İkinci-En İyi
Hayat: Gerçek Sanallık
30 Mart 2008
John Zerzan
Yığınlarca
deneysel çalışma ve bir ya da iki yüzyıllık sosyal teori, modernliğin giderek
yüzeysel ve aletler aracılığıyla kurulan ilişkiler ürettiğini eleştirmişti. Yüz
yüze ilişkiye dayanan karşılıklı olma bağlarının bir zamanlar bulunduğu yerde,
şimdi derinlik bulunmayan, manevileştirilmiş bir teknokültürün içerisinde var
olma eğilimindeyiz. Bu, endüstriyel kitle toplumunun yörüngesidir, kendisini
teknolojinin üstüne çıkarmıyor, fakat onun yerine her zamankinden daha
etraflıca gerçekleştirilmiş oluyor.
Bu bağlamda,
“sanal”ın özgün kullanımının “erdem”in sıfat formu olduğuna işaret etmesi akla
geliyor. Sanal gerçeklik yalnızca narsist bir alt kültürün yaratılışı değildir;
daha kapsalı bir kimlik ve gerçeklik kaybını ifade eder. Başlıca amacı insan ve
makinenin kusursuz yakınlığıdır, bilgisayar temelli ve bizzat gerçekleştirilen
etkileşim arasındaki ayrımın yok edilmesidir.
Second Life. Born
Again. Her ikisi de ciddi biçimde kötüleşen bir gerçeklikten kaçış rotasıdır.
Hem yüksek-teknoloji hem de aşırı tutucu tercihler, şu anda bizi yutan gerçek
duruma verilen pasif tepkilerdir. Bir birimizden fiziksel ve sosyal olarak çok
uzağız, ve tecavüz edici sanallık bizleri çok daha uzaklara sürüklüyor. Sanal
Gerçekliğin yeni, mahvolmamış İnkar Toprağında serbestçe-gezen vekiller olarak
“yaşamayı” seçebiliriz, fakat yalnızca Zizek’in “hayatlarımızı belirleyen
acımasız teknolojik dürtü” dediği şeyi kucaklarsak.
Siberalem,
Allucquere Rosanne Stone’un sözleriyle, doğayı teknoloji içerisine çökertmek
anlamına gelir; fiziki varlıklar olarak dayanağımızı kaybediyor olduğumuza
işaret eder. Çorak tekno-dünyadaki anahtar tepki, elbette, daha fazla
teknolojidir. Uykusuzluk çeken milyonlarca Amerikalı için ilaç teknolojisi;
cinsel fonksiyon bozukluğuna sahip erkekler artık Viagra’ya bağımlı; artık
hayal görmeyen veya hissetmeyen kaygılı ve depresyondaki kişiler için Cialis,
vs.
Ve bu rejim
doğrudan deneyimi daha fazla bastırmaya ve yerle bir etmeye uğraştıkça, bu
rejimin son zaferi olan Sanal Gerçeklik boşluğu doldurmaya başlıyor. Second
Life, There, ve diğer başkaları, hayal dünyaları sunmanın, hayallerden yoksun
bırakılmış bir dünyanın yanındadırlar. Günümüzde, “sanal kayıp” ve “çevrimiçi
kederlenme”, yas tutanları teselli etmek için sunulmuş olan olağanüstülükler
olarak müşteri arıyorlar; küçücük çocukların video oyunlarına maruz kaldığı;
“teledildoniklerin” uzaktaki kişilere simüle edilmiş cinsel ilişki verdiği
olağanüstülükler gibi.
“İkinci Hayat’a hoşgeldiniz.
Sizi içeride görmeyi bekliyoruz”, bu Second Life‘ın website reklamı. Kendinizi
kaptırdığınız ve etkileşimli Sanal Gerçeklik, müşterilerinin reddettiği
gerçeklikten oldukça farklı bir alan sağlar. Birkaç dolara, herhangi biri asla
yaşlayanmayacak, sıkılmayacak veya kilo almayacak bir “küçük resim” olarak
orada var olabilir. Technology Review‘den Wade Roush, Second Life‘ı bir başarı
olarak ilan eder, öyle ki, şu anda sahip olduğumuz hayattan “daha az yalnız ve
daha az tahmin edilebilir” bir hayattır. Gerçekliğin bu tersine dönüşü, pek çok
dinin doğaüstüsünün tesellisidir, ve benzer bir değiştirici işlev görevini
görür.
Zihnin beden ve
doğadan ayrılışı şiddetlendikçe, gerçeklik bir ekranın arasında kayboluyor.
Teknik araçlar, 1990ların başlarındaki sözlerini yerine getirerek, hızla
mükemmelleştirilmiş hale geliyorlar. Oldukça heyecanlı ve şamatalı propagandaya
rağmen, o zamanlarda Sanal Gerçeklik gerekli nitelikleri gerçekten veremedi.
Onbeş veya daha fazla yıl sonra, Second Life teknolojisi (örneğin) kuvvetli bir
fiziksel var oluş hissi ve diğer sahte-duyusal etkiler ile pek çok kullanıcıyı
birbirine bağladı. Sanal gerçeklik artık postmodern durumun son ifadesidir.
Belki de en iyi şekilde; vahşi olan hiçbir şeyin orada var olmadığı, yalnızca
insan tüketimine hizmet eden şeylerin var olduğu gerçeğini simgerler.
Foucault,
modernitedeki iktidarın egemenlikten disipline dönüşümünü tanımladı, ve muazzam
boyutlarda teknolojileştirilmiş günlük yaşam bu dönüşümü hızlandırdı. Çağdaş
yaşam, benzeri görülmemiş bir dereceye kadar tamamiyle gözetim altına alınır ve
denetlenir. Fakat teknoloji arabulucuğunun ağırlığı ve yoğunluğu, çok daha
belirleyici bir gerçeklik ve daha yoğun bir kontrol aşaması yaratır. Deneyimin
doğası, temel bir seviyede, oldukça derinden değiştirilince, esaslı bir dönüşüm
görüyoruz – gittikçe hızlanan bir tempoda, heryere yayılmış olan bir dönüşüm.
Sanal gerçeklik,
durmadan ilerleyen, evrenselleşen, standartlaşan küresel kültürün son
teknolojik unsuru olan bu hareketi, simülasyonlarını ve robotik fantazilerini
simgeler. Philip Zai’nin Sanal Gerçekliğin “uygarlığın metafiziksel olgunluğu”
olduğu yargısı malesef yerinde bir yargıdır. Somut, bedensel, ve dünya-temelli
olan herşey teknolojik olarak dolaylı bir varoluş içerisinde çürür ve değeri azalır.
Elbette, yapmacık
olanın bu son gelişimine karşı koyma biçimleri vardır. Fakat bir makine kırıcı
tepkisi, her zaman yüzleştiği şeyin büyüklüğünden önce solar görünür. Her yeni
teknolojik kımıldanmanın arkasında çok uzun, tortulaşmış bir tarih, sürekli bir
beklenmedik olaylar zinciri vardır. Yeni tekniklerden yararlanmakla meşgul olan
sıçrama, önceki yeniliklerin neden olduğu insan arzuları ve kabiliyetlerinin
yavaş yavaş yitirilmesiyle daha kolay kılınmıştır. Vaadedilen, her zaman, daha
fazla teknolojinin ilerleme getireceğidir – daha doğru olarak, önceki
“gelişmelerde” kaybedilmiş şeyi telâfi edeceği anlamına gelen bir ilerleme. Tek
çıkış yolu zorunluluklarını redderek bu zinciri kırmaktır.
Heidegger,
“doğanın her yerde teknolojinin nesnesi olarak göründüğüne” işaret ederek, ve
“Dünyanın nesne olduğu” sonucuna vararak, “temsil ve üretim imhasını
getirmiş…tüm canlıların nesnelleştirilmesine” saldırdı. Ayrıca teknolojinin
şeyler ile ilişkimizi nasıl değiştirdiğini kavradı, sanal gerçeklik ile vurgulanan
bir olgu. Gadamer şöyle dedi: “Şey için bir saygıdan bahsetmek, giderek
teknikleşen bir dünyada çok daha anlaşılmazdır. Basitçe ortadan yok oluyorlar…”
Sanallık kesinlikle o “ortadan yokolmadır”.
Doğrusu, şeylere
böyle saygı duymaktan yana, en azından felsefi düzlemde, onları aracı olan
pozisyonlarından özgürleştirmeden yana, yeni bir karşı-saldırı vardı. Things
(2004) ve The Lure of Object (2005) gibi yazılar bunu söyler. “Şeylik”in
(Heidegger’in terimi) otantik deneyimi arzusu, modernite olarak bilinen
patolojik koşulu paylamak, “şeylerin diğerliğini kabul etmenin aslında
diğerliği kabul etme şartı olduğunun” farkına varmaktır.
Sanal gerçekliğe
dalış, özellikle içerilen etkileşimlilik ve kendini temsil etme derecesinden
dolayı, bu patolojinin kötücül bir gerginliğidir. İnşa edilen çevre hiçbir
zaman imkân dahilinde toplamaya bu kadar önemli bir şekilde bağlı olmadı. Tam
anlamıyla, bir ikinci hayat, bir ikinci dünya olarak çağırısı ile, The
Matrix‘dir – biz kendimiz sürekli olarak yeniden üretimi karşılamak zorunda
olduğumuz bir dünya. Heinz Pagels’in sembolik tanımı, genelde, kesinlikle sanal
gerçekliğe başvurur: “gerçekliğin ivediliğini inkâr ederek ve onun yerine geçen
bir vekil yaratarak, büyük yanılsamamızın ağında başka bir tehdit örüyoruz.”
Siberuzayın bu şekilde kullanımı, kendini duvar ile çevirmenin ve kendini
evcilleştirmenin yeni seviyelerini gösterir.
Spengler’in Batı
uygarlığı araştırması onu, “yapay bir dünya doğal olanın içine işliyor ve
zehirliyor” sonucuna götürdü. “Uygarlığın kendisi herşeyi mekanik bir tarzda
yapan, veya yapmayı deneyen bir makine olmuştur.” Grafik kartları ve geniş bant
bağlantılar kullanan Second Life, Google Earth, vs. yapmacık ve çekici kaçış
kapaklarıdır, fakat hâlâ aynı temel makine yönelimidir. Ve Sanal Gerçeklik,
David Gelernter’in hâlâ mutlulukla ilan ettiği gibi, “modern yaşamın talep
ettiği bir çeşit araçtır.”
Askeri araştırma
ve eğlence sektöründen doğan Sanal Gerçeklik, toplumun her tarafında planlanan
rolü için bize bağlıdır. Gerçek sanallık, çeşitli alanlara bulaştığı zaman bir
norm olacaktır, fakat yalnızca aktif rızamızla. Wittgenstein, “örn. bilim ve
teknoloji çağının insanlığın sonunun başlangıcı olduğuna inanmanın anlamsız
olmadığını” hissetti. Bilim ve teknoloji, uygarlığın en büyük zaferleridir, ve
anlatılmak istenen şey şimdiye kadar olmadığı kadar göze çarpıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder