DİLİN KAYBOLUŞU
ALFREDO BONANNO
Dilin
indirgenmesi Sermayenin yürürlüğe koyduğu projelerden biridir. Dil ile
özellikle duygular ve şeylerle alakalı karmaşık kavramları dile getirmemize
imkan veren tüm ifade biçimlerini kastediyoruz.
İktidar bu
indirgemeye ihtiyaç duyuyor, çünkü doğrudan baskının yerine denetimi koyuyor ki
burada uzlaşma asli bir rol oynar ve çokbiçimli yaratıcılığın varlığı
karşısında tekbiçimli uzlaşma olanaksızdır.
Eski devrimci
propaganda sorunu son yıllarda hatırı sayılır ölçüde değişti; sömürülenleri
kendi koşullarından haberdar hale getirerek dünyanın uğradığı tahrifatları
açıkca gösterdiğini iddia eden bir gerçekçiliğin sınırları gözüküyor.
Malatesta’nın
edebiyat yetisi, kendi zamanı için benzersiz bir model oluşturan en yüksek
düzeyde elzem olan bir dile dayanır, ve Malatesta anarşizmin tarihsel kapsamı
içinde hâlâ oldukça istisnai bir örnektir. Malatesta retorik ya da şok yaratma
etkilerini kullanmadı. Sağduyuya dayalı basit noktalardan başlayıp okur
tarafından kolaylıkla anlaşılabilecek karmaşık sonuçlarla sona eren temel
tümdengelimsel mantığı kullandı.
Galleani oldukça
farklı bir dilsel düzeyde çalıştı. Cümlenin müzikalliğine, ruhları harekete geçirecek
bir atmosfer yaratmak düşüncesiyle zamanı geçmiş sözcükler kullanmaya pek büyük
önem vererek oldukça geniş retorik yapılar kullandı.
Yukarıdaki
örneklerin her ikisi de içinde bulunduğumuz zamana uygun bir devrimci dil
modeli olarak önerilemezler. Ne Malatesta, zira bugün “gösterecek” çok az şey
vardır, ne de Galleani, zira “harekete” geçirecek ruh giderek azalıyor.
İtalya, İspanya
ya da Britanya’da dengi olmayan büyük geleneğinden, hem de Fransız dili ile
kültürünün kendine özgü ruhundan ötürü muhtemelen Fransa’da çok daha geniş bir
devrimci literatür bulunabilir. Aşağı yukarı aynı dönemde yukarıda söz
ettiğimiz İtalyan örnekleri yanında açıklık ve berraklık açısından Faure, Grave
ve Armand ve kimi araştırma ile retorik kimi yönleri açısından Libertad ve Zo
d’Axa gibi örnekler de vardır.
Selefleri
Coeurderoy yanı sıra Libertad, Zo d’Axa ve diğerlerinin dilsel, yazınsal ve
gazeticilik deneyimlerinden ebediyen devam edilebilir. Fakat onlar devrimci
gazeteciliğin en iyi örneklerini temsil etseler de bu modellerin hiçbiri
günümüzde geçerli değildir.
Gerçek şudur ki
içinde bulunduğumuz gerçeklik değişmiştir, oysa devrimciler dili aynı yahut
daha kötü şekilde üretmeye devam ediyorlar. Zo d’Axa’nın, bir yanında büyük
Daumier tarafından yapılmış çizimi diğer tarafında da kendi yazısının olduğu
Endehors gibi bir broşürle, Trieste’deki Doğu Avrupa’dan yoldaşlarla
yapacağımız miting için hazırladığımız kısa ve öz broşür gibi bugün kendi
ürettiklerimizi karşılaştırmak yeterli olacaktır.
Fakat sorun
bundan da ötesine gidiyor. Yalnızca ayrıcalıklı muhataplarımız kendi dillerini
kaybetmekle kalmıyor, biz de kendimizinkini kaybediyoruz. Ve zorunlu olarak
ortak zeminlerde karşılaştığımız için, eğer kendimizi anlatmak istiyorsak bu
kayıp geri döndürülemez olmaktan çıkar.
Bu yaygın
donuklaşma süreci tüm dilleri vuruyor, ifade biçiminin heterojenliğini tekdüze
araçlar yönünde azaltıyor. Mekanizma az ya da çok aşağıdaki gibi, ve
televizyonla karşılaştırılabilir. (Yeni başlıkların) niceliğindeki artış
onların her birinin aktarılması için gereken zamanı azaltıyor. Bu, imgenin ve
sözcüğün ilerleyen, kendiliğinden bir elenmesine yol açıyor, böylece bir yanda
bu unsurlar özsel hale getiriliyorlar, oysa öte yanda aktarılabilir veri
miktarı artıyor.
Gerçekliği
insanlara açıklamaya istek duyan bunca nesiller boyu devrimcilerin şikayet
ettiği o çok istenen açıklığa nihayet mümkün olan tek yolla ulaşıldı:
gerçekliği açıklığa kavuşturmadan (her halükârda imkansız olan birşey) gerçeği
açıklığa kavuşturmak, yani gerçekliğin teknoloji yoluyla inşa edildiğini
göstermek.
Bu, insan
etkinliğini sanat vasıtasıyla kurtarmaya kalkan umutsuz girişimler de dahil her
türlü dilsel ifadenin başına geliyor, ... ... Dahası, bu çaba kendisini iki
cephede birden mücadele içinde buluyor: birincisi, yaratıcılığı tekbiçimliliğe
dönüştüren donuklaşma tarafından büsbütün yutulmaya karşı, ve ikincisi, zıt bir
problem fakat kökleri aynı, piyasa ve piyasadaki fiyatlar.
Yoksul sanat ve
yıkım olarak sanat hakkındaki eski tezlerime hâlâ kendimi yakın buluyorum.
Sanattan örnek
verelim: burada araç olan bütün diller, çok çeşitli şekillerde kullanılabilir.
Uzlaşma aşılamayı ya da onu tamamlayı amaçlayan bir kodu iletmek üzere
kullanılabilir, yahut da sınırları aşmayı teşvik etmek için kullanılabilir.
Müzik burada bir istisna oluşturmaz, özel karakterinden dolayı olsa da
sınırları aşmaya giden yol çok daha zor. Daha doğrudan gibi görünse de gerçekte
bundan çok uzaktır. Rock reküperasyon müziğidir, ve Yetmişlerin devrimci
enerjisinin çoğunun söndürülmesine katkıda bulundu. Nietzsche’nin sezgisine
göre Wagnerci müziğin getirdiği yeniliğin de başına aynısı gelmişti. Bu iki tür
müzikal üretim arasında varolan büyük tematik ve kültürel farkı düşünün. Wagner
büyük bir kültürel yapı inşa etmek zorundaydı ve zamanının gençliğini ele
geçirmek için dilsel aracı tümüyle bozdu. Bugün onunla karşılaştırınca rock
gülünç bir kültürel çabayla, aynı şeyi çok daha geniş bir skalada yapmakta.
Müziğin kitleselleştirilmesi reküperasyona yarıyor.
Öyleyse devrimci
eylemin iki şekilde yürüdüğünü söyleyebiliriz: birincisi bir basitleşme ve
ayrışma sürecine uğrayan araca göre, ve standartlaşmış, herkesçe ya da yaklaşık
olarak herkesçe daima kabul edilebilir bir ortak paydaya indirgenemeyecek
sonuçlar üreten kullanımının anlamına göre. Bu sözde edebiyatın (şiir, öykü,
tiyatro, vs) yanı sıra toplumsal problemleri sorgulayan devrimci etkinliğin
sınırlı mikro kozmosunda da meydana geliyor. Bu ya anarşist bildiriler ya da
broşürler, kitapçıklar ya da kitaplardaki yazıların biçimini alıyor, açıkcası
taşıdıkları tehlikeler benzer. Devrimci yaşadığı zamanın bir ürünüdür ve bu
zamanın ürettiği araçları ve fırsatları kullanır.
Çok az şey yüzeye
çıktığı ve yorumlama araçları bir gerilemeye uğradığından toplumun ve üretimin
mevcut koşulları hakkında okuma imkanları azaldı. Apaçık bir şekilde iki karşıt
sınıf olarak kutuplara ayrılmış bir toplumda karşı-bilginin vazifesi, iktidar
yapısının sömürü gerçeğini gizlemekten elde ettiği her türlü çıkarı açığa
vurmaktır. İkincisi ise artı değer elde etmek, baskıcı tuzaklar, Devletin
otoriter geri çekilişi ve buna benzer mekanizmaları içerir. Artık, demokratik
yönetim biçimine ve enformasyon teknolojisine dayalı üretime doğru daha da çok
ilerleyen bir toplumda sermaye gittikçe daha da anlaşılır hale geliyor. Bunun
nedeni kesinlikle görülmesinin daha önemli olması ve yeni sömürü yöntemleri
geliştirmesinin daha az önemli olmasıdır.
Günümüzde toplumu
kültürel araçlarla yorumlamamız gerekiyor ki bunlar safi bilinmeyen yahut
yüzeysel şekilde ele alınan olguları yorumlama kapasitesine sahip değiller.
Reküperasyon mekanizmalarını, uzlaşmayı ve küreselleşmeyi tartabilme yetisine
sahip olmayan basitçe bir reddedişe düşmekten kaçınmak için, aynı zamanda eski
görünür sınıf çatışmasından çok uzaklaşmış olan bilinçsiz çatışmayı da
tanımlamaya ihtiyacımız var. Belgelemekten daha ziyade yazmak da dahil,
kapsamlı bir projede olması gerekli aktif katılıma ihtiyacımız var. Kendimizi
sömürüyü teşhir etmekle sınırlayamayız, ama analizin taslağı esnasında,
analizimizi anlaşılabilir hale gelecek tam bir projeye sevk etmemiz gerekir.
Artık belgelemek veya teşhir etmek yeterli değildir. Daha faslasına ihtiyacımız
var, oysa hâlâ konuşmak için dilimiz var, ve kesilmediler.
Kendini ifade
etme biçimleri ve kişinin projesi arasındaki bu yeni etkileşim, dilsel araçları
kullanma biçiminin gücüdür, fakat aynı zamanda onun sınırlarını keşfetmek için
de yol gösterir. Eğer dilin, iktidarca planlanan ve uygulanan basitleştirilme
eğilimine uyarak fakirleşmesine izin verildiyse o zaman bu kaçınılmazdır.
Devrimci meselelerde
görülen, yazıda özyargısız nesnellik alanına karşı her zaman mücadele ettim. Bu
tamamen, dilsel ifadenin daima üslubunda özetlenen toplumsal bir boyutu
olmasından dolayıdır. Buffon’un söylediği gibi o sadece bir insan değil,
‘verili bir toplum içindeki bir insan’dır. Ve, vazgeçilmez içeriği bir projeye
dahil etmeye, beraberinde hadisenin sözde eylemini sağlamaya dair kesinlikle
zor problemi çözen üsluptur. Eğer proje canlı ve çatışmanın koşullarına
uygunsa, üslup renklendirilebilir, halbuki eğer üslup uygun değilse yahut
nesnellik yanılsaması içinde kaybolmuşsa, en iyi proje dahi kendisini
hayaletbenzeri bir izlenimler ormanında kaybolma tehlikesi altında kalabilir.
Bu yüzden
kullandığımız dil, devrimci içeriğimizi destekleme yetisine sahip bir biçim almalı
ve normal iletişim biçimlerini ihlal etmeye ve altüst etmeye yeterli kışkırtıcı
bir dürtüklemeye sahip olmalıdır. Yüreğimizde hissettiğimiz ve yalnızca büyük
zorlukla anladığımız gerçekliği mantığın kefenine sarmalamadan temsil
edebilmeli. Bunu tasavvur etmek için proje ve dil, kullandığı üslupta
birbiriyle buluşmalı ve birbirini tanımalı. Şeyleri bayat tezlerin mantksal uç
noktalarına kadar götürmeyi talep etmeden, aracın mesajın hatırı sayılır bir
kısmını inşa ettiğini biliyoruz.
Projeyle ve onu
dile getirme biçimiyle ilgisi olmayan ıskartaya çıkmış sözlere bizi batıracak
yeni bir pragmatik ideolojiye izin vermeden, bu süreçlere dikkat göstermeliyiz.
Öyleyse, dildeki
fakirleşmesinin artması devrimciler olarak kullandığımız iletişim araçlarına da
yansıyor. Öncelikle kendi zamanımızın kadınları ve erkekleriyiz, bu zamanı
karakterize eden indirgeyici kültürel süreçlerin katılımcılarıyız. Başkaları
gibi biz de araçlarımızı yitiriyoruz. Bu normal. Fakat daha iyi sonuçlar elde
etmek ve bu indirgeyici süreçlere direnebilme kapasitesine sahip olmak için ço
daha fazla çabalamamız gerek.
Üslup yetisindeki
bu azalma içerikteki azalmanın bir sonucudur. Bu çok daha ileri düzeyde bir
fakirleşme doğurabilir, projenin zorunlu olarak anlatım araçlarına bağlı kalan
en özsel kısmını ifade edememeye yol açabilir. Bu yüzden içeri kurtaracak olan
“genre” (tür) değil fakat hepsinin ötesinde içeriğin neden bu biçimi aldığıdır.
Bazı insanlar bir şema çıkarar ve daha sonra kendilerini asla ondan
kurtaramazlar. Bunun, sanki yumuşak bakışlı ya da kahverengi gözlere sahip
olmak gibi “kendilerinin ifade biçimleri” olduğuna inanarak bildikleri herşeyi
bu şemanın süzgecinden geçirirler. Fakat o kadar da hafif değil. Eğer iletişimi
hayata geçirmek istiyosa kişi kendisini bu hapisaneden er ya da geç
kurtarmalıdır.
Örneğin duyduğu
aciliyeti iletmek için ironi yolunu seçenler vardır. Çok güzel, fakat ironinin
kendine özgü hususiyetleri vardır, yani latiftir, hafiftir, bir dans ya da bir
şaka, kinayeli bir metafordur. Günlük gazetelerdeki hicivli taşlamalar ya da
hikayenin nasıl sona ereceğini önceden bildiğimiz karikatürler gibi kendini
tekrar etmeyi ya da dokunaklı olmayı tersyüz etmeksizin bir sistem haline
gelemez, yoksa asker şakaları gibi onu anlaşılmaz olur. Aynı şekilde, zıt
nedenler yüzünden, usandırıcı hale gelerek sona eren gerçekliğin çağrısı
-gerçek görünmeyen birşeyden anlık bir gerçekleşme olamayacağına varsayımından
hareket ederek, gerçeği görülebilir ve iletişim yoluyla hissedilebilir hale
getirme girişimi- hayata geçirilemez. Hakiki iletişimin temelindeki
kavramsallığı yitirerek, ısrar etmeye duyulan değişmez ihtiyacın içinde
kayboluruz.
Gündelik
aptallığın müzesindeki beylik laflardan biri de birşeyi nasıl söyleyeceğimizi
bilmediğimizdir, oysa asıl problem ne söyleyeceğimizi bilmememiz. Bu o kadar
zorunlu değil. İletişim akışı tek boyutlu değil, çok boyutludur: yalnızca bir
şey iletmiyoruz, aynı zamanda bir iletimi de alıyoruz. Ve bir başkasına bir şey
iletirken yaşadığımız problemi başkalarından [ileti –ç.n.] alırken de yaşarız.
Alışta da bir üslup problemi vardır. Zorluklar özdeş, yanılsamalar da öyle.
Yine, kendimizi yazılı dille sınırlayarak, gazete yazıları okuduğumuzda bu
yazının yazarının dış dünyadan iletişim alma şeklini yeniden inşa
edebildiğimizi keşfederiz. Üslup aynıdır; bunun aynı olduğuınu aynı yazılarda,
aynı hatalarda, aynı kestirme yollarda görebiliriz. Ve bu yüden bu hadiseler ve
sınırlar yalnızca üslup sorunları değil aynı zamanda yazarın projesinin, tam da
kendi yaşamının özsel bileşenleridir.
Gelen iletişimin
anlamını kavrama kapasitesine sahip devrimciler azaldıkça, bu bize doğrudan
olaylar yoluyla ulaşsa da ikincisinin yorumlanmasının daha fakirleştiğini ve
daha tekrara dayalı hale geldiğini görebiliriz. Sonuç: sözcükte ve maalesef
fiilde de yaklaşıklık, belirsizlik, ne düşmanın kapasitesinin karmaşıklığına ne
de kendi devrimci niyetlerimize uyan düşük düzeyli fikirler.
Eğer şeyler başka
türlü olsaydı daima kendisini harekete geçirmeye hazır iyi çalışan işçi
sınıfıyla sosyalist gerekçilik mümkü olan tek çözüm olabilirdi. Bu tür bir
cahillik ve gerçekliğin farklılığını rettetme tarafından yönlendirilen en son
yoldan çıkma, Illiescu’nun yeni düzenini tekrar kurmasına romanyalı
madencilerin müdahale etmesidir.
İktidar’ın dilsel
ifadenin donuklaşmasının genelleştirilmesine yönelik girişimi, içerilen ve
dışlanan arasında inşa edilen aşılamaz duvarın aslî unsurlarından biridir. Eğer
doğrudan ve ani bir saldırıyı mücadeleye paralel bir araç olarak tanımladıysak,
bizim tasarrufumuzdaki başka bir aracın optimal kullanımını geliştirmeli ve
maliyeti her ne olursa olsun, bize ait olmayanı almalıyız. Bu ikisi ayrılamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder