16 Ekim 2011 Pazar

Farnish - Küresel Kriz İçin Uygar Olmayan bir Çözüm


Küresel Kriz İçin Uygar Olmayan bir Çözüm
12 Ağustos 2010
Keith Farnish

Sondan başlayalım.

İlk son, önceden de meydana geldi. Karmaşık tek bir sistem içerisinde yer alan büyük insan grupları bir müddet için büyük bir atılım meydana getirir. Geride alınacak hiçbir şey kalmayana dek almak istedikleri her şeyi alırlar. Ardından sistem çöker. Bu durum insan hırsının faydasız yükseliş ve düşüşlerinde defalarca gözlendi. Bu medeniyetlerin en büyüğü de şu anda içinde yaşamakta olduğumuz medeniyet. Yıkıldığı zaman son gelmiş olacak ve çökmesi çok yakın. Bu sonla beraber hayatta kalma şansımız çok az.

İkinci son ne yazık ki alışık olduğumuz bir son: Bu sonda buzullar eriyor, ormanlar yok oluyor, okyanuslar yükseliyor ve sayısız tür dünyadan tamamen kaybolmadan önce son bir kez daha gözlerini açıyor dünyaya. Bu bir felaket. Bu felaketi savuşturup bizimle alakası olmadığını düşünebilir ve hayatımıza önceki gibi devam edebiliriz. Ancak doğa farklı bir mekan değil; hayatta kalmak için ona ihtiyacımız var. Kim ne derse desin onun bir parçasıyız. Bu felaket aslında insan eliyle gelen bir felaket. Bu sonla beraber de hayatta kalma şansımız çok az.

Üçüncü sonu seçme şansınız var. Hayatta kalabilme şansımız var.


Dünya üzerindeki hayat geniş bir süreklilik içerisinde var olur. Mikroskopta dahi görülemeyen organizmalardan devasa boyuttaki organizmalara dek geniş bir süreklilik söz konusu. Her bir organizma birbiriyle bağlantı halindeki ekosistemlerin oluşturduğu karmaşık bir ağ içerisinde bir işleve sahip. Bu ekosistemlerin kimi gerçekten de küresel ölçekte önemli. En şaşırtıcısı, şu anda yaptığımız her şeyin bir ölçüde başka bir şeyi etkilediği, ve geri dönüşünün hayal edebileceğimizden çok daha sert şekilde olacağı. Kendimizi yok ediyoruz.

İnsanlar, bu gezegen üzerindeki diğer canlı varlıklar gibi genlerinin devamını sağlamak amacıyla hareket eder. İnsanlar bu gezegen üzerindeki diğer canlılardan farklı olarak daha yeni ortaya çıkmış bir tür olmalarına karşın imkansız görünen bir sınırın ötesine geçebildi.

Ekosistemlerin çöküşü ve bunun insan hayatı üzerindeki etkisi konusundaki bilgimize ve insanın hayatta kalması için gereken o kesin ve doğal güdüye rağmen, bizler, birbirinden ayrılması imkansız olan bu iki faktörü bir araya getirme konusunda tamamen başarısız olduk. Modern zamanların en önemli sorusunun cevabı da şu: Sorumlu olan kim? İnsanın tarihi ve doğasıyla alakalı bildiğimiz şeyler düşünüldüğünde, cevap şaşırtıcı olabilir.

İnsanlık için kabul edilebilecek yegane geleceğin insanların hayatta kaldığı bir gelecek olduğu ortada. Endüstri Devriminin kısa dönem hırsı ile insanların uzun vadede hayatta kalabilme yetenekleri arasında bir yerdeyiz ve seçimimizi özgürce yapabilmek için bizlere bu seçim şansını vermeyi reddedenlerin olumsuz etkisine karşı direnebilmeliyiz.


Kitabın girişinde Endüstri Devriminin nasıl işlediğini anlattım. Özellikle de insanların egemen kültüre, yani iktidarın gerçekte nerde olduğununun açıklaması olan egemen kültüre tehdit oluşturmaması için gereken yöntemleri anlattım. Eğer toplumun elit üyelerinin her hareketimizi yönlendirdiği gibi bir komplo teorisi bekliyorsanız, hayal kırıklığına uğrayacaksanız. Evet, zenginler ve iktidarı elinde bulunduranlar eşitsizlik üzerine kurulu bu düzenden daha fazla çıkar sağlıyor, ama iktidar savaşı arttığı zaman da psikozun sınırlarında yaşıyor. Bir sürü insanın Yeni Dünya Düzeni ve benzeri teorilere bağlı olduğunu biliyoruz. Bu fikirlerin insan karanlık bir yere sıkışıp kaldığı zaman çok iştah açıcı olduğunu da biliyoruz. İnternet, her kartelin, her an her toplantıda ve her anlaşmada iktidarın halihazırda sahibi olan insanlarda kalmaya devam etmesi için çalışıldığını açıklayan komplo teorileriyle dolu. Halihazırda ekonomik büyümeyi garantilemek için var olan karmaşık yapılar bu paranoyakça eylemlerden büyük fayda görüyor.

İşte size bir örnek: Diyelim ki bir balık gemisi var ve her gün ağları balık dolu olarak limana giriyor. Zaman geçiyor ve balık stokları tükenmeye başladıkça başka balık gemilerinin ağları bomboş kalmaya başlıyor. Halktan birisi bir öneri ortaya atıyor. Başarılı geminin kaptanının gizemli bir kaynaktan bilgi aldığını söylüyor: Mesele doğa üstü bir güçten. Bu fikir kabulleniliyor. Bu üstün güçle alakalı tartışmalar geceler boyu bir çok evde sürüp gidiyor, ama hiç bir şey yapılmıyor. Çünkü bu kadar güçlü varlıkları yenebilmek için yapılacak hiçbir şey yok. Bu arada, başarılı kaptan bol bol balık getirmeye, ve balık stokları da azalmaya devam ediyor.

Bir müddet sonra teknedeki sonar sisteminin diğer teknelere oranla daha iyi olduğu ve şu anda yaygın şekilde kullanılan başka bir ülkeden ithal edildiği ortaya çıkıyor. Liman küçük ve önemsiz bir liman olduğu için kimsenin yeni teknolojiden haberi yok. Eğer çalışanlar çevreye daha dikkatlice bakıp kafalarını üstün güçlerle alakalı düşüncelerden temizleselerdi, bu teknenin diğerlerinden daha iyi teçhizata sahip olduğunu göreceklerdi. Balık stoklarını korumak için o zaman yapacakları tek şey o teknedeki sonar sistemini kullanılmaz hale getirmek olacaktı. Her tamir edildiğinde onu gene bozacaklardı.

Kanunların balıkçıları yakaladığını düşünsek bile – sonuçta yasalar ekonomik başarıyı her şeyden üstün tutar – balıkçıların sonar sistemine verdikleri zararın balık stoklarını bir süre için bile olsa sabit tutacağını biliyoruz. Ancak o zaman limandaki diğer balıkçı gemileri bu sonarı kullanmaya başlayabilir ve böylece balık stoğuna daha büyük darbeler indirmeye başlamış olabilir. Eğer balıkçılar artık daha da büyüyen bu problemle başa çıkmak için daha da hırslanırsa, sonar teçhizatının ithalini engelleyebilir, teçhizatın üretildiği ülkeye gidebilir ya da yardım isteyebilir ve üretimin durdurulmasını talep edebilirlerdi. Maksimum Zarar Kültürü gereğince sonunda hırs ve kıskançlık ön plana çıkacak ve diğer gemiler de bu sonara sahip olmanın kendi çıkarlarına olduğunu, balık stoklarının da canlarının cehenneme olduğunu düşüneceklerdi.

Burada iki ders var. Birincisi, bir problemin cevabı insanların sandığından daha sıradan yerlerde bulunur. Bizler çözümleri yanlış yerlerde aramaya odaklandırılmışız; ya yasalara, ya işe, ya politikaya ya da ümitlere tutunuruz. Cevaplar için daha yakına bakmayı ihmal ederiz. Nadiren aynaya bakıp kendi davranış gerekçelerimizi sorgularız. Peak Everything kitabının yazarı Richard Heinberg şunları söylüyor:” Uygarlık daha fazla sayıda şeyi bizler için ulaşılabilir hale getirdikçe bizler giderek daha fazla bebekleştik. Artık kendi adımıza düşünme gücümüz azaldı. Kendimize daha az yeter hale geldik ve bu durum da bizleri bir sürü haline getiriyor – bir sürü psikolojisi geliştiriyoruz. Ne yapıp ne yapmayacağımızı etrafımızdaki otorite figürlerine bakarak belirliyoruz.”

İkinci olarak şunu söylemek lazım: Bu kültürde iyi niyetlerin ömrü pek uzun değil. Bir şekilde burada daha üstün bir gücün iktidarından söz edebiliriz. İnsanların iyi niyetlerinden vazgeçmesini ve Endüstri Devrimi tarafından seçilen yolun takip edilmesini talep eden bir güçten söz ediyoruz. Balıkçılar problemin daha da kötü bir hale gelmesini önlemek için çabalamaya son verdi ve tam tersine denizden kendilerinin ne çıkaracağına odaklandı. İşler aynen böyle yürüyor. Bizler bu şekilde davranmak üzere yetiştirildik.

Bu meseleyi düşününce, bu kültürdeki insanların anlamadığımız şeyler hakkında komplo teorilerinin var olmasını istediğini görüyoruz. Yenilmesi mümkün olmayan güçlerin hayaller alemindeki hayatlarımızı yönetmesini istiyoruz. İstiyoruz; çünkü belki de bu işte hepimizin işbirliği yaptığını kabullenmek istemiyoruz ve belki de gerçeğin biraz fazla can yakacağından korkuyoruz. Koskoca bir arazi aracı kullanmak, dünyanın sağına soluna sırf zevk için uçabilmek ya da kültürümüz mümkün kıldığı için yağmur ormanlarının yok edilmesiyle elde edilen ürünleri satın alabilmek belki canımızı doğrudan yakmıyor. Yansıtma ve suçlama sisteminin çamurlarına saplı kaldıkça bu çamurdan kurtulma şansımız yok.

Matrix filminde bir şeylerin yanlış olduğu fikri Neo’yu senelerdir rahatsız ediyordu. Ama gerçeği öğrenmek onun için hem şok edeci hem de özgürleştirici oldu. Neo, mevcut durumla ilgili bir şeyler yapabileceğini öğrendi. Çünkü artık bilgisi vardı. Çünkü artık içinde bulunduğu durumu tamamen anlayabiliyordu. Herşeyi olduğu gibi kabul ettikten sonra, yani problemin bir parçası olduğunuzu ve bu yüzden de çözümde de bir payınız olması gerektiğini kabul ettikten sonra, kendinizi daha özgür hissetmeye başlarsınız. Sanki yılların ağırlığı omuzlarınızdan kalkmış olur.

Siz sistemin bir parçasısınız. Problemdeki payınız için gereken sorumluluğu üstlenmeniz gerekiyor: Ama nasıl…

Sizin sistem içerisindeki yeriniz geniş bir besin ağının bir bölümü gibi. Bütün besin ağları gibi, her şey enerji ile yürütülmekte. Petrol, gaz, kömür ve radyoaktif maddeler gibi ffiziksel enerji kaynakları, paranın elitlerin zenginliklerine zenginlik katması amacıyla gerekli makineleri çalıştırır. Eğer önemli bir pozisyondaysanız, statünüz varsa o zaman sizin de biraz zenginlik sahibi olmanız mümkün. Gerekli maddelerden bazılarına siz de sahip olabilirsiniz. Ağı yürüten enerji olmaksızın para yoktur, aksi halde ağ da olamaz. Söz konusu olan sadece petrol, gaz, kömür ve farklı radyoaktif değil, aslında insanlar da eşit derecede hayati öneme sahip. İnsanlar makineleri çalıştırmadıkça, dükkanlarda çalışmadıkça, üretmedikçe, kamyonları sürmedikçe, reklamları yaratmadıkça, haberleri okuyup yasayı uygulamadıkça, ağ kendi üzerine yıkılacak ve kendisiyle beraber bütün hiyerarşinin darmadağın olmasına sebep olacak.

Morina balığını düşünelim. Hayatta kalmak için ihtiyaç duydukları enerji miktarı anlamında besin ağında üstte yer alır: Yüksek besin ihtiyaçları vardır ama alt düzeylerde yer alan organizmalar olmadan morina balığının var olamayacağını biliyoruz. Morina balığı olmazsa balık asalakları da acı çekmeye başlar ama bir kademe aşağılarındaki kumbalıkları son derece memnun olurdu: Sayıları artardı.

Uygarlık içerisindeki yerinizi düşünün: işinizi ya da toplum içerisindeki yerinizi düşünün, bunların en tepedeki kişiyle, ortalarda yer alan bir kişiyle ya da yükselmeye çalışan bir kişiyle olan bağını düşünün. Ne olmayı istersiniz? Bir tekerlek mi yoksa bir dişli mi?

Evet, siz sistemin bir parçasısınız; ama ağda daha üst konumlarda bulunan insanlardan çok daha önemli bir kişisiniz. Siz motorsunuz, enerji kaynağısınız, bu sistemin sürüp gitmesindeki ana sebepsiniz. Siz sistemsiniz. Sizin işbirliğiniz olmadan, sizin inancınız olmadan sistemin hiçbir enerjisi olmazdı ve artık var olamazdı.

Endüstri Devrimi sona ermek zorunda . Eninde sonunda sona erecek. Çöküş gerçekleşecek, kendisiyle beraber nüfusu da yok edecek: Petrol krizi, kredi krizi, çevre felaketleri, salgın hastalıklar – sebep ne olursa olsun, endüstri devrimi felaket boyutunda çökecek. Bunun meydana gelmesi 50 sene ya da 100 sene alabilir. Bu zamana dek küresel ölçekte bir yıkım kaçınılmaz bir hal almış olacak. Bu seçeneklerden biri: Bir diğer seçenek ise sistemin kendi kendine ölmesi, şu andan itibaren bu sistemi geride bırakma gücüne sahip olanlar kendilerini ve hayatımızın tamamen kendisine bağlı olduğu doğal ortamımızı koruyabilir.

Emin olun, kimsenin “makine”nin kalbine gidip de onu parça parça edeceği filan yok, çünkü makinenin kalbi yok, beyni de yok. Bu uygarlık; iktidarı ve zenginliği imtiyaz sahibi bir azınlığa vermek üzerine kurulu bir dizi bilinçli (bazıları kazara) eylemin sonucu. Şu anda sahip olduğumuz şey, ekonomik büyümeyi her şeyin üstünde tutan bir kültür. Bu kültürel inancın devam ettirilmesini mümkün kılan kötülük dolu yöntemleri sürdüren, elit ve sürekli üyeleri değişen, zenginliklerinin korkunç büyüklüğüyle ve bu kültürün onlara bahşettiği iktidarla başa çıkamayan patolojik megalomanyaklardan oluşan bir kültür.

Bu kadar devasa bir şeyi nasıl olur da yıkabiliriz? Cevap Endüstri Devriminin doğasında yatıyor – onun en temel özellikleri aynı zamanda en büyük zayıflıkları.

Ekonomik büyümeye olan inancı ele alalım. Sanırım bu konuda sürdürülebilir hiçbir nokta olmadığını hepimiz biliyoruz. Pastayı nasıl keserseniz kesin doğal ortamlar ekonomi büyüdüğü sürece kaybetmeye devam edecek. Sağlıklı bir ekonomik büyüme elde etmek için tüketiciler para harcadığında ellerinde hâlâ para kalacağından emin olmalı. Kara gün parası tanımı, son yıllarda bankalar insanların sahip oldukları koşulların ötesinde para harcayabileceğini halka pompaladıkça değişti. O kara gün parası ister tasarruf şeklinde olsun, ister nakit olsun, yatırım ya da kredi şeklinde olsun, burada önemli olan faktör, potansiyel müşterilerin harcayacak para kalmadığını anladığı anda artık potansiyel bir müşteri olmayacağı gerçeği. Maaşlı bir işinizin olması da en azından bir süreliğine satın almak istediklerinizi alabileceğinizi kanıtlar. Aslında bu tüketicinin kendini güvende hissetmesini etkileyen en önemli faktör.

Dünya çapında hükümetler ve onları kontrol eden şirketler tüketici güvenini sürekli bir döngü içerisinde yeniden ölçer. Tüketicinin kendini güvende hissetmesi ekonomileri için hayati öneme sahip.

En basit şekilde söylemek gerekirse, bu güven hissi arttığında tüketiciler para harcar. Bu da sağlıklı bir ekonominin işareti. Bu güven hissi azaldığında ise tüketiciler harcadıklarından daha fazla oranda para saklıyor demek. Bu da ekonominin başının dertte olduğunu kanıtlar. Buradaki ana fikir, insanlar gelirlerinin sabit olması konusunda kendilerini güvende hissettikleri sürece bir şeyler satın almaya daha yatkın oldukları.

Bu da ilginç bir durum yaratır: Bir ekonominin çökmesini sağlamak ve böylece Endüstri Devriminin ayaklarından birini yıkmak için yapmak gereken şey, halkın sisteme güvenini yok etmek. Bu durum uygarlığın diğer kısımlarına da yansıtılır. Dünya Ticaret Merkezi’ne 2001 yılında yapılan saldırıların ardından küresel hava taşımacılığı küçük bir çöküş süreci yaşadı. 1990′ların başlarında İngiltere’de yaşanan Deli Dana hastalığı sadece İngiltere’de et satışını geçici süre de olsa durdurmakla kalmadı, küresel ölçekte et satışlarında önemli düşüşlere yol açtı. Küresel ekonominin büyük bir kısmına duyulan güveni ciddi biçimde yaralayabilecek herhangi bir şeyin, uygarlığın da kuyusunu kazdığını söyleyebiliriz.

Güvende hissetme ihtiyacı Endüstri Devriminin psikolojik bir özelliği. Ayrıca ciddi zayıflıklar yaratmak için beraber iş yapan iki fiziksel özellik daha bulunuyor. Bunlardan birincisi, var olan sistemlerde görülen karmaşık durum. Kitabın “Çiftlikten Çatala” adlı bölümünde yazdığım gibi; gıda ürünü talebi uğruna gidilen mesafeler artık sürdürülebilirliklerini kaybediyor.

Sonuçta, büyük ölçekte gıda üretimi için, özellikle de toprağı verimli hale getirmek için kullanılan enerjinin maliyeti, büyükbaş hayvanların yemlenmesi, çiğ materyallerin işlenmiş gıda ürünlerine dönüştürülmesi, gıda ürünlerinin soğutulup dondurulması, satışı ve eve getirilişinin maliyeti yalnızca büyük yetersizlikler olduğunu ortaya koymuyor, ayrıca bu kadar karmaşık bir sistemdeki farklı safhaların varlığını da gözler önüne seriyor. Aynısı elektrik için de geçerli: Bir çok durumda elektrik, yenilenmesi mümkün olmayan maddelerin yanması ya da çürümesiyle elde ediliyor. Bu maddelerin topraktan cevher halinde çıkarılması, işlenmesi ve üretim birimlerine gönderilmesi gerekiyor. Bir kez elektrik elde edildiğinde, 5 milyar vata kadar bir kapasiteye sahip olarak elde edildiğinde dağıtılması gerekiyor. Öncelikle çok yüksek voltajlı hatlardan, ardından da bir çok farklı güç dönüşümü aşamasında (tabii bu arada enerji kaybederek) dağıtılır ve sonunda enerjinin kullanılacağı noktaya ulaşılır. Her iki örnek de – ve daha bir sürü var, buna küresel para pazarları ve televizyon kanalları da dahil – bir çok aşamadan oluşuyor ve bunların çoğu tek tek çöktüğü takdirde bütün bir sistemin çökmesine sebep olabilir.

Bu zayıflatıcı özelliklerden bir diğeri de enerji merkezlerine aşırı bağımlılık. Bir sistem bağlardan ve düğümlerden oluşur. Düğüm bir veya daha fazla sayıda bağdan oluşur; bir yol bir düğümdür ve farklı yolları birbirine bağlayan kavşaklar da bir düğüm oluşturur. Pek çok bağa ve düğüme sahip bir sisteme “ağ” adı verilir. Besin ağları gibi. Enerjiyi kullananlar düğümleri oluştururken enerji akışı da bağları meydana getirir. Bağlardan oluşan ve zamanla gelişen, ihtiyaca göre şekillenen ağlara seçkisiz ağ adı verilir: Mesela ABD eyaletler arası otoyolu bu tür bir ağ. Ayrıca tavşan ailelerinin yaptığı tünel setlerini de buna örnek olarak verebiliriz. Planlanmış bir amaca hizmet etmek üzere yaratılmış ağlar genişleme özelliğine sahiptir ve ölçeksiz ağlar olarak bilinir. Bunlara büyük hava yolları, elektrik dağıtım merkezleri ve süpermarket zincirlerine ait gıda dağıtım ağları örnek olarak verilebilir.

Bir ağ içinde bir çok bağı bir araya getiren yapı dağıtım noktası (göbek) olarak bilinir. Endüstri Devrimi’nde çok sayıda dağıtım noktası kullanılır. Thomas Homer-Dixon bu durumu şu şekilde açıklıyor:

Araştırmacılar uzun zamandır çoğu ağın eyaletler arası otoban sistemi gibi olduğunu öne sürdülerse de, son zamanlarda yapılan araştırmalar dünyada şaşırtıcı sayıda ağın – hem doğal hem insan yapımı – aslında hava trafiği sistemine benzediğini ortaya koymuştur. Bu tür ölçeksiz ağlar çoğu ekosistemi kapsar; internet, büyük elektrik merkezleri, ham petrol dağıtım sistemleri ve modern gıda işlem ve sunum merkezleri de bu sisteme dahil. Eğer ölçeksiz bir ağ dağıtım noktasını kaybederse o zaman sonuç felaket olabilir; çünkü ona bağımlı pek çok düğüm bulunur.

Ölçeksiz ağlar özellikle kasti saldırılara karşı savunmasız durumda: Eğer birisi bütün ağa zarar vermek isterse, o zaman tek yapması gereken o ağın dağıtım noktalarını ortaya çıkarıp onları yok etmek.

2001 Temmuz ayında Baltimore’daki tren yolu tünelinde bir yangın meydana geldi. Bu da tünelde büyük bir ısı oluştuğu için merkezdeki sistemin çökmesine yol açtı. Sonraki birkaç gün boyunca bu ray sisteminin çevresindeki diğer ağlar da ekstra taşıma yükü sebebiyle etkilendi. Baltimore’da daha geniş bir alanda daha büyük bir sıkıntının yaşanmasına sebep oldu. Ayrıca hiç beklenmedik bir olay da oldu. ABD’deki internet hizmetinde ciddi bir yavaşlama yaşandı. The Howard Street Tüneli’nde en büyük yedi İnternet Servis Sağlayıcısına (ISS) hizmet veren bir boru vardı. Bu İSS’lerde yavaşlama meydana geldi. Yangın sonucu boru yandı, ses ve veri sağlayıcı fiber kablolar zarar gördü. Bu tünel internet trafiği için ana damar konumunda olup yangın sonucu büyük bir ağ dağıtım noktasının yok olduğu zaman göreceği etkinin aynısına sebep oldu.

Birbirine bağlı olarak işleyen elemanlardan oluşmuş, az sayıda dağıtım noktasına dayanan ağları olan karmaşık sistemleri bir araya getirdiğinizde, onu korumak için kurduğunuz güvenlik araçları ne olursa olsun, son derece duyarlı bir yapı yaratıyor olursunuz. Uygarlık işte bu karmaşık ve karşılıklı bağımlı sistemler üzerine kurulmuş ve enerji, veri, para ve maddelerin akışını sağlayan ağlara dayanmakta. Uygarlık ayrıca insan bileşenlerin (sizin ve benim) sistemin işleyişine sonsuz güven duymasına da bağlı. İnanca ihtiyacı var. Hem piskolojik hem de fiziksel açıdan Endüstri Devrimi son derece kırılgan. Bir kez ittiniz mi dağılıp gidecektir.

Permaculture Activist dergisinde yayınlanmıştır.

Çeviren: CemC (hayvanozgurlugu.com)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder