15 Ekim 2011 Cumartesi

Çöküşten Sonra


Çöküşten Sonra Eşitlikçi Sosyal, Ekonomik ve Politik Yapıların Korunması ve Yaratılması
11 Aralık 2005

Steve Thomas

Çöküşe doğru ilerlediğimiz büyük ölçüde tartışmasızdır. Çöküşün sayesinde meydana gelebilecek faktörlerin burada detaylı bir sorgulanmasını vermek gereksizdir. Amacım bunun yerine bunun iki mislidir:

1. Çöküşün alacağı biçimi keşfetmek; bu küresel endüstriyel uygarlığın ufalandıkça gerçekten neyi yaşayacağımız üzerine tahminlerde bulunmaktır, ve daha önemlisi:

2. Bir uygarlıksal çöküş durumunda eşitlikçiliği nasıl yaratmayı ve sürdürmeyi umut edebileceğimizi keşfetmektir.

Neyi Beklemeliyiz?

Çöküşün geldiğini hemen nasıl bileceğiz?
Uyarıcı işaretler evvelden beri mevcuttur. Bizler petrol alt yapısının çöküşünü yada Katrina ve Rita kasırgaları hakkında daha önce de yazmıştık. Belki de bu kış haklı olup olmadığımızı öğreneceğiz.

Bununla birlikte, “Evet, uygarlık çöküyor” diyebileceğimiz bir noktanın olacağı da olanaklı olmayabilir. Bu toplumun tüm politik ve ekonomik altyapısının ani bir parçalanma olabileceği de olanaklı olmayabilir. Bir olasılık göreceğimiz şey, savunulamaz olana kadar savaş ve baskının bugünkü miktarının bir sonraki dönemde artışıdır.

Bu; bizler petrol için tüm kürede her yerde savaşmaya devam edeceğiz, ta ki ordularımız için kullandığımız, Orta Doğu’dan, Hazar Denizinden, Güney Amerika’dan vs. getirdiğimiz petrolümüz azalana kadar. Bizler, polis arabaları, kontrol noktaları, GPS sistemleri, bilgisayarlar vs. için güç kaynağı olan petrol kalmayana dek takip altında olma, yasa baskısı ve ayrılığın azaltılması biçimindeki artan politik baskıya maruz kalmaya devam edeceğiz. Ve Amerikan ekonomisi daha çok insanı yoksulluğa, borca ve işsizliğe mecbur bırakarak çökmeye devam edecektir. Bir çöküşe benzemeden önce geri çekilme olarak görünecektir, daha sonra da bir depresyon.

Çöküşün hızı bir kaç işaret veren olayla birlikte belki de yavaş yavaş bir uçtan bir uca olacaktır. Bizler evvelce öyle bir noktalama işaretini görmüştük (Katrina Kasırgası). Her ne kadar olaylar hızla veya yavaşça gelişirse, temel kaynakların – yiyecek, su, barınma, ısınma – hazırlanması için bugünkü sistemin ölmüş olduğu bilgisine ulaşacağımız bir noktaya varırız. Çoğu bakkal dükkânının boş olduğu bir noktaya varırız. Çoğu ışığın ve ısıtıcının açılmayacağı ve muslukların akmayacağı bir noktaya varırız. Bu noktada, 300 milyonluk Amerikalıların çoğunluğu, yaşamak için başka bir yol bulmak zorunda olduklarının farkına varacağı gibi çöküş ciddi olarak başlamış olacaktır.
Bunu tetikleyecek ani bir olay da olabilir – Amerika Birleşik Devletleri’nin tümünün kendisini New Orleans’taki gibi bir durumda bulabileceği bir olay. Fakat ani bir olayla bile, bir şeyler bir süreliğine – 10 veya üzeri bir yıl – tam olarak kalabilir.

Toprak Kapma

Milyonlarca şehirli, varoşlu ve kasabalı bir mahsulü zorla alabilecekleri kalan her bir parça toprak için savaşım verecekleri için kitlesel bir Toprak Kapma olayını görebiliriz. Aslında, böyle bir hadisenin ortaya çıkmasını hemen hemen garanti edebiliriz. Bu olayın şiddetsiz olması da hiç olası değildir. Amerika’daki kırsal alanın geniş çoğunluğu, terk etmeleri olası olmayan hem şirketler – iktidarla birlikte – hem de devletler tarafından sahip olunmaktadır ve “kendilerinin” olarak gördüklerini muhtemelen sonuna kadar diş ile tırnakla savunacaklardır.

Bizler polis, asker olarak ortaya çıkan yeni bir feodalizmi görebiliriz ve geniş sayılardaki yenice yoksullaşmış olanlar kendilerini yetersiz bir toprak arsası hakkı için bazı zengin toprak sahipleri adına savaşırken bulacaklardır.

Böyle bir feodalizm ortaya çıkmasa bile/çıkmadığı yerde, şiddet olasıdır. Kuzey Amerikanın büyük kara parçası (Rio Grande’nin güneyi) şu an 320 milyon insanın evidir. Bu petrol temelli modern bir tarım olmadan popülâsyonu destekleyemez. Rwanda—Jared Diamond’un Çöküş’te inandırıcı bir şekilde göstermiş olduğu gibi, aşırı nüfusun neden olduğu jenosit—Amerika’nın ne hale geleceğinin korkunç örneğini, petrol temelli tarım çöktüğünde görebiliriz.

Neticede Toprak Kapma sona erecek ve Kuzey Amerika sürdürülebilir bir dengeye oturacaktır. Önümüzdeki mesele, dengenin Seçenek A’ya dayanıp dayanmayacağıdır: farklı düzenin birbiriyle bağlantılı, eşitlikçi topluluklarının ortada derecedeki büyük bir nüfus (Avrupalıların gelişinden önceki durumdaki gibi); veya Seçenek B: sürekli kıtlık, belirli bir bölgeye ait savaş ve savaş efendiliği (diğer modern devletlerin çöküşünün örneklerindeki gibi).

A Seçeneğini Başarmak

Aşırı derecede muhtemeldir ki—her hangi bir yerlerde de yazıldığı gibi—bizler çöküşün başına çoktan geldik. Çöküşü olabildiğince uzatmak iyi bir fikir olabilir. şeyler daha yavaş baş gösterirse, insanları eğitmemiz ve “kafaları değiştirmek” için daha fazla zamanımız olur. Birçok insanın eskinin kırıntıları üzerinden savaşmak yerine mümkün olduğu kadar daha iyi bir toplumu inşa ettiğini görebileceğiz. Ayrıca, şeyler daha yavaş baş gösterirse, insan yaşamını destekleyen ve çöküşten sağ kurtulabilen sürdürülebilir altyapıları yaratabileceğimiz daha fazla zamanımız olur.

Diğer taraftan, şeyler daha yavaş baş gösterirse, hiyerarşinin var olduğu doğal altyapıyı harap etmesi gereken daha fazla zamanı olur. Çöküş şimdiden itibaren 20 yıl içerisinde aniden vurursa, Amerika toprağının daha fazlası (büyük yüzdesi) tükenmiş olacaktır ve ormanın benzer oranı yok edilmiş olacaktır. Böylelikle, Amerika’daki endüstriyel olmayan insanlar için daha fazla taşıma kapasitesi kötüleşmiş olacaktır.

Şu an bıçağın ağzındayız. Şayet çöküş aniden ortaya çıkarsa, hazır olmayacağız ve umutsuz mültecilerin kalanıyla beraber kendimizi boğulmuş ve yok edilmiş bulacağız. Eğer çok yavaş ortaya çıkarsa, kendi sürdürülebilir doğal ortamlarımızı inşa etmiş olsak bile, kıtanın kalanı yüz milyonlarca yeni mültecinin yaşamlarını sürdürebilmeleri için yolları olmayacaklarından için tüketmiş olacaktır. Geriye varlığını sürdürebilir çok az toprak kalacaktır—ve bizler şu an bunun çoğunun üzerinde oturuyoruz. Böyle bir senaryoda sürekli saldırıya maruz kalacağız; bozguna uğratılacağız ve yok edileceğiz.

Bizlerin belki de bu konuda söyleyeceğimiz hiçbir şeyin değeri yoktur. Peşine düşebileceğimiz en iyi strateji 1. kabilelerimizi, komünlerimizi, cemaat gruplarımızı, eko-köylerimizi ve topluluk örgütlerimizi yaratmaya devam etmek ve bu farklı gruplar arasında bağ oluşturmaya devam etmek ve aynı zamanda bunları desteklemek için ekolojik altyapı/doğal ortamları yaratmaya devam etmek; 2. imkan dahilinde bize katılmak isteyecek olan bir çok insanı toplamaya devam etmek; 3. tüm kaynaklarımızla mevcut ekolojik altyapının yıkımına karşı mücadeleye devam etmektir.

Eşitliği Korumak ve Sürdürmek

Yiyecek kültürün temelidir. Tüm üst düzey kültürel örgütlenme—sosyal örgütlenme, siyaset, din, yasa, savaş, sanat, her şey—bir toplumun kendi üyelerine sağladığı temel altyapının ardından gelir. Bu gerçek, endüstriyel altyapı bir kez yok olduğunda şayet eşitlikçiliği sürdürecek ve yaratacaksak ciddidir.

Devam etmeden önce eşitlikçilikten neyi kastettiğimi açıklamam gerektiğini sanıyorum. Öncelikle, bunu anarşistleri, kabilecileri, geçici toprağın ekimini, eko-köyleri, kültür değişimi teorisyenlerini vs. çevreleyen hareketle birleşmiş olarak genelde çoğumuzun amacı olarak alıyorum. Eşitlikçiliği, her bireyin ihtiyaçlarının — ekonomik, ailevi, sosyal, politik, dinsel— karşılandığı ya da en azından diğer bütün bireylerin ihtiyaçlarının aynı boyutta karşılanacağı; ortaya çıkacak olan hiyerarşilerin ihtiyaca dayanan ve bireysel erdeme dayanan ve hiçbir şekilde atanmış bir statüye dayanmayan geçici hiyerarşiler olduğu bir koşul olarak tanımlıyorum.

Şimdi, eşitlikçilik (benim görüşümce) otonomiyle birleşmek zorundadır. Eğer Hıristiyan bir komşu grup petrolün iflasından kurtulmayı diliyorsa, fakat aynı zamanda kilise emrindeki hiyerarşileri korumayı diliyorsa, bunda onlara karşı çıkmaya uğraşmamalıyız (Hıristiyanlığın başkasının dinini kendininkine çevirmeye çalışan doğası göz önünde tutulursa, kilise gruplarından uzak olmak muhtemelen zekicedir).

O halde toplumumuz çöktüğünde ve hiyerarşiyi korumakla ve sürdürmekle çok fazla ilgilenen insanlarla en azından ara sıra yapılan savaşların olduğu bir durumun olası olduğunda bu koşulları nasıl yaratacağız ve koruyacağız?

Şimdi yiyeceğe geri dönelim. Yiyeceği nasıl elde edeceğimiz toplumumuzun geri kalanını nasıl yaratacağımız konusunda bir temel oluşturacaktır. Bir sonraki bölümde çeşitli geçim stratejilerinin doğasını; pratisyenlerin kaotik Toprak Kapma koşullarının üstesinden gelmelerine nasıl izin vereceklerini ve eşitlikçilik meseleleriyle nasıl ilgili olacaklarını inceleyeceğim.

Avcılık ve Toplayıcılık

Tarihsel olarak, avcı-toplayıcılar insan eşitlikçiliğinin en iyi örnekleridirler. Bu son zamanlara kadar insanlığın tek örnekleri ve insanların doğal olarak eşitlikçi olduğundan bu yana mantıklıdır. Avcı-toplayıcı topluluk Jeff Vail tarafından tanımlanmış olan kök gövde örneğini oluşturur.

Topluluğun özellikleri şunları içerir:

1. Küçük ölçek. Aynı grubun bir parçası olarak sayılan bir grubun tümü asla birkaç yüzden fazla değildir.

2. Akıcı birleşim ve devingenlik. Alt ve alt-alt gruplardan oluşan topluluk zayıf bir ağ ile bağlanmıştı. Küçük gruplardaki üyelik her zaman değişime tabidir. Bu topluluk eşitlikçiliğine öncülük eden faktörlerden birincisidir. Eğer Grup A cani despot tarafından tahakküm altına alınmış hale gelirse, Group A’nın üyeleri basit bir şekilde grubu terk eder ve Grup B, C veya D’ye katılırlar. Bu Grup A’nın Çiftlik A’yı seçtiği ve terk edemediği tarımsal bir toplumdan farklıdır.

3. Küçük grupların (5-15) sakini olmanın bir bölünme-birleşme örneği mevsimsel olarak daha büyük grupların (30-70) oluşması için birleşir ve daha sonra çoğunlukla yeniden düzenlenmiş bir oluşumla yeniden dağılır.

4. Karşılıklılık. Grubun en iyi avantajı durumunun hiyerarşiye el veremez olmasıdır. Küçük sayılarıyla, yiyecek tedariklerinin inişli çıkışlı olan ve en azından av hayvanlarına kısmi bağımlılığı (her zaman avlanmak asla başarılı değildir) olan grup her bir bireyi için gerekli koşulu yarattığından emin olmak zorundadır, çünkü topluluk her bir bireye muhtaçtır.

Toprak Kapma Esnası:

Grup toplulukların zirve sonrası dünyada avantajları ve dezavantajları olacaktır. Arta kalan topraklar üzerinde savaşlar olacağından doğruysam (belki de çok büyük bir savaşım, soykırımsal bir savaşım), avcı-toplayıcılar bazı hususlarda en iyi bir pozisyonda olacaklardır. Belirli bir parça toprağa bağlanmış olan bahçeci, çiftçi veya geçici olarak toprağı ekenlerden farklı olarak, avcı-toplayıcı bir şeyler kötüye gittiğinde basit bir şekilde başka bir yere gidebilirler. Avcı-toplayıcı topluluk ayrıca şu olağanüstü avantaja sahiptir: yapısı gerilla savaşı için ideal bir yapı ile tamamen aynıdır. John Robb’un yazdığı gibi,

    “Bu Chris Allen’in online grup analizine göre iki ölçüde görülebileceği en iyi grup hacmine ulaşmamıza öncülük eder: hem küçük hem orta ölçekli. Küçük, varlığını sürdürebilir (görevlerde etkili olabilecekleri) gruplar (veya hücreler) en iyi 7-8 üye kullanılırlar. Daha düşük bir sınır 5 olarak ve en yüksek sınır 9 olarak görülebilir (etkili olabilmek için yeterli kaynakları olmayan 5 kişiden az olan gruplar). Orta ölçekli gruplar en düşük sınırı 25 ve en yüksek sınırı 80 olan 45-50 kişilik gruplar en iyisidirler…”

25-80 kişilik daha büyük gruplarla bir noktada birleşen 5-9 kişilik hücreler. Tanıdık geldi mi?

Devingenliğin avantajına öncülük eden aynı faktörler, yine de, bazı büyük dezavantajlara neden olabilir. Bu kıtanın birçok eko-sisteminin harap edilmiş doğası göz önünde tutulursa, avcı-toplayıcı grupların toprağın çok büyük bir kısmına bağımlı olmaları gerektiği muhtemeldir. Böyle büyük bir toprağı savunmak çok zordur, özellikle de;

1. sınır koyulmuşsa ve 2. bir çok noktadan tecavüze uğruyorsa. Bu dezavantaj, iyi bir toplayıcılık habitatı yaratmak için toprağın geçici olarak ekilmesinin veya Fukuoka tohum topu tekniklerinin kullanımı yoluyla alt edilebilir—fakat bu sırasıyla toprağın geçici olarak ekilmesine eşlik edecek olan aynı dezavantajlarla sonuçlanabilecektir (aşağıda göreceksiniz).

Rwanda’nın avcı toplayıcılarının Tutristen daha kötü adaleti olduğunun hiçbir değeri yoktur.

Eşitlikçilik:

Eşitlikçilik meselesine yeniden dönersek, avcı-toplayıcılar tarihsel olarak en iyi performansa sahiptirler, yine de bazen testte başarısız olurlar, özellikle de cinsel ilişkiler konusunda. Bizler cinsler arasındaki ilişkilerin eşit veya yarı-eşit olduğu avcı-toplayıcı toplulukların örnekleri olarak Mbuti, Semai, ve !Kung’lara bakabiliriz. Yine de bununla çelişse de, Yahgan’ları (hiyerarşilerinin olmadığına şaşırmış olan birisine bir misyoner şöyle der: “Oh bizim hiyerarşimiz var. Tüm erkekler kaptan ve kadınlar da denizcilerdir); bazı Eskimo gruplarını (kadınların yaşları geldiğinde rutin olarak tecavüze uğradıkları); ve Tazmanya Aborjinlerini bulabiliriz.

Avcı-toplayıcı topluluklarda eşitlikçiliği nasıl sağlama alabiliriz? Pekala, onların bu tarza doğru olan doğal yönelimleri elbette yardımcıdır. Şayet her birey vazgeçilmezse (küçük topluluklarda olduğu gibi), her bireye vazgeçilmezmiş gibi davranılacağı bir durum olması gerekmektedir (ve bunları yapmakta başarısız olan gruplar, muhtemelen grubun hayatta kalması için vazgeçilmez olan üyeler mahrumiyetten öldükleri veya başka bir gruba katılmak için kaçtıkları gibi hayatta kalmakta başarısız olacaktırlar). Eşitlikçiliğin aktif, uygulanmış bir ideolojisi görev arz etmelidir. Karşılıklılık, paylaşım, bakım ve beslenme çocukların yetiştirildiği tarz hakkında bilgi vermelidir ve çocuklardaki hiyerarşiye ve rekabete olan eğilimler bastırılmalıdır. Topluluklarda bile, sosyal düzeydeki ve alfa-maleism’deki tahakkümcülük devam edebilir. Alfa-tipi bireyler aktif olarak zapt edilmelidir. Şiddetten arınmış iletişim gibi uygulamalar—şimdi de öğrenilebilen—devam edebilir ve çöküş sonrası avcı-toplayıcı topluluklarda çok faydalı olabilir.

Avcı-toplayıcıların çok sık cinsel işbölümünü uyguladıklarının hiçbir değeri yoktur. Bu, şayet kadınlar veya erkekler kaynakların geniş çoğunluğunu sağlarlarsa boyun eğdirmeye yol açabilir (Kadınlar kadın düşmanı Tazmanyalılar arasında birincil yiyecek sağlayıcılarıydılar; erkekler kadın düşmanı Eskimolar arasındaki tüm yiyeceği sağlıyorlardı). Avcılığın, doğal olarak net olmayan nedenlerden dolayı erkek temelli bir aktivite haline geldiği görünür. Bir grup avcılığın yiyeceğin geniş çoğunluğunu sağlamak zorunda olduğu bir çevredeyse, adımlar bunu kolektif yapmak için atılır (ağların, ateşin ve diğer şeylerin kullanılması).

Tüm bunlar kaygılardır, fakat neo-kabileci toplayıcı gruplarla olan deneyimlerim (itiraf etmeliyim ki kısıtlı) bu toplulukların iç durumları hakkında üzülecek çok az şey olduğunu düşünmeme neden oldu. Onların problemi sadece grubun dışından gelen kişiler olabilir.

Bahçecilik ve Toprağın Geçici Olarak Ekilmesi (Permakültür)

Bahçecilik ile çoğu kez birden fazla mahsul ekmeyi ve kesip yakma tekniklerini içeren; sulamanın ve diğer büyük ölçekli tasarıların bulunmadığı; çoğu kez domuz, tavuk veya koyun gibi evcil hayvanların yetiştirilmesini; tipik olarak en azından avlanmayla, balıkçılıkla ve vahşi bitki toplamayla birleşmiş olan düşük yoğunluklu çiftçiliği ima ediyorum. Perma-kültür modern bir kavramdır ve tarımsal tasarıya ekolojik prensiplerin uygulanmasından söz eder. Perma-kültürün tanımının en basit yolu, içerisine her türün insan yiyeceği üretimine karıştığı kasten inşa edilmiş doğal bir eko-sistem gibidir. Perma-kültür birincil olarak önerildiğinden beri, bir çok yerli bahçecilik sistemi aslında bunu beklemektedir. Kayapo ve diğer Amazon Yerli kabileleri, mesela, çok geniş ve büyük ölçüde kendi kendini sürdürebilen ve insan yiyecek kaynaklarının sürdürülebilir ormanlarını yaratmak için perma-kültür tekniklerini kullanmıştı. (bu başlık üzerine daha fazla bilgi edinmek için Toby Hemenway’in makalesi Kırın Ötesi‘ni okuyun).

Bahçeci toplumların özellikleri geleneksel olarak şunları içerir:

1. Sürekli veya yarı sürekli oturma. Bahçeciler çoğu kez uygun çevrelerde belirli bir mevsim esnasında avlanmak için dağılabilmesine rağmen, kalıcı köylerde yaşarlar.

2. Sosyo-politik örgütlenmenin daha sabit tarzları. Bahçeciler sabit klanlara, soylara, kabilelere ve küçük parçalara sahip olma eğilimleri vardır. Böyle detaylı ve kalıcı bir örgütlenme avcı-toplayıcı topluluklarda yok değildir (Orta Avustralyalıların akrabalık sistemini anlamaya çalışmış olan birinin bileceği gibi), fakat birçok durumda bu bahçecilik yapan toplumda olduğu gibi daha az sabit ve daha az katıdır. Böyle bir esnemezlik mutlaka özgürlüğün kaybını zorunlu kılar (grubun akışkanlığı azaldığı için).

3. Kolektif İyelik. Bahçeci topluluklarda, köyler, aileler veya klanlar bahçe toprağına kolektif olarak sahip olma eğilimindedir (herhangi bir sahipliğin minimum düzeyde olduğu ve genellikle bireysel kullanım hakkıyla sınırlı olduğu avcı-toplayıcı toplumlara karşıt olarak). Bu sahiplik düzeninin eşitlikçi olup olmayacağı köy, aile veya klan organizasyonun aslında eşitlikçi olmasına bağlıdır.

4. Belirli bir yere ait savaş.

Toprak Kapma Esnası:

Perma-kültür temelli köyleri içeren perma-kültür sistemleri şu an oluşturulmaktadır. Perma-kültürü uygulayanlar küçük ve sabit bir konumda orta derecede bereketli bir yiyecek tedariği avantajına sahiptirler. Bütün bölgeler, çöküş kalıcı olmadan önce perma-kültüre dönmeyi becermelidir –ve bu bölgeler diğerine göre problemsiz bir şekilde yaşamlarına devam etmeyi düşünebilirler. Bu, yine de, komşularının kıskançlıklarını uyandırdıkları ve kendi kısıtlandırılmış arsalarını savunmaya zorlandıkları gibi bir dezavantaj olabilir.

Geleneksel bahçecilik çoğu kez tahılı içerir, tıpkı geçmişte Kuzey Amerika’da ekilmiş mısır-fasülye-kabak üçlüsü gibi. Bu sistemleri uygulayanların bu gibi mahsullerin grup sağlığı üzerinde zararlı etkileri olabileceğinden ve toprağın yıllık ekimi eğiliminin toprağın yüzeyini tüketeceğinden ve çöküşle sonuçlanacağından haberdar edilmesi gerekiyor. Geçmişte sayısız bahçecilik sistemi ekolojik hasarlarla sonuçlanmıştır ve bu yeni bir toprağın çok nadir bulunacağı bir zamandır. Perma-kültürün, diğer taraftan, aşırı derecede sürdürülebilir olduğu kanıtlanabilir.

Eşitlikçilik:

Geleneksel bahçeci topluluklar geniş olarak çeşitlidir. Çoğu eşitlikçi düzeydedir. Bir çoğu da Koca Adam kurumuna sahiptir; bu büyük oranda zenginlik ve nüfuz biriktirmesine izin verilmiş olan fakat atanmış (sabit) bir statüden ve emir verme yetkisinden yoksun olan bir kişidir. Eğer koşullar uygunsa Koca Adam hızla bir şefe dönüşebilir.

Bahçeci topluluklarda tekrar cinsel hiyerarşilerin hatırı sayılır varyasyonlarını buluruz. Kadınların büyü faaliyetine erkeklerden daha az uygun olduğunu ve domuz pisliğinin kürekle atılması gibi ağır bir angaryayı yerine getirmeye daha da uygun olduklarını bulduğumuz sadece cins temelli şikâyetleri olan Vanitinai adalıları; cinsel denetim ve dengenin karmaşık bir sistemini korumuş olan Iroquois’lar (bir Kızılderili federasyonu); ve aralarındaki kadınların geleneksel olarak mülkiyete sahip olabildiği Zuni’lar vardır. Diğer taraftan, aralarındaki kadınların erkekler tarafından şiddete maruz kalmış olduğu ve sürekli şiddet ve tecavüz korkusuyla yaşamış olan bir çok Amazon’lu ve Yeni Gine’li kabile vardır.

Yetiştiriciler olarak bahçeciliğin uygulayıcıları sık sık daha fazla çocuğa ihtiyaç duyarlar. Bu kadın üzerinde büyük bir vücut yüküne yol açabilir. Sürekli gebelik, daha ileride kadınların statülerini azaltarak kabile yaşantısının diğer yönlerine katılamamalarına yol açabilir. Yetiştiriciler olarak onlar neredeyse her zaman erkek üstünlüğüyle sonuçlanan belirli bir bölgeye ait savaşa yol açabilecek olan yüksek nüfus yoğunluklarına da bağlıdırlar.

Bu hala perma-kültür uygulamalarının bunu hafifleteceği gibi görünmektedir. Perma-kültür sistemlerinin büyük enerji girişlerini gerektirmediği boyutta, onlar nüfus artışını cesaretlendirmemelidir. Bununla birlikte, onların alanda sabit olmadıkları boyutta, bahçecilik ve perma-kültür yapıları avcı-toplayıcıların geniş topraklarından daha fazlasını savunmaları gerektirecektir. Bu nedenle en sürdürülebilir topluluklar bile sürekli savaşa ihtiyaçtan dolayı patriarkiye yönelebilir.

Eğer savaşın erkek egemenliği kaçınılmaz ise (ve tarih bize büyük olasılıkla böyle olduğunu gösterir), kabile köylerinin girişecekleri tek çözüm –basit bir şekilde-olabildiğince çok toprağı ele geçirmek için patriarkiyi hafifletmektir. Bunun nedeni; bir kabile konfederasyonu birkaç yüz kare mil içerisindeki 20 komşu perma-kültür/bahçeci köyden oluşuyorsa (bunu şimdi başarmak kolay bir şey değildir…), o zaman (erkek) savaşçılar savaşmak için daha uzaklara yolculuk yapmak zorundadırlar. Bu, mülkiyetin kontrolünün evde oturan kadınların ellerinde olduğu bir sistemin yaratımını gerektirir. Kadınların egemenliği ve yerelliği erkek üstünlüğünü yeteri kadar çok zayıflatabilir.

Elbette, yeni başlayan perma-kültür/bahçecilik köyleri için en iyi çözüm, komşularının da kendileri için önceden hazır olduklarından emin olmaktır. Toprak Kapma günlerinde kasten sizi kendilerine katmayı isteyebilecektir; herkese birkaç yıl içerisinde petrol olmadan nasıl mahsul ekileceğini öğretmek için uzak mesafelere yürüyen misyonerler göndereceklerdir. Bu yapmaları gereken savaşı azaltacak ve tomurcuklanan problemi belki de kırpacaktır. Esasen, bu her birimiz için güzel bir fikirdir.

Organik Tarım

Bazı bölgelerde, petro-kimyasalların ortaya çıkmasından önce uygulanmış olan türünden yoğun tarım, halen mümkün olabilir. Bu mantıklı değildir. Kendi doğasıyla yoğun tarım toprağı tüketir; hiyerarşiyi, genişlemeyi ve devletçiliği cesaretlendirir ve her zaman çöküşle sonuçlanır. Yine de, bugünkü bazı tarımsal komünler, çiftlik evleri olan eko-köyler bir süre terk etmekte ısrar edebilir, özellikle de bu gibi teknikleri biyo-dizel ve güneş enerjisi olarak uygulamak için zaman harcadıklarında.

Tarımsal toplumların özellikleri geleneksel olarak şunları içerir:

1. Toplumun her seviyesinde yüksek düzeyde tabakalaşma. Patriarki, sınıflara bölünme ve devletçilik tarihte bilinen tüm tarımsal toplumların özelliğidir.

2. Fetih için yapılan bir yere özgü, yıkıcı savaş (topluluk/köy düzeyinde olanaksızdır).

3. Ekolojik çöküşe olan eğilim.

Toprak Kapma Esnası:

Başlangıçta, organik çiftçiler (şu an eko-köylerde yaşayan insanlar gibi) iyisini yapacaklardı. Perma-kültürcüler ve bahçecilerle birlikte onları hedefler haline getirecek olan bir yerde sabit kalmanın dezavantajlarını; ama yiyeceğin bol tedarikini avantajlarını paylaşmaktadırlar. Onların destekleyecekleri yüksek popülasyonlar savaşta onlara avantaj sağlayacaktır.

Bugünkü bir çok organik çiftçi gruplarını ve eko-köylerin karşı karşıya kalacağı en büyük problem, onların pasifist eğilimlerde olmalarıdır. Bakabileceğimiz tek tarihsel örnek Amish’lerdir. Amish’ler pasifist bir gruptur ve dış bir devletin koruması yoluyla kendi pasifizmlerini koruyabilmiştir. Onlara sığınak olan devlet olmadan pasifist gruplar ufalanacaktırlar.

Eşitlikçilik:

Eğer bugünün çiftçileri kendilerini savunmak için savaşı benimserlerse, her türden eşitlikçiliği sürdürebilmeleri olası değildir. Savaş erkek üstünlüğüne yol açma eğilimindedir. Tarım, tarımsal çerçevede daha fazla çocuğun her zaman değerli olması nedeninden kadınların boyun eğmelerine yol açma eğilimindedir. Bu nedenle kadınlar hızla üretken faktör statüsüne alçalmaya başlar. Sayılarına dayanarak, bugünün eko-köylüleri belirli bir süre için bir denkliği koruyabilirler (Güney Amerikalı kadın düşmanı Yanomanolar’ın acımasızca yaptıkları gibi). Yine de, onları sabit olarak büyüyen popülasyonları (yoğun tarımın başka bir doğal sonucu) sonuç olarak kendi örgütsel yapılarını karmaşıklaştırmaya zorlayacaktır—i.e., hiyerarşinin gelişmesi.

Onlar savaşı benimsemezlerse, şu üç şeyden birini yapacaktırlar:

1. Ölecekler.

2. Tarımı terk edecekler (savaşçının hazır bulunması ve savaşmayı reddetmelerinin, bir gezginler topluluğu; belki de avcı toplayıcı, belki de gezgin tüccarlar; belki de gezgin ve kendini dünya işlerinden soyutlamış olan dilenci keşişler haline gelene dek onların paketlenmeye ve başka bir yere sürülmeye zorlandıkları için…).

3. Kendilerini korumaları için paralı asker toplayacaklar. Eğer böyle bir paralı asker olabilirseniz, oldukça iyi bir pozisyonda olabilirsiniz. Böyle bir çözüm, paralı askerler hem kendi işverenlerini öldürme (bizi seçenek 1’e götürerek) hem de onların içine daldıkları (bizi seçenek 2’e götürerek) için değişmeye uygundurlar. Ya da, en muhtemel olacak şey; bu çözüm, askerler yeni bir soylu sınıfı (savaşanları) ve eko-köylüler yeni köylü sınıfı (çalışanlar) haline geldiği için yeni bir feodalizmle sonuçlanacaktır.

Eğer komşularınız tarımcılarsa, yeni komşular bulmak üzerinde düşünün.

Diğer Stratejiler

Çöküş daha önce asla görmediğimiz Kuzey Amerika’daki çeşitli yeni mevkileri açığa vuracaktır. Uygarlığın enkazının bereketi sayısız çöp karıştıran kabileye rehberlik edebilecektir. Belki de başıboş gezen artık satıcıları ortaya çıkacak. Develerin, fillerin, kanguruların ve Avustralya deve kuşlarının bu anakarada (hayvanat bahçelerinde ve özel çiftliklerde) önceden beri var olduğu kadar, onlar çöküşten sonra da yaşamaya devam edecektirler. Bazıları gelişebilirler. Doğrusu bugün bile filleri ve diğer Afrikalı hayvanları Amerika’nın düzlüklerine salmak gibi bir plan var. Avlanmanın ve hayvan gütmenin ne ile sonuçlanacağını kim bilir?

Sonuçlar ve Yapılması Gerekenler

Önümüzde iki soru var: Ne istiyoruz ve ne istemiyoruz. Bana göre çoğumuzun istediği şey daha iyi bir kültürdür—anarşik, kabilesel ve eşitlikçi bir kültür. İstemediğimiz şey ise uygarlık tarafından boyun eğdirilmeye devam etmektir.

Kritik bir periyoda doğru yaklaşıyoruz. Orta yolun olmadığı bir noktaya—eğer hayatta kalırsak ya kurulmuş eşit toplumların özgür katılımcıları olarak ya da yeni bir serfler sınıfı olarak hayatta kalacağımız bir noktaya yaklaşıyoruz. Bizler ne istediğimizi bilmek zorundayız ve onun için acımasız bir şekilde savaşma iradesi ve kabiliyetine sahip olmak zorundayız—onun için savaşım sürecinde onu kaybetmeden.

Umarım bu incelemeler yardımcı olur. Bu başlığı araştırmaya devam edeceğim. Hepsinin ötesinde, altyapımızı inşa etmeye başlayalım ve daha fazla insanı şu anda ve şimdi hayvanın kalbi içerisinde dönüştürür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder