ALFREDO BONANNO
Yoldaşlar, bu konuşmaya
başlamadan önce, birbirimizi daha iyi tanımak için iki çift laf etmek
istiyorum. Konferanslarda her zaman, konuşan ile dinleyenler arasında bir engel
yaratılır. Dolayısıyla, bu engeli aşmak için bir anlaşmaya varmaya çalışmamız
gerekir, çünkü biz birlikte bir şeyler yapmak için bir araya geldik, birileri
konuşsun, diğerleri de dinlesin diye değil ve bu akşam tartışılacak sorunlar
düşünüldüğü zaman, bu ortak çıkarın her zamankinden açık olması gerekir.
Genellikle analizlerin karmaşıklığı ve ele alınan konuların güçlüğü konuşan
kişiyi dinleyen kişilerden ayırır ve pek çok yoldaşı pasif boyuta iter.
Yalnızca belirli bir noktaya kadar ilgimizi çeken bir kitabı, örneğin Anarşizm
ve Sanayi-Sonrası Toplum gibi bir başlığı olan bir kitabı okurken de aynı şey
olur. İtiraf etmeliyim, bir kitapçı vitrininde böyle bir kitap görsem,
alacağımdan hiç emin değilim.
İşte bu yüzden bir anlaşmaya varmalıyız. Bence tartışılan sorunun
görünen yüzü altında ki sorunun kendisi de kuşkusuz karmaşık bir sorun,
hepimizin anarşist ve devrimci yoldaşlar olduğumuz gerçeği, ortak bir zemin
bulabilmemiz gerektiği anlamına geliyor. Bu bizim, gerçekliği daha iyi
anlamamızı, böylece öncekinden de etkili bir şekilde eyleme geçmemizi sağlamak
için belli analitik araçları edinmemizi sağlamalı. Bir devrimci anarşist olarak
teori dünyası ve pratik dünyası diye iki ayrı dünyada yaşama fikrini
reddediyorum. Bir anarşist devrimci olarak benim teorim pratiğimdir ve pratiğim
teorimdir.
Böyle bir giriş pek hazmedilemeyebilir ve eski teorileri destekleyenleri
memnun etmeyeceği kesindir. Ama dünya değişti. Bugün yeni bir insanlık durumu
ile yeni bir ve acı verici bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Bu durum
entelektüel kapalılıklara ya da analitik aristokrasilere yer bırakmıyor. Artık
eylem teoriden ayrı bir şey değil ve öyle olmaya da devam edecek. İşte bu
yüzden kapitalizmin dönüştürülmesi konusunda konuşmaya yine de devam etmek
önemli. Çünkü gözlerimizin önündeki durum hızlı bir yeniden yapılanmaya gitti
bile.
Kendimizi bu tür durumlar içinde bulduğumuz zaman, sözcüklerin baştan
çıkarıcılığına kapılıyoruz ve anarşistlerin sözcüklere eğilimini hepimiz
biliyoruz. Elbette eyleme biz de taraftarız. Ama bu gece mesele yalnızca
sözcükler meselesi, bu yüzden onlarla sarhoş olup gitme riski var. Devrim,
ayaklanma, yıkım, tamamen sözcüklerden ibarettir. Sabotaj… işte, bir sözcük
daha. Burada, aranızda geçirdiğim son birkaç günde muhtelif soruların sorulduğunu
duydum. Bazen, anlayabildiğim kadarıyla, inançsızlıkla soruluyorlardı.
Ama işin içine bir dilden diğerine tercüme giriyor ve ben kötü niyetli
olmak istemiyorum. Yalnızca şunu söylemek istiyorum: analizimin sosyal soruna
çözüm önerdiğini söyleyerek kendimi kandırmak istemiyorum. Son birkaç gündür
konuştuğum diğer yoldaşların çözümü bildiklerini de sanmıyorum. Analizleri işçi
sınıfının merkezi bir öneme sahip olması gerektiğini söyleyen
anarko-sendikalist yoldaş da bilmiyor, anlayabildiğim kadarıyla ona katılmıyor
gibi görünen ve ayaklanmacı nitelikte bir müdahale öneren diğer yoldaşlar da
bilmiyor. Hayır, bu hipotezlerden hiçbiri gerçeği bildiğini iddia edemez.
Anarşizm bir şey öğretiyorsa o da hakikati bildiğini iddia edenlere karşı
ihtiyatlı olunması gerektiğidir. Hakikati bildiğini iddia eden herhangi biri,
kendine anarşist dese bile, bana göre yalnızca bir rahiptir. Her türlü söylem
yalnızca var olanın eleştirisini formüle etmelidir ve eğer zaman zaman
sözcüklere kapılıp gidiyorsak, bizi ele geçiren eyleme geçme arzusudur. Burada
durup yeniden düşünmeye başlayalım. Bize şu anda baskı uygulayanın yok edilişi
uzun bir yol olacaktır. Analizlerimiz küçük birer katkıdır. Her küçük
konuşmanın yalnızca zaman kaybı olması için yıkıcı devrimci eylemimizi birlikte
sürdürmeliyiz.
O zaman ne yapabiliriz? Anarşistler bunu çok uzun zamandır kendilerine
soruyorlar: kitlelerle nasıl iletişim kurabiliriz? Bu tür tartışmalarda hep
akla gelen ve son birkaç gündür muhtelif durumlarda işittiğim bir terim
kullandım. Şimdi, bu soruna iki değişik açıdan yaklaşılabilir. Geçmişte,
anarşizmin tarihi boyunca, propaganda kavramı kullanılarak yaklaşıldı, yani
kitlelere bizim kim olduğumuz anlatılarak. Bu, kolayca görebildiğimiz gibi,
dünyanın her yerinde siyasi partilerin kullandığı yöntemdir. Böyle bir yöntem,
geleneksel anarşist propaganda kullanılması, bana göre bugün, tıpkı başka
herhangi bir ideolojinin yayılmaya çalışılması gibi, güç bir yöntemdir. Bunun
sebebi yalnızca artık insanların ideoloji ile bir ilgilerinin olmasını
istememeleri değil, aynı zamanda kapitalist yapılanmanın bunu anlamsızlaştırmış
olmasıdır ve burada herkesin önünde söylemeliyim, anarşistler bu yeni
gerçekliği anlamakta güçlük çekiyorlar ve uluslararası anarşist hareketin
içinde sürmekte olan bir tartışmanın konusudur bu. İdeolojinin sonu, geleneksel
anarşist propagandanın anlamsızlaştığı bir duruma götürüyor bizi. Propagandanın
etkililiği (ya da etkili olduğu yanılsaması, hangisi doğruysa artık)
kayboldukça, insanlarla doğrudan iletişim yolu açılıyor. Bu somut mücadeleler,
zaten bahsettiğimiz mücadeleler, günlük sorunlar yolu, ama elbette insan kendi
sınırlarını aşamaz. Anarşistler küçük bir azınlığı oluşturuyor. Kendilerini
insanlara duyurmanın yolu reklam tekniklerini kullanmak ya da çok gürültü çıkarmaktan
geçmiyor. Yani bu en uygun iletişim yolunu seçme meselesi değil, –çünkü bu bizi
propaganda sorununa ve dolayısıyla ideoloji sorununa geri götürür- daha çok en
uygun mücadele yöntemlerini seçme meselesi. Çoğu anarşist, kendi olanakları
dâhilinde, kendilerini herhangi birinin pilotu olarak hayal etmeden, bunun
doğrudan saldırı olduğuna inanıyor.
Sizi bir anlığına kapitalizmin 80’lerin başındaki durumu üzerinde
düşünmeye davet ediyorum. Kapitalizm güçlük içindeydi, gittikçe artan işçi
giderleri, sabit fabrikaların astronomik maliyetlerle yeniden yapılanması, katı
bir Pazar ve buna karşılık olarak sosyal mücadelelerin gelişmesi olasılığı ile
karşı karşıyaydı ve sonra, altı, yedi sene sonraki koşulları düşünün.
Kapitalizm ne kadar da hızlı değişti. Tüm güçlükleri, hiç öngörülmemiş bir
şekilde aştı, önceden görülmemiş bir ekonomik ve emperyalist program ile
dünyayı idare etmeyi başardı. Belki şu anda öyle görünmüyor, ama güç çemberini
kapamayı hedefleyen bu program ilerlemekte. Olan ne? Güçlüklerle dolu bir durum
nasıl böylesine hızla ve radikal bir biçimde iyiye döndü?
Ne olduğunu hepimiz biliyoruz; bizi şaşırtan işin teknik tarafı değil.
Temel olarak, üretim sürecine yeni bir teknoloji sokuldu. İşçi maliyetleri
azaltıldı, yerini verimlilik programları aldı, üretimde yeni güçler kullanıldı:
bunu hepimiz biliyoruz. Bizi şaşırtan kapitalist yeniden yapılanma tarafı
değil. Hayır, bizi hayretten hayrete düşüren, kapitalist yeniden yapılanmanın
işçi sınıfını nasıl kullandığı. Çünkü kapitalizm için asıl güçlüğü hep bu
oluşturuyordu. Kapitalizm güler yüzlülükle işçi sınıfına saldırdı ve o sınıfı
çözdü, onları ülkenin her tarafına dağıttı, fakirleştirdi, morallerini bozdu,
etkisiz hale getirdi. Elbette başta bunu yapmaya korkuyordu. Kapital o yola
girme riskine atılmaktan hep korkuyordu, çünkü işçilik maliyetinin azaltılması
hep sosyal mücadeleler patlamasına sebep oluyordu. Ama, kapitalizmin akademik
temsilcilerinin bir süredir üzerinde ısrar ettiği gibi, bu tehlike artık yok ya
da en azından yok olmakta. Artık, üretim sektörlerini değiştirerek yaptığınız
sürece, diğerleri açık fikirlilik geliştirmeye ve olayları tartışmaya hazır
olduğu sürece, işçileri işten çıkarmak bile mümkün ve sosyal güçlerin hepsi:
partiler, sendikalar, sosyal işçiler, baskı güçleri, her düzeyde okul, kültür,
görsel dünya, medya, kapitalizmin yeni görevine yardımcı olmaya çağrıldı. Bu,
yeni insanı, yeni işçiyi şekillendirmeye yönelik, daha önce benzeri hiç
görülmemiş dünya çağında bir haçlı seferi.
Bu yeni insanın ana özelliği ne? O şiddet karşıtı, çünkü o demokratik.
Meseleleri diğerleri ile tartışıyor, başka insanların fikirlerine açık,
diğerleri ile işbirliği arıyor, sendikalara katılıyor, grev yapıyor (sembolik
olanlara, elbette.) Ama ona olan ne? Kimliğini kaybetti. Artık gerçekte kim olduğunu
bilmiyor. Sömürülenlerden biri olarak kimliğini kaybetti. Sömürü kaybolduğu
için değil, ona hissetmeye zorlandığı şeylere dair yeni bir imge verdiği için.
O bir katılımcı. Dahası, bir sorumluluk hissi duyuyor ve bu sosyal dayanışma
adına yeni fedakârlıklarda bulunmaya razı: uyum göstermeye, iş değiştirmeye,
becerilerini kaybetmeye, bir insan ve işçi olarak diskalifiye edilmeye. Son on
senedir kapitalizmin ondan istediği işte bu, çünkü yeni kapitalist yeniden
yapılanma ile niteliklere gerek yok, tek gereken çalışma, esneklik ve hız
yeteneği. Göz zihinden daha hızlı olmalı, verilen kararlar sınırlı ve hızlı
olmalı: kısıtlanmış seçimler, basılacak birkaç düğme, uygulamada maksimum hız.
Bir örnek vermek gerekirse, bu projede video oyunlarının önemini düşünün. Sonuç
olarak, işçi merkezliliğinin korkunç şekilde kaybolduğunu görüyoruz. Sermaye
dahil edilen ile dışlananı birbirinden ayırabiliyor, yani, iktidarla ilişkili
olanı, iktidardan sonsuza dek dışlanacak olandan. “İktidar” derken yalnızca
devlet yönetimini kastetmiyoruz, aynı zamanda daha iyi yaşam koşullarına erişme
olasılığını kastediyoruz.
Ama bu bölünmüşlüğü destekleyen ne? Ayrımı garantileyen ne? Bu,
ihtiyaçların hangi şekillerde algılandığına dayanıyor. Çünkü bir an durup
düşünürseniz, eski tarz sömürü şeklinde, sömüren ve sömürülen, ikisi de aynı
şeyi arzuluyordu. Yalnızca biri sahip oluyordu ve diğeri sahip olamıyordu. Bu
bölünmüşlüğün yapısı tam olarak gerçekleşirse, iki tür arzu olur, tamamen
farklı şeylere yönelik bir arzu. Dışlananlar yalnızca bildikleri şeyleri
arzulayacaklar, kavrayabildikleri şeyleri, dâhil edilenlere ait olanları değil.
Onların arzularını ve ihtiyaçlarını artık kavrayamıyor olacaklar, çünkü bunu
kavramaları için gereken kültürel donanım sonsuza dek ellerinden alınmış olacak.
Kapitalizmin inşa ettiği bu işte: et ve kemiğe işlemiş, iktidar
laboratuvarlarında inşa edilmiş bir otomasyon. Bilgi teknolojisine dayalı
bugünün dünyası makineyi insan düzeyine asla getiremeyeceğini çok iyi biliyor,
çünkü hiçbir makine insanın yapabildiklerini asla yapamayacak. Bu yüzden insanı
makine düzeyine düşürmeye çalışıyorlar. Onun anlama kapasitesini azaltıyorlar,
yavaş yavaş kültürel mirasını mutlak minimuma getiriyorlar ve onun içinde
tekdüze arzular yaratıyorlar.
Bahsettiğimiz bu teknolojik süreç ne zaman başladı? Söylendiği gibi
sibernetikle mi başladı? Bu tür konularda deneyim sahibi herkes, zavallı
Norbert Wiener’in bir sorumluluğu olsa bile, bunun yalnızca elektronik
kaplumbağalar ile oynamaya başlamasında olduğunu bilir. Aslında, modern
teknoloji yüz sene önce, masum bir İngiliz matematikçisi aritmetik ve iki
tabanlı hesaplarla oynamaya başladığı zaman doğdu. Şimdi, bu başlangıcı takip
ederek modern teknolojinin muhtelif adımlarını saptamak mümkün. Ama niteliksel
bir sıçramanın gerçekleştiği kesin bir an var: yeni teknolojinin elektronik
üzerine inşa edilmesi ve sonuç olarak elektroniği mükemmelleştirecek
teknolojinin inşa edilmesi ve bütün bunların nasıl evrimleşeceğini görmek
imkânsız, çünkü bu yeni teknolojik evreye girişin ne sonuçlar doğuracağını
kimse tahmin edemiyor. Sebep-sonuç terimleri ile düşünmenin imkansız olduğunu
anlamalıyız. Örneğin, büyük güçlerin dünyayı havaya uçurmak için atomik
potansiyele sahip olduğunu söylemek safça olur; bu gerçek olsa bile. Öylesine
dehşet verici, bir kıyamet düşüncesi olan bu fikrin sebep-sonuç hipotezlerine
dayanışı eski teknoloji kavramına aittir: bombalar patlar, dünya yok olur.
Bizim burada bahsettiğimiz sorun çok daha tehlikeli bir durum olasılığını
yaratıyor, çünkü artık bu bir spekülasyon meselesi değil, zaten var olan ve
gittikçe gelişen bir durum meselesi ve bu gelişme sebep-sonuç ilkesine dayalı
değil, öngörülemez ilişkiler örgüsüne dayalı. Tek bir basit teknolojik keşif,
örneğin enerji korumasını sağlayan yeni bir maddenin keşfi, hiçbir vicdanın,
bilim adamının öngöremeyeceği bir dizi yıkıcı teknolojik ilişkiye yol açabilir.
Yalnızca yeni teknolojileri değil, aynı zamanda eski teknolojileri de
etkileyecek, tüm dünyayı kaosa götürebilecek bir dizi yıkıcı ilişkiye yol
açabilir. Farklı olan bu işte ve bunun, şimdiki kâbusun yalnızca uzak bir
akrabası olan sibernetikle bir ilgisi yok.
Bütün bunların ışığında, uzun bir süredir kendi kendimize sorup
duruyoruz: düşmanımızı derinlemesine bilmiyorsak ona nasıl saldırabiliriz? Ama
bir düşünürseniz, yanıt o kadar da güç değil. Polise saldırmaktan büyük keyif
alıyoruz örneğin, ama kimse bunu yapmak için polis olmuyor. Kendi kendilerini
bilgilendiriyorlar: polis nasıl çalışır? Ne tür coplar kullanırlar? Polisin
nasıl çalıştığını kabaca anlamak için gereken küçük bilgi kırıntılarını bir
araya getiriyoruz. Başka bir deyişle, polise saldırmaya karar verirsek, onlar
hakkında belli miktarda bilgi edinmekle sınırlıyoruz kendimizi. Aynı şekilde,
yeni teknolojiye saldırmak için de mühendis olmaya gerek yok, bazı temel
bilgileri edinmemiz, ona saldırmamızı mümkün kılacak birkaç pratik göstergeyi
öğrenmemiz yeterli ve bu düşünceden çok daha önemli bir başka düşünce doğuyor:
yeni teknoloji soyut bir şey değil, somut bir şey. Örneğin, uluslararası
iletişim sistemi somut bir gerçek. Kafalarımızda soyut bir imge yaratmak için
kendini bütün ülkeye yaymak zorunda. Yeni materyaller bu şekilde kullanılıyor,
diyelim ki veri iletimi için kablo sistemleri inşa ederek ve teknolojinin bu
tarafını bilmek önemli, üretim açısından nasıl çalıştığı değil, tüm ülkeye
nasıl yayıldığı önemli. Yani yönlendirme merkezlerinin (bunlardan çok vardır)
nerede bulunacağı, iletişim kanallarının nerede olduğu. Bunlar, yoldaşlar,
soyut fikirler değildir, fiziksel şeylerdir, belli bir alan kaplayan, kontrol
sağlayan nesneler. Bu örnekle sabotajla müdahale etmek çok basittir. Zor olan
kabloların nerede olduğunu bulmaktır.
Saldırı için gereken belge ve araştırmaları bulmanın zorluğunu gördük:
bir noktada bu vazgeçilmez olur. Bir noktada, teknoloji bilgisi şart olur.
Bizim fikrimize göre, gelecek birkaç sene içinde devrimcilerin en büyük sorunu
bu olacaktır.
Geleceğin toplumunda, pek çok yoldaşın kendi kendini yöneten toplum
olarak bahsettiği toplumda bilgisayarlardan faydalanacak mı, bilmiyorum. Yeni
teknolojilerin çoğundan faydalanılıp faydalanılmayacağını bilmek de imkânsız.
Aslında, bu farazi geleceğin toplumunda ne olup ne olmayacağını bilmek
imkânsız. Bir noktaya kadar bilebildiğimiz tek şey şu anla ve yeni
teknolojilerin kullanımının etkileri ile ilgili. Ama bu konuyu zaten tartıştık,
bu yüzden tekrarlamanın faydası yok. Anarşistlerin görevi saldırmak, ama kendi
örgütsel çıkarları ya da niceliksel büyümeleri açısından değil. Anarşistlerin
savunacak sosyal ya da örgütsel kimlikleri yoktur. Yapıları daima resmi olmayan
niteliktedir, bu yüzden saldırıları, gerçekleştiği zaman, kendilerini savunmak
için (ya da daha kötüsü, kendi propagandalarını yapmak için) değildir, herkese
saldıran düşmanlarını yok etmek içindir ve bu saldırma kararında teori ve
uygulama birbirine karışır.
Ufukta tarihte benzeri görülmemiş bir kapitalizm türü belirdi.
Neo-liberalizmden bahsedildiğini duyduğumuzda, aslında kastedilen budur. Global
egemenlikten bahsedildiğini duyduğumuzda, bahsedilen proje budur, eski iktidar
kavramı, eski emperyalizm değil. Reel sosyalizm bu proje karşısında, bu muazzam
hâkimiyet kapasitesi karşısında yıkıldı. Eski kapitalizm bağlamında böyle bir
şey asla olamazdı. Artık dünyanın iki zıt kutba bölünmesine ihtiyaç yok. Yeni
kapitalist emperyalizm hayret uyandırıcı türde. Projesi şu: dünyayı dâhil
edilen küçük bir çekirdeğin çıkarına, büyük bir dışlanan kitlesi pahasına idare
etmek ve bu projeler için olası her tür yöntem zaten kullanılıyor –dünya kadar
eski, duruma göre, savaş, baskı uygulama, barbarlık gibi eski yöntemlere ek
olarak bahsettiğimiz yeni yöntemler. Bu şekilde, örneğin eski Yugoslavya’da,
insanların kapasitelerini olabildiğince azaltmaya yönelik şiddetli bir savaş
sürüyor. Sonra, bu mutlak yıkım durumuna, böylesine bir mutlak ve eksiksiz
sefalet içinde muazzam bir yardımmış gibi görünecek küçücük bir insani yardım
ile müdahale edilecek.
Savaş olmasa eski Yugoslavya gibi ülkelerin ne durumda olacağını
düşünün. Batı Avrupa’nın kapılarında, sınırlarımızda, Avrupa Birliği’nin yanı
sıra büyük bir barut fıçısı, hiçbir ekonomik müdahalenin Batı tipi tüketimcilik
düzeyine çıkartamayacağı sosyal çelişkiler. Tek çözüm savaştı, dünyadaki en
eski araç ve bu kullanıldı. Amerikan ve dünya emperyalizmi Somali ve Irak’a
müdahale ediyor ama eski Yugoslavya’ya müdahale edecekleri konusunda pek az
kuşku var çünkü bu bölgedeki isyan olasılığı sıfıra indirgenmeli. Bu yüzden,
duruma göre, ilgili ekonomik ve sosyal bağlama göre, yeni yöntemlere ek olarak
eski yöntemler de kullanılıyor.
Büyük dehşet cephanesindeki en eski silahlardan biri ırkçılıktır.
Irkçılık ve onunla ilişkili bütün ahlaksızlıklar (neo-nazizm, faşizm vs.)
konusunda, bir an için kapitalist yeniden yapılanmanın farklılaştırılmış
gelişimine bakalım. Sorunu anlamak için, kapitalist yeniden yapılanmanın
sihirli değneğini sallayarak tüm sorunlarını çözemeyeceğini görmemiz şarttır.
Kapitalist yeniden yapılanma tüm dünyada pek çok değişik durumla karşı
karşıyadır ve bunların her biri değişik sosyal gerilimlere sahiptir. Şimdi, bu
sosyal gerilim durumları, her birimizin içinde, derinliklerinde var olan, bir
kenara bıraktığımız, defettiğimiz şeylerin yüzeye çıkmasına sebep olmaktadır.
Irkçılık, milliyetçilik, farklı olandan, yeni, AIDS, eşcinsel olandan korkmak,
hepsi içimizde gizli dürtülerdir. Kültürel üstyapımız, devrimci bilincimiz,
bayram kıyafetlerini giydiği zaman onları siler, hepsini saklar. Sonra, bayram
kıyafetlerimizi çıkardığımız zaman, bütün bunlar tekrar ortaya çıkmaya başladı.
Irkçılık belası her zaman vardı ve kapitalizm onu kullanmaya her zaman hazırdı.
Son birkaç sene içinde sosyal gerilimin hızla tırmandığı Almanya gibi yerlerde,
bu daimi gelişim içinde oldu. Kapital ırkçılığı kontrol ediyor ve onun bazı
taraflarını kullanıyor, ama dünya gücünün genel idaresinin demokratik,
tahammülkar, mümküncü bir doğası olduğu için ondan korkuyor da. Kullanma fikri
açısından, kapitalist projenin parçası olan her şey (ideoloji, korku, vs.) var
olabilir. Sanayi sonrası kapitalizmin ırkçılığa karşı olduğunu kesin olarak
söylemek imkânsızdır. Ana niteliklerinden birkaçını, örneğin demokratik
doğasını görebiliyoruz, sonra aniden keşfediyoruz ki belirli bir ülke
bağlamında, aynı teknolojik olarak gelişmiş kapitalizm yüz sene önce kullanılan
yöntemleri kullanıyor: ırkçılık, Yahudilere zulmedilmesi, milliyetçilik,
mezarlıklara saldırı, insanın tasarlayabildiği en nefret edilesi ve iğrenç
şeyler. Kapital çok yüzlüdür, ideolojisi her zaman Makyavelisttir: aslanın
gücünü, tilkinin sinsiliğini kullanır.
Ama kapitalizmin dünyanın her yerinde kullandığı ana araç yeni
teknolojilerdir. Kafamızı karıştıran çok şeyi açıklığa kavuşturmak için bunu
biraz düşünmeliyiz, yoldaşlar ve bunu yaparken aynı zamanda bu yeni
teknolojileri, yeni sosyal koşullarda, devrim sonrası durumunda, çıkarımıza
kullanma yollarını düşünmeliyiz. Eski teknolojilerden yenilerine nasıl
niteliksel bir sıçrama yapıldığını hepimiz gördük –yeni teknolojiler derken
bilgisayar teknolojilerini, lazerleri, atom ve atom-altı parçacıklarını, yeni
malzemeler, insan, hayvan ve bitkilerin genleri ile oynanmasını kastediyoruz.
Bu teknolojiler eskilerinden çok farklı ve onlarla pek az ortak noktası var.
Eski teknolojiler kendilerini, malzemeyi dönüştürmek ve gerçekliği değiştirmek
ile sınırlıyordu. Buna karşın, yeni teknolojiler gerçekliğe işlediler. Onu
yalnızca dönüştürmüyorlar, onu yaratıyorlar, moleküler değişiklikleri, olası
moleküler dönüşümleri teşvik etmekle yetinmiyorlar, her şeyin ötesinde zihinsel
bir dönüşüm yaratıyorlar. Normalde televizyonun nasıl kullanıldığını bir
düşünün. İletişim aracı içimize, beynimize işledi. Gerçekliği görme ve anlama
kapasitemizi değiştiriyor. Aslında, anarşistlerin çoğu bu modern teknolojiler
kalabalığını kullanmamanın mümkün olduğunu düşünmüyor.
Bu konuda süregelen bir tartışma olduğunu biliyorum. Bununla beraber, bu
tartışma bir yanlış anlaşmaya dayanıyor. Yani, radikal olarak farklı iki şeye
aynıymış gibi yaklaşmaya çalışıyor. Eski devrimci rüya, diyelim ki İspanyol
anarko-sendikalizm, iktidara saldırma, iktidarı altetme, böylece işçi sınıfının
üretim araçlarına el koymasını ve onları geleceğin toplumunda daha adil ve
özgür bir şekilde kullanmasını sağlama düşüydü. Artık bu yeni teknolojileri
daha adil ve özgür bir şekilde kullanmak imkânsız olacak; çünkü önümüzde dünün
eski teknolojileri gibi pasif bir şekilde durmuyorlar; dinamikler. Hareket
ediyorlar, içimize, derinliklerimize işliyorlar, işlediler bile. Saldırmakta
acele etmezsek, saldırmak için neye ihtiyaç duyduğumuzu artık anlayamayacağız
ve bizim teknolojileri ele geçirmemiz yerine, teknolojiler bizi ele geçirecek,
bir sosyal devrim vakası olmayacak, kapitalizm teknolojik devrimi vakası
olacak.
İşte bu yüzden bu yeni teknolojilerin devrimci bir şekilde kullanılması
imkânsız. Yanlış anlama, savaşın olası devrimci kullanımı hakkındaki eski
yanlış anlamaya benziyor, pek çok tanınmış anarşist Birinci Dünya Savaşı
patladığında bu yanlış anlamaya kurban gitmişti. Savaşın devrimci bir şekilde
kullanılması imkânsızdır, çünkü savaş her zaman bir ölüm aracıdır. Yeni
teknolojilerin devrimci bir şekilde kullanılması imkânsızdır, çünkü yeni
teknolojiler hep ölüm araçları olacaktır. Yani bize kalan tek şey onları yok
etmek… saldırmak, şimdi, gelecekte değil, proje tamamlandığı zaman değil,
kendilerini aldatanlar bundan vazgeçtiği zaman değil, şimdi sabote etmek, şimdi
saldırmak. Ulaştığımız sonuç bu. Başlangıçta söylediğimizin açığa
kavuşturulduğu nokta, yıkıcı saldırı noktası. İşte bu noktada teori uygulama
ile birleşiyor ve sanayi sonrası kapitalizmin analizi kapitalizme saldırının
aracı oluyor. İsyancı ve devrimci anarşizm için bir araç oluyor ve bu sayede
insanın dikkatini kapitalizmin yeniden yapılandırılması projesini mümkün kılan
şeylere –insanlara ve nesnelere- ve kimin sorumluluklarının açık olduğuna
çekiyor.
Bugün, her zamankinden de çok, eşitsizliğin köküne saldırmak demek
bilginin eşitsiz olarak dağıtılmasını mümkün kılan şeylere doğrudan saldırmak
demek ve bunun sebebi, ilk defa, gerçekliğin kendisinin bilgisi olması, ilk
defa kapitalizm bilgi oldu. Bilginin ayrıntılandığı merkezler, örneğin
üniversiteler, bir zamanlar belirli ihtiyaçlar için danışılan tecrit edilmiş
yerlerken, bugün kapitalist yeniden yapılanmanın merkezindeler. Bu yüzden,
bilginin dağıtılması gerçekten mümkün. Bunun acil bir sorun olduğu konusunda
ısrar ediyorum, çünkü gördüğünüz zaman farkı kavramanız mümkün. Ama aralarında
hiçbir iletişim olmayan iki farklı bilgi türü arasında –dâhil edilmiş olanların
bilgisi ile dışlanmış olanların bilgisi arasında- net bir ayrım olduğunda,
artık çok geç olacak. Eğitim kalitesinin düşürülmesi projesini düşünün. Bir
zamanlar bilgi edinme için bir araç olan kitlesel eğitimin son yirmi sene
içinde bir niteliksizleştirme aracına dönüşmesini düşünün. Bilginin düzeyi
düşürüldü, ama sınırlı ve imtiyazlı bir azınlık başka bilgileri edinmeye,
Kapital tarafından organize edilmiş özel master dereceleri edinmeye devam
ediyor.
Bana göre bu da saldırı aciliyetini ve ihtiyacını gösteriyor. Saldırı,
evet. Ama körlemesine değil. Çaresiz, mantıksız saldırı değil. Tasarlanmış,
devrimci saldırı, anlamak ve eyleme geçmek üzere gözler iri iri açılmış
şekilde. Örneğin, kapitalin var olduğu, zaman ve uzamda gerçekleştirildiği
durumların hepsi birbiriyle aynı değil. Bazı bağlamlarda isyan başka
yöntemlerden daha ileri bir yöntem, ama yine de kitlesel mücadelelerin
uluslararası alanda gerçekleşmesi oldukça mümkün. Mevcut mücadelelere müdahale
etmek hala mümkün, yani yerel olsa bile, özel bir sorundan doğan belirli
hedefleri içine alan mücadelelere. Bunlara ikincil derecede önem atfedilmemeli.
Bu tür mücadeleler de kapitalizmin evrensel projesine zarar verir ve bizim
onlara müdahalemiz bir direnç unsuru olarak düşünülebilir, sınıfsal yapının
kırılmasını frenleyebilir. Bu akşam burada olan yoldaşların çoğunun bu tür
şeyler yaşadıklarını, belirli mücadelelere doğrudan katıldıklarını biliyorum.
Bu yüzden yeni araçlar icat etmeliyiz. Bu araçlar, ticaret
sendikalarının ya da parti önderliklerinin aracılığı olmadan mücadelelerin
gerçekliğini etkileme kapasitesine sahip olmalı. Sınırlı olsa bile açık
hedefler önermeli, evrensel değil özel hedefler, kendileri içinde devrimci
olmayan hedefler. Belirli hedeflere işaret etmeliyiz, çünkü insanların
çocuklarını beslemesi gerek. Herkesin evrensel anarşizm adına kendini feda
etmesini bekleyemeyiz. O zaman, anarşist olarak bizim varlığımız insanları kendi
çıkarları uğruna mücadele etmeye yöneltme görevini görür, çünkü bu hedeflere
ancak doğrudan otonom mücadeleler aracılığı ile ulaşılabilir ve bir kez hedefe
ulaşınca, çekirdek solar ve kaybolur. Sonra yoldaşlar farklı koşullar altında
yeniden başlar.
Hangi yoldaşlardan bahsediyoruz? Hangi anarşistlerden bahsediyoruz?
Çoğumuz anarşistiz, ama kaçımız gerçek, somut eylemlere hazırız? Bugün burada
olan kaç kişi meselenin eşiğinde duruyor ve şöyle diyor: mücadelede varız,
projemizi öneriyoruz, sonra işçiler, sömürülenler dilediklerini yapıyor. Bizim
işimiz bitti. Vicdanımız rahat. Temel olarak, anarşistin işi propaganda değilse
ne? Anarşistler olarak, tüm sosyal sorunların çözümünü biliyoruz. Bu yüzden
kendimizi sorunun sonuçlarının acısını çeken insanlara sunuyoruz. Çözümümüzü
öneriyoruz, sonra eve gidiyoruz. Hayır, bu tür anarşizm sonsuza dek ortadan
kaybolmak üzeredir. Kalan son mumyalar tarihe aittir. Yoldaşlar mücadelelerin
sorumluluğunu doğrudan ve kişisel olarak kendi üstlerine almalıdırlar, çünkü
sömürülenlerin mücadele etmesi gereken hedef ve genellikle mücadele etmedikleri
hedef ortak bir hedeftir, çünkü biz de onlar kadar sömürülüyoruz. Biz
ayrıcalıklı değiliz. İki farklı dünyada yaşamıyoruz. Onların (sözde kitlelerin)
bizden önce saldırmasını gerektirecek ciddi bir sebep yok. Onların yerine bizim
saldırmamız gerektiğini neden hissedelim, bunu da göremiyorum. Kuşkusuz ideal
olan kitle mücadelesidir. Ama kapitalist yeniden yapılandırmanın karşısında,
anarşistler sorumlu hissediyorlar ve kişisel olarak, doğrudan, kitle
mücadelesinin işaretlerini beklemeden saldırmaya karar veriyorlar. Çünkü kitle
mücadelesi asla gerçekleşmeyebilir. İşte yıkıcı eylem burada gerçekleşiyor.
Çember işte burada kapanıyor. Ne bekliyoruz ki?
Sonuç, bireysel yıkım eylemleri. Ama burada önemli bir itiraz geliyor:
insan bir bilgisayarı paramparça etmekle ne kazanır? Bu teknoloji sorununu
çözer mi? Bu soru, önemli bir soru, sosyal sabotaj hipotezi üzerinde çalışırken
gelmişti bize. Şöyle deniyordu: bir direği yok etmekle ne sonuç elde edilir?
Her şeyden önce, sabotaj sorusu teknolojinin uç noktalarında değil iletişim
ağına yöneltilmeli. Yani teknolojinin ülkeye nasıl dağıtıldığını bilme sorununa
geri dönüyoruz ve bir anlığına konudan ayrılmama izin verirseniz, burada ortaya
çıkan ciddi bir soruna işaret etmek istiyorum. Kendime “ciddi sorun” terimini
kullanma izni veriyorum, çünkü belirli bir insana saldırarak gizli, silahlı bir
organizasyonun ne yaptığını düşündüğü ile teknolojik bir gerçekliğe saldırarak
anarşist isyancı bir yapının ne yaptığını düşündüğü arasında bir karşılaştırma
yapıldı ve sonuç olarak aralarında fazla fark olmadığı iddia edildi. Ama bir
fark var, hem de önemli bir fark. Ama bu insanlar ile nesneler arasındaki fark
değil. Çok daha önemli bir fark, çünkü gizli, silahlı bir organizasyonun
hedefleri merkezcilik hatasını içeriyor. Kişiye saldırırken, organizasyon
Kapital’in merkezine saldırdığına inanıyor. Bu tür bir hata anarşist isyancı
organizasyonda imkânsızdır, çünkü o teknolojik bir gerçekleşmeye (ya da bu
gerçekleşmeden sorumlu kişiye) saldırdığı zaman, bir Kapitalizm merkezine
saldırmadığının tamamen farkındadır. Seksenlerin ilk yarısında, İtalya’daki
nükleer tesisler aleyhine dev kitle mücadeleleri yapıldı. Bunların en
önemlilerinden biri, Comiso’daki füze üssüne karşı olanıydı. Bu bağlamda base
nuclei kavramını fark ettik. Üç sene boyunca yerel halkın yanında mücadele
ettik. Bu bir kitle mücadelesiydi ve muhtelif sebeplerden dolayı üssün inşasını
engelleyemedik. Ama bizim düşündüğümüz tek mücadele türü değil bu, yalnızca
isyancı anarşistler olarak katılabileceğimiz olası mücadelelerden biri, olası
pek çok aracı mücadelelerden biri. Bir başka yönde, takip eden senelerde
İtalya’da elektrik üretim tesisleri ile ilgili yapılara dört yüzden fazla
saldırı düzenlendi. Kömürle işletilen elektrik üretim tesislerine sabotaj
düzenlendi, yüksek voltajlı direkler yıkıldı ve bunların bazıları bütün bir
bölgeye güç sağlayan dev direklerdi. Bu mücadelelerin bazıları kitle
mücadelelerine dönüştü; bazı sabotaj projelerine kitle müdahalesi oldu,
bazılarına olmadı. Kırsal alanda, karanlık bir gece, ismi bilinmeyen yoldaşlar
bir direği patlatıyordu. Bu tür saldırılar tüm ülkeye yayıldı ve bana göre iki
ana niteliği vardı: Sermayeye karşı kolayca gerçekleşen bir saldırı türü
oluşturuyorlardı ve bunu yaparken çok yıkıcı teknoloji kullanmıyorlardı ve
ikinci olarak, kolaylıkla taklit edilebiliyorlardı. Herkes gece bir yürüyüşe
çıkabilir. Sağlıklıdır da. Yani anarşistler pasif kalıp kitlelerin uyanmasını
beklememişler, kendileri bir şey yapmayı düşünmüşlerdir. Hakkında bilgimiz olan
dört yüz saldırıya ek olarak, dört yüz eylemin daha yapılmış olması mümkündür;
Devlet bu eylemleri gizliyor, çünkü onlardan korkuyor. Tüm ülkeye kılcal
damarlar gibi yayılan bir sabotaj salgınını kontrol altına almak imkânsız
olurdu.
Dünyadaki hiçbir ordu bu tür eylemleri kontrol etmeyi başaramaz.
Bildiğimiz kadarıyla, bilinen dört yüz saldırı ile bağlantılı olarak tek bir
yoldaş bile tutuklanmadı.
Burada konuyu toparlamak istiyorum, çünkü yeterince çok konuştuğumu
düşünüyorum. Bizim isyancı seçimimiz anarşisttir. Karakterimize bağlı bir
seçim, yüreğimizden gelen bir seçim olmaya ek olarak, mantığın seçimi, analitik
düşüncenin bir sonucu olduğunu da söyleyebiliriz. Bugünkü global kapitalist
yeniden yapılanma hakkında bildiklerimiz, hemen, yıkıcı müdahaleden başka
anarşistlere açık yol olmadığını göstermektedir bizlere. İşte bu yüzden
isyancıyız ve her tür ideolojiye ve gevezeliğe karşıyız. İşte bu yüzden
anarşizm ideolojisine ve anarşizm hakkındaki bunca gevezeliğe karşıyız. Meyhane
sohbetleri zamanı sona erdi. Düşman bu büyük salonun hemen dışında, herkesin
görebileceği bir yerde. Bu yalnızca ona saldırma meselesi. İsyancı anarşist
yoldaşların zamanlamayı ve yöntemi nasıl seçeceklerini bildiğinden eminim,
çünkü bu düşmanın yok edilmesi sayesinde, yoldaşlar, anarşiyi gerçekleştirmek
mümkün olacak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder