmem gerekirse, dünyanın gizemi (bütün doğal varlıklarla) aslında hayvanlığın özüdür. Derin etik güzel bir zihinden gelir, yaşamın nabzının temasını hisseden bir güzel zihinden.

Burada derin bir ahlâki görevle ve, insanlar ve diğer canlılar arasındaki psikolojik bir dikotomi ile ilgili ortaya sürdüğüm sorular geleneksel felsefede fazla keşfedilmemiş bir alanda eleştirel bir düşünce yolunda adımlar atılmasını sağlayabilir belki. Bu konu üzerine rasyonel bir yaklaşım insanların doğanın kanun yapıcı sakinleri olma konusundaki hakimiyetinden vazgeçmesi anlamına geliyor. Sağlıklı yaşamanın anlamı, doğanın geniş patikalarında bulunmalı- onun yaban çeşitliliği ve evcilleştirilmemiş varoluşunda.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder