Çöküşten Sonra
Eşitlikçi Sosyal, Ekonomik ve Politik Yapıların Korunması ve Yaratılması
11 Aralık 2005
Steve Thomas
Çöküşe doğru
ilerlediğimiz büyük ölçüde tartışmasızdır. Çöküşün sayesinde meydana
gelebilecek faktörlerin burada detaylı bir sorgulanmasını vermek gereksizdir.
Amacım bunun yerine bunun iki mislidir:
1. Çöküşün
alacağı biçimi keşfetmek; bu küresel endüstriyel uygarlığın ufalandıkça
gerçekten neyi yaşayacağımız üzerine tahminlerde bulunmaktır, ve daha önemlisi:
2. Bir
uygarlıksal çöküş durumunda eşitlikçiliği nasıl yaratmayı ve sürdürmeyi umut
edebileceğimizi keşfetmektir.
Neyi
Beklemeliyiz?
Çöküşün geldiğini
hemen nasıl bileceğiz?
Uyarıcı işaretler
evvelden beri mevcuttur. Bizler petrol alt yapısının çöküşünü yada Katrina ve
Rita kasırgaları hakkında daha önce de yazmıştık. Belki de bu kış haklı olup
olmadığımızı öğreneceğiz.
Bununla birlikte,
“Evet, uygarlık çöküyor” diyebileceğimiz bir noktanın olacağı da olanaklı
olmayabilir. Bu toplumun tüm politik ve ekonomik altyapısının ani bir
parçalanma olabileceği de olanaklı olmayabilir. Bir olasılık göreceğimiz şey,
savunulamaz olana kadar savaş ve baskının bugünkü miktarının bir sonraki
dönemde artışıdır.
Bu; bizler petrol
için tüm kürede her yerde savaşmaya devam edeceğiz, ta ki ordularımız için
kullandığımız, Orta Doğu’dan, Hazar Denizinden, Güney Amerika’dan vs.
getirdiğimiz petrolümüz azalana kadar. Bizler, polis arabaları, kontrol
noktaları, GPS sistemleri, bilgisayarlar vs. için güç kaynağı olan petrol
kalmayana dek takip altında olma, yasa baskısı ve ayrılığın azaltılması
biçimindeki artan politik baskıya maruz kalmaya devam edeceğiz. Ve Amerikan
ekonomisi daha çok insanı yoksulluğa, borca ve işsizliğe mecbur bırakarak
çökmeye devam edecektir. Bir çöküşe benzemeden önce geri çekilme olarak
görünecektir, daha sonra da bir depresyon.
Çöküşün hızı bir
kaç işaret veren olayla birlikte belki de yavaş yavaş bir uçtan bir uca
olacaktır. Bizler evvelce öyle bir noktalama işaretini görmüştük (Katrina
Kasırgası). Her ne kadar olaylar hızla veya yavaşça gelişirse, temel
kaynakların – yiyecek, su, barınma, ısınma – hazırlanması için bugünkü sistemin
ölmüş olduğu bilgisine ulaşacağımız bir noktaya varırız. Çoğu bakkal dükkânının
boş olduğu bir noktaya varırız. Çoğu ışığın ve ısıtıcının açılmayacağı ve
muslukların akmayacağı bir noktaya varırız. Bu noktada, 300 milyonluk
Amerikalıların çoğunluğu, yaşamak için başka bir yol bulmak zorunda
olduklarının farkına varacağı gibi çöküş ciddi olarak başlamış olacaktır.
Bunu tetikleyecek
ani bir olay da olabilir – Amerika Birleşik Devletleri’nin tümünün kendisini
New Orleans’taki gibi bir durumda bulabileceği bir olay. Fakat ani bir olayla
bile, bir şeyler bir süreliğine – 10 veya üzeri bir yıl – tam olarak kalabilir.
Toprak Kapma
Milyonlarca
şehirli, varoşlu ve kasabalı bir mahsulü zorla alabilecekleri kalan her bir
parça toprak için savaşım verecekleri için kitlesel bir Toprak Kapma olayını
görebiliriz. Aslında, böyle bir hadisenin ortaya çıkmasını hemen hemen garanti
edebiliriz. Bu olayın şiddetsiz olması da hiç olası değildir. Amerika’daki
kırsal alanın geniş çoğunluğu, terk etmeleri olası olmayan hem şirketler –
iktidarla birlikte – hem de devletler tarafından sahip olunmaktadır ve “kendilerinin”
olarak gördüklerini muhtemelen sonuna kadar diş ile tırnakla savunacaklardır.
Bizler polis,
asker olarak ortaya çıkan yeni bir feodalizmi görebiliriz ve geniş sayılardaki
yenice yoksullaşmış olanlar kendilerini yetersiz bir toprak arsası hakkı için
bazı zengin toprak sahipleri adına savaşırken bulacaklardır.
Böyle bir
feodalizm ortaya çıkmasa bile/çıkmadığı yerde, şiddet olasıdır. Kuzey
Amerikanın büyük kara parçası (Rio Grande’nin güneyi) şu an 320 milyon insanın
evidir. Bu petrol temelli modern bir tarım olmadan popülâsyonu destekleyemez.
Rwanda—Jared Diamond’un Çöküş’te inandırıcı bir şekilde göstermiş olduğu gibi,
aşırı nüfusun neden olduğu jenosit—Amerika’nın ne hale geleceğinin korkunç
örneğini, petrol temelli tarım çöktüğünde görebiliriz.
Neticede Toprak
Kapma sona erecek ve Kuzey Amerika sürdürülebilir bir dengeye oturacaktır.
Önümüzdeki mesele, dengenin Seçenek A’ya dayanıp dayanmayacağıdır: farklı
düzenin birbiriyle bağlantılı, eşitlikçi topluluklarının ortada derecedeki
büyük bir nüfus (Avrupalıların gelişinden önceki durumdaki gibi); veya Seçenek
B: sürekli kıtlık, belirli bir bölgeye ait savaş ve savaş efendiliği (diğer
modern devletlerin çöküşünün örneklerindeki gibi).
A Seçeneğini
Başarmak
Aşırı derecede
muhtemeldir ki—her hangi bir yerlerde de yazıldığı gibi—bizler çöküşün başına
çoktan geldik. Çöküşü olabildiğince uzatmak iyi bir fikir olabilir. şeyler daha
yavaş baş gösterirse, insanları eğitmemiz ve “kafaları değiştirmek” için daha
fazla zamanımız olur. Birçok insanın eskinin kırıntıları üzerinden savaşmak
yerine mümkün olduğu kadar daha iyi bir toplumu inşa ettiğini görebileceğiz.
Ayrıca, şeyler daha yavaş baş gösterirse, insan yaşamını destekleyen ve
çöküşten sağ kurtulabilen sürdürülebilir altyapıları yaratabileceğimiz daha
fazla zamanımız olur.
Diğer taraftan,
şeyler daha yavaş baş gösterirse, hiyerarşinin var olduğu doğal altyapıyı harap
etmesi gereken daha fazla zamanı olur. Çöküş şimdiden itibaren 20 yıl
içerisinde aniden vurursa, Amerika toprağının daha fazlası (büyük yüzdesi)
tükenmiş olacaktır ve ormanın benzer oranı yok edilmiş olacaktır. Böylelikle,
Amerika’daki endüstriyel olmayan insanlar için daha fazla taşıma kapasitesi
kötüleşmiş olacaktır.
Şu an bıçağın
ağzındayız. Şayet çöküş aniden ortaya çıkarsa, hazır olmayacağız ve umutsuz
mültecilerin kalanıyla beraber kendimizi boğulmuş ve yok edilmiş bulacağız.
Eğer çok yavaş ortaya çıkarsa, kendi sürdürülebilir doğal ortamlarımızı inşa
etmiş olsak bile, kıtanın kalanı yüz milyonlarca yeni mültecinin yaşamlarını
sürdürebilmeleri için yolları olmayacaklarından için tüketmiş olacaktır. Geriye
varlığını sürdürebilir çok az toprak kalacaktır—ve bizler şu an bunun çoğunun
üzerinde oturuyoruz. Böyle bir senaryoda sürekli saldırıya maruz kalacağız;
bozguna uğratılacağız ve yok edileceğiz.
Bizlerin belki de
bu konuda söyleyeceğimiz hiçbir şeyin değeri yoktur. Peşine düşebileceğimiz en
iyi strateji 1. kabilelerimizi, komünlerimizi, cemaat gruplarımızı,
eko-köylerimizi ve topluluk örgütlerimizi yaratmaya devam etmek ve bu farklı
gruplar arasında bağ oluşturmaya devam etmek ve aynı zamanda bunları
desteklemek için ekolojik altyapı/doğal ortamları yaratmaya devam etmek; 2.
imkan dahilinde bize katılmak isteyecek olan bir çok insanı toplamaya devam etmek;
3. tüm kaynaklarımızla mevcut ekolojik altyapının yıkımına karşı mücadeleye
devam etmektir.
Eşitliği Korumak
ve Sürdürmek
Yiyecek kültürün
temelidir. Tüm üst düzey kültürel örgütlenme—sosyal örgütlenme, siyaset, din,
yasa, savaş, sanat, her şey—bir toplumun kendi üyelerine sağladığı temel
altyapının ardından gelir. Bu gerçek, endüstriyel altyapı bir kez yok olduğunda
şayet eşitlikçiliği sürdürecek ve yaratacaksak ciddidir.
Devam etmeden
önce eşitlikçilikten neyi kastettiğimi açıklamam gerektiğini sanıyorum.
Öncelikle, bunu anarşistleri, kabilecileri, geçici toprağın ekimini,
eko-köyleri, kültür değişimi teorisyenlerini vs. çevreleyen hareketle birleşmiş
olarak genelde çoğumuzun amacı olarak alıyorum. Eşitlikçiliği, her bireyin
ihtiyaçlarının — ekonomik, ailevi, sosyal, politik, dinsel— karşılandığı ya da
en azından diğer bütün bireylerin ihtiyaçlarının aynı boyutta karşılanacağı;
ortaya çıkacak olan hiyerarşilerin ihtiyaca dayanan ve bireysel erdeme dayanan
ve hiçbir şekilde atanmış bir statüye dayanmayan geçici hiyerarşiler olduğu bir
koşul olarak tanımlıyorum.
Şimdi,
eşitlikçilik (benim görüşümce) otonomiyle birleşmek zorundadır. Eğer Hıristiyan
bir komşu grup petrolün iflasından kurtulmayı diliyorsa, fakat aynı zamanda
kilise emrindeki hiyerarşileri korumayı diliyorsa, bunda onlara karşı çıkmaya
uğraşmamalıyız (Hıristiyanlığın başkasının dinini kendininkine çevirmeye
çalışan doğası göz önünde tutulursa, kilise gruplarından uzak olmak muhtemelen
zekicedir).
O halde
toplumumuz çöktüğünde ve hiyerarşiyi korumakla ve sürdürmekle çok fazla
ilgilenen insanlarla en azından ara sıra yapılan savaşların olduğu bir durumun
olası olduğunda bu koşulları nasıl yaratacağız ve koruyacağız?
Şimdi yiyeceğe
geri dönelim. Yiyeceği nasıl elde edeceğimiz toplumumuzun geri kalanını nasıl
yaratacağımız konusunda bir temel oluşturacaktır. Bir sonraki bölümde çeşitli
geçim stratejilerinin doğasını; pratisyenlerin kaotik Toprak Kapma koşullarının
üstesinden gelmelerine nasıl izin vereceklerini ve eşitlikçilik meseleleriyle
nasıl ilgili olacaklarını inceleyeceğim.
Avcılık ve
Toplayıcılık
Tarihsel olarak,
avcı-toplayıcılar insan eşitlikçiliğinin en iyi örnekleridirler. Bu son
zamanlara kadar insanlığın tek örnekleri ve insanların doğal olarak eşitlikçi
olduğundan bu yana mantıklıdır. Avcı-toplayıcı topluluk Jeff Vail tarafından
tanımlanmış olan kök gövde örneğini oluşturur.
Topluluğun
özellikleri şunları içerir:
1. Küçük ölçek.
Aynı grubun bir parçası olarak sayılan bir grubun tümü asla birkaç yüzden fazla
değildir.
2. Akıcı birleşim
ve devingenlik. Alt ve alt-alt gruplardan oluşan topluluk zayıf bir ağ ile
bağlanmıştı. Küçük gruplardaki üyelik her zaman değişime tabidir. Bu topluluk
eşitlikçiliğine öncülük eden faktörlerden birincisidir. Eğer Grup A cani despot
tarafından tahakküm altına alınmış hale gelirse, Group A’nın üyeleri basit bir
şekilde grubu terk eder ve Grup B, C veya D’ye katılırlar. Bu Grup A’nın
Çiftlik A’yı seçtiği ve terk edemediği tarımsal bir toplumdan farklıdır.
3. Küçük
grupların (5-15) sakini olmanın bir bölünme-birleşme örneği mevsimsel olarak
daha büyük grupların (30-70) oluşması için birleşir ve daha sonra çoğunlukla
yeniden düzenlenmiş bir oluşumla yeniden dağılır.
4. Karşılıklılık.
Grubun en iyi avantajı durumunun hiyerarşiye el veremez olmasıdır. Küçük
sayılarıyla, yiyecek tedariklerinin inişli çıkışlı olan ve en azından av
hayvanlarına kısmi bağımlılığı (her zaman avlanmak asla başarılı değildir) olan
grup her bir bireyi için gerekli koşulu yarattığından emin olmak zorundadır,
çünkü topluluk her bir bireye muhtaçtır.
Toprak Kapma
Esnası:
Grup
toplulukların zirve sonrası dünyada avantajları ve dezavantajları olacaktır.
Arta kalan topraklar üzerinde savaşlar olacağından doğruysam (belki de çok
büyük bir savaşım, soykırımsal bir savaşım), avcı-toplayıcılar bazı hususlarda
en iyi bir pozisyonda olacaklardır. Belirli bir parça toprağa bağlanmış olan
bahçeci, çiftçi veya geçici olarak toprağı ekenlerden farklı olarak,
avcı-toplayıcı bir şeyler kötüye gittiğinde basit bir şekilde başka bir yere
gidebilirler. Avcı-toplayıcı topluluk ayrıca şu olağanüstü avantaja sahiptir:
yapısı gerilla savaşı için ideal bir yapı ile tamamen aynıdır. John Robb’un
yazdığı gibi,
“Bu Chris Allen’in online grup analizine
göre iki ölçüde görülebileceği en iyi grup hacmine ulaşmamıza öncülük eder: hem
küçük hem orta ölçekli. Küçük, varlığını sürdürebilir (görevlerde etkili
olabilecekleri) gruplar (veya hücreler) en iyi 7-8 üye kullanılırlar. Daha
düşük bir sınır 5 olarak ve en yüksek sınır 9 olarak görülebilir (etkili olabilmek
için yeterli kaynakları olmayan 5 kişiden az olan gruplar). Orta ölçekli
gruplar en düşük sınırı 25 ve en yüksek sınırı 80 olan 45-50 kişilik gruplar en
iyisidirler…”
25-80 kişilik
daha büyük gruplarla bir noktada birleşen 5-9 kişilik hücreler. Tanıdık geldi
mi?
Devingenliğin
avantajına öncülük eden aynı faktörler, yine de, bazı büyük dezavantajlara
neden olabilir. Bu kıtanın birçok eko-sisteminin harap edilmiş doğası göz
önünde tutulursa, avcı-toplayıcı grupların toprağın çok büyük bir kısmına
bağımlı olmaları gerektiği muhtemeldir. Böyle büyük bir toprağı savunmak çok
zordur, özellikle de;
1. sınır
koyulmuşsa ve 2. bir çok noktadan tecavüze uğruyorsa. Bu dezavantaj, iyi bir
toplayıcılık habitatı yaratmak için toprağın geçici olarak ekilmesinin veya Fukuoka
tohum topu tekniklerinin kullanımı yoluyla alt edilebilir—fakat bu sırasıyla
toprağın geçici olarak ekilmesine eşlik edecek olan aynı dezavantajlarla
sonuçlanabilecektir (aşağıda göreceksiniz).
Rwanda’nın avcı
toplayıcılarının Tutristen daha kötü adaleti olduğunun hiçbir değeri yoktur.
Eşitlikçilik:
Eşitlikçilik
meselesine yeniden dönersek, avcı-toplayıcılar tarihsel olarak en iyi
performansa sahiptirler, yine de bazen testte başarısız olurlar, özellikle de
cinsel ilişkiler konusunda. Bizler cinsler arasındaki ilişkilerin eşit veya
yarı-eşit olduğu avcı-toplayıcı toplulukların örnekleri olarak Mbuti, Semai, ve
!Kung’lara bakabiliriz. Yine de bununla çelişse de, Yahgan’ları
(hiyerarşilerinin olmadığına şaşırmış olan birisine bir misyoner şöyle der: “Oh
bizim hiyerarşimiz var. Tüm erkekler kaptan ve kadınlar da denizcilerdir); bazı
Eskimo gruplarını (kadınların yaşları geldiğinde rutin olarak tecavüze
uğradıkları); ve Tazmanya Aborjinlerini bulabiliriz.
Avcı-toplayıcı
topluluklarda eşitlikçiliği nasıl sağlama alabiliriz? Pekala, onların bu tarza
doğru olan doğal yönelimleri elbette yardımcıdır. Şayet her birey vazgeçilmezse
(küçük topluluklarda olduğu gibi), her bireye vazgeçilmezmiş gibi davranılacağı
bir durum olması gerekmektedir (ve bunları yapmakta başarısız olan gruplar,
muhtemelen grubun hayatta kalması için vazgeçilmez olan üyeler mahrumiyetten
öldükleri veya başka bir gruba katılmak için kaçtıkları gibi hayatta kalmakta
başarısız olacaktırlar). Eşitlikçiliğin aktif, uygulanmış bir ideolojisi görev
arz etmelidir. Karşılıklılık, paylaşım, bakım ve beslenme çocukların
yetiştirildiği tarz hakkında bilgi vermelidir ve çocuklardaki hiyerarşiye ve
rekabete olan eğilimler bastırılmalıdır. Topluluklarda bile, sosyal düzeydeki
ve alfa-maleism’deki tahakkümcülük devam edebilir. Alfa-tipi bireyler aktif
olarak zapt edilmelidir. Şiddetten arınmış iletişim gibi uygulamalar—şimdi de
öğrenilebilen—devam edebilir ve çöküş sonrası avcı-toplayıcı topluluklarda çok
faydalı olabilir.
Avcı-toplayıcıların
çok sık cinsel işbölümünü uyguladıklarının hiçbir değeri yoktur. Bu, şayet
kadınlar veya erkekler kaynakların geniş çoğunluğunu sağlarlarsa boyun
eğdirmeye yol açabilir (Kadınlar kadın düşmanı Tazmanyalılar arasında birincil
yiyecek sağlayıcılarıydılar; erkekler kadın düşmanı Eskimolar arasındaki tüm
yiyeceği sağlıyorlardı). Avcılığın, doğal olarak net olmayan nedenlerden dolayı
erkek temelli bir aktivite haline geldiği görünür. Bir grup avcılığın yiyeceğin
geniş çoğunluğunu sağlamak zorunda olduğu bir çevredeyse, adımlar bunu kolektif
yapmak için atılır (ağların, ateşin ve diğer şeylerin kullanılması).
Tüm bunlar
kaygılardır, fakat neo-kabileci toplayıcı gruplarla olan deneyimlerim (itiraf
etmeliyim ki kısıtlı) bu toplulukların iç durumları hakkında üzülecek çok az
şey olduğunu düşünmeme neden oldu. Onların problemi sadece grubun dışından
gelen kişiler olabilir.
Bahçecilik ve
Toprağın Geçici Olarak Ekilmesi (Permakültür)
Bahçecilik ile
çoğu kez birden fazla mahsul ekmeyi ve kesip yakma tekniklerini içeren;
sulamanın ve diğer büyük ölçekli tasarıların bulunmadığı; çoğu kez domuz, tavuk
veya koyun gibi evcil hayvanların yetiştirilmesini; tipik olarak en azından
avlanmayla, balıkçılıkla ve vahşi bitki toplamayla birleşmiş olan düşük yoğunluklu
çiftçiliği ima ediyorum. Perma-kültür modern bir kavramdır ve tarımsal tasarıya
ekolojik prensiplerin uygulanmasından söz eder. Perma-kültürün tanımının en
basit yolu, içerisine her türün insan yiyeceği üretimine karıştığı kasten inşa
edilmiş doğal bir eko-sistem gibidir. Perma-kültür birincil olarak
önerildiğinden beri, bir çok yerli bahçecilik sistemi aslında bunu
beklemektedir. Kayapo ve diğer Amazon Yerli kabileleri, mesela, çok geniş ve
büyük ölçüde kendi kendini sürdürebilen ve insan yiyecek kaynaklarının
sürdürülebilir ormanlarını yaratmak için perma-kültür tekniklerini kullanmıştı.
(bu başlık üzerine daha fazla bilgi edinmek için Toby Hemenway’in makalesi
Kırın Ötesi‘ni okuyun).
Bahçeci
toplumların özellikleri geleneksel olarak şunları içerir:
1. Sürekli veya
yarı sürekli oturma. Bahçeciler çoğu kez uygun çevrelerde belirli bir mevsim
esnasında avlanmak için dağılabilmesine rağmen, kalıcı köylerde yaşarlar.
2. Sosyo-politik
örgütlenmenin daha sabit tarzları. Bahçeciler sabit klanlara, soylara, kabilelere
ve küçük parçalara sahip olma eğilimleri vardır. Böyle detaylı ve kalıcı bir
örgütlenme avcı-toplayıcı topluluklarda yok değildir (Orta Avustralyalıların
akrabalık sistemini anlamaya çalışmış olan birinin bileceği gibi), fakat birçok
durumda bu bahçecilik yapan toplumda olduğu gibi daha az sabit ve daha az
katıdır. Böyle bir esnemezlik mutlaka özgürlüğün kaybını zorunlu kılar (grubun
akışkanlığı azaldığı için).
3. Kolektif
İyelik. Bahçeci topluluklarda, köyler, aileler veya klanlar bahçe toprağına
kolektif olarak sahip olma eğilimindedir (herhangi bir sahipliğin minimum
düzeyde olduğu ve genellikle bireysel kullanım hakkıyla sınırlı olduğu
avcı-toplayıcı toplumlara karşıt olarak). Bu sahiplik düzeninin eşitlikçi olup
olmayacağı köy, aile veya klan organizasyonun aslında eşitlikçi olmasına
bağlıdır.
4. Belirli bir
yere ait savaş.
Toprak Kapma
Esnası:
Perma-kültür
temelli köyleri içeren perma-kültür sistemleri şu an oluşturulmaktadır.
Perma-kültürü uygulayanlar küçük ve sabit bir konumda orta derecede bereketli
bir yiyecek tedariği avantajına sahiptirler. Bütün bölgeler, çöküş kalıcı
olmadan önce perma-kültüre dönmeyi becermelidir –ve bu bölgeler diğerine göre
problemsiz bir şekilde yaşamlarına devam etmeyi düşünebilirler. Bu, yine de,
komşularının kıskançlıklarını uyandırdıkları ve kendi kısıtlandırılmış
arsalarını savunmaya zorlandıkları gibi bir dezavantaj olabilir.
Geleneksel
bahçecilik çoğu kez tahılı içerir, tıpkı geçmişte Kuzey Amerika’da ekilmiş
mısır-fasülye-kabak üçlüsü gibi. Bu sistemleri uygulayanların bu gibi
mahsullerin grup sağlığı üzerinde zararlı etkileri olabileceğinden ve toprağın
yıllık ekimi eğiliminin toprağın yüzeyini tüketeceğinden ve çöküşle
sonuçlanacağından haberdar edilmesi gerekiyor. Geçmişte sayısız bahçecilik
sistemi ekolojik hasarlarla sonuçlanmıştır ve bu yeni bir toprağın çok nadir
bulunacağı bir zamandır. Perma-kültürün, diğer taraftan, aşırı derecede
sürdürülebilir olduğu kanıtlanabilir.
Eşitlikçilik:
Geleneksel
bahçeci topluluklar geniş olarak çeşitlidir. Çoğu eşitlikçi düzeydedir. Bir
çoğu da Koca Adam kurumuna sahiptir; bu büyük oranda zenginlik ve nüfuz
biriktirmesine izin verilmiş olan fakat atanmış (sabit) bir statüden ve emir
verme yetkisinden yoksun olan bir kişidir. Eğer koşullar uygunsa Koca Adam
hızla bir şefe dönüşebilir.
Bahçeci
topluluklarda tekrar cinsel hiyerarşilerin hatırı sayılır varyasyonlarını
buluruz. Kadınların büyü faaliyetine erkeklerden daha az uygun olduğunu ve
domuz pisliğinin kürekle atılması gibi ağır bir angaryayı yerine getirmeye daha
da uygun olduklarını bulduğumuz sadece cins temelli şikâyetleri olan Vanitinai
adalıları; cinsel denetim ve dengenin karmaşık bir sistemini korumuş olan
Iroquois’lar (bir Kızılderili federasyonu); ve aralarındaki kadınların
geleneksel olarak mülkiyete sahip olabildiği Zuni’lar vardır. Diğer taraftan,
aralarındaki kadınların erkekler tarafından şiddete maruz kalmış olduğu ve
sürekli şiddet ve tecavüz korkusuyla yaşamış olan bir çok Amazon’lu ve Yeni
Gine’li kabile vardır.
Yetiştiriciler
olarak bahçeciliğin uygulayıcıları sık sık daha fazla çocuğa ihtiyaç duyarlar.
Bu kadın üzerinde büyük bir vücut yüküne yol açabilir. Sürekli gebelik, daha
ileride kadınların statülerini azaltarak kabile yaşantısının diğer yönlerine
katılamamalarına yol açabilir. Yetiştiriciler olarak onlar neredeyse her zaman
erkek üstünlüğüyle sonuçlanan belirli bir bölgeye ait savaşa yol açabilecek
olan yüksek nüfus yoğunluklarına da bağlıdırlar.
Bu hala
perma-kültür uygulamalarının bunu hafifleteceği gibi görünmektedir.
Perma-kültür sistemlerinin büyük enerji girişlerini gerektirmediği boyutta,
onlar nüfus artışını cesaretlendirmemelidir. Bununla birlikte, onların alanda
sabit olmadıkları boyutta, bahçecilik ve perma-kültür yapıları
avcı-toplayıcıların geniş topraklarından daha fazlasını savunmaları
gerektirecektir. Bu nedenle en sürdürülebilir topluluklar bile sürekli savaşa
ihtiyaçtan dolayı patriarkiye yönelebilir.
Eğer savaşın
erkek egemenliği kaçınılmaz ise (ve tarih bize büyük olasılıkla böyle olduğunu
gösterir), kabile köylerinin girişecekleri tek çözüm –basit bir
şekilde-olabildiğince çok toprağı ele geçirmek için patriarkiyi hafifletmektir.
Bunun nedeni; bir kabile konfederasyonu birkaç yüz kare mil içerisindeki 20
komşu perma-kültür/bahçeci köyden oluşuyorsa (bunu şimdi başarmak kolay bir şey
değildir…), o zaman (erkek) savaşçılar savaşmak için daha uzaklara yolculuk
yapmak zorundadırlar. Bu, mülkiyetin kontrolünün evde oturan kadınların
ellerinde olduğu bir sistemin yaratımını gerektirir. Kadınların egemenliği ve
yerelliği erkek üstünlüğünü yeteri kadar çok zayıflatabilir.
Elbette, yeni
başlayan perma-kültür/bahçecilik köyleri için en iyi çözüm, komşularının da
kendileri için önceden hazır olduklarından emin olmaktır. Toprak Kapma
günlerinde kasten sizi kendilerine katmayı isteyebilecektir; herkese birkaç yıl
içerisinde petrol olmadan nasıl mahsul ekileceğini öğretmek için uzak
mesafelere yürüyen misyonerler göndereceklerdir. Bu yapmaları gereken savaşı
azaltacak ve tomurcuklanan problemi belki de kırpacaktır. Esasen, bu her birimiz
için güzel bir fikirdir.
Organik Tarım
Bazı bölgelerde,
petro-kimyasalların ortaya çıkmasından önce uygulanmış olan türünden yoğun
tarım, halen mümkün olabilir. Bu mantıklı değildir. Kendi doğasıyla yoğun tarım
toprağı tüketir; hiyerarşiyi, genişlemeyi ve devletçiliği cesaretlendirir ve
her zaman çöküşle sonuçlanır. Yine de, bugünkü bazı tarımsal komünler, çiftlik
evleri olan eko-köyler bir süre terk etmekte ısrar edebilir, özellikle de bu
gibi teknikleri biyo-dizel ve güneş enerjisi olarak uygulamak için zaman
harcadıklarında.
Tarımsal
toplumların özellikleri geleneksel olarak şunları içerir:
1. Toplumun her
seviyesinde yüksek düzeyde tabakalaşma. Patriarki, sınıflara bölünme ve
devletçilik tarihte bilinen tüm tarımsal toplumların özelliğidir.
2. Fetih için
yapılan bir yere özgü, yıkıcı savaş (topluluk/köy düzeyinde olanaksızdır).
3. Ekolojik
çöküşe olan eğilim.
Toprak Kapma
Esnası:
Başlangıçta,
organik çiftçiler (şu an eko-köylerde yaşayan insanlar gibi) iyisini
yapacaklardı. Perma-kültürcüler ve bahçecilerle birlikte onları hedefler haline
getirecek olan bir yerde sabit kalmanın dezavantajlarını; ama yiyeceğin bol
tedarikini avantajlarını paylaşmaktadırlar. Onların destekleyecekleri yüksek
popülasyonlar savaşta onlara avantaj sağlayacaktır.
Bugünkü bir çok
organik çiftçi gruplarını ve eko-köylerin karşı karşıya kalacağı en büyük
problem, onların pasifist eğilimlerde olmalarıdır. Bakabileceğimiz tek tarihsel
örnek Amish’lerdir. Amish’ler pasifist bir gruptur ve dış bir devletin koruması
yoluyla kendi pasifizmlerini koruyabilmiştir. Onlara sığınak olan devlet
olmadan pasifist gruplar ufalanacaktırlar.
Eşitlikçilik:
Eğer bugünün
çiftçileri kendilerini savunmak için savaşı benimserlerse, her türden
eşitlikçiliği sürdürebilmeleri olası değildir. Savaş erkek üstünlüğüne yol açma
eğilimindedir. Tarım, tarımsal çerçevede daha fazla çocuğun her zaman değerli
olması nedeninden kadınların boyun eğmelerine yol açma eğilimindedir. Bu
nedenle kadınlar hızla üretken faktör statüsüne alçalmaya başlar. Sayılarına
dayanarak, bugünün eko-köylüleri belirli bir süre için bir denkliği
koruyabilirler (Güney Amerikalı kadın düşmanı Yanomanolar’ın acımasızca
yaptıkları gibi). Yine de, onları sabit olarak büyüyen popülasyonları (yoğun
tarımın başka bir doğal sonucu) sonuç olarak kendi örgütsel yapılarını
karmaşıklaştırmaya zorlayacaktır—i.e., hiyerarşinin gelişmesi.
Onlar savaşı
benimsemezlerse, şu üç şeyden birini yapacaktırlar:
1. Ölecekler.
2. Tarımı terk
edecekler (savaşçının hazır bulunması ve savaşmayı reddetmelerinin, bir
gezginler topluluğu; belki de avcı toplayıcı, belki de gezgin tüccarlar; belki
de gezgin ve kendini dünya işlerinden soyutlamış olan dilenci keşişler haline
gelene dek onların paketlenmeye ve başka bir yere sürülmeye zorlandıkları
için…).
3. Kendilerini
korumaları için paralı asker toplayacaklar. Eğer böyle bir paralı asker
olabilirseniz, oldukça iyi bir pozisyonda olabilirsiniz. Böyle bir çözüm,
paralı askerler hem kendi işverenlerini öldürme (bizi seçenek 1’e götürerek)
hem de onların içine daldıkları (bizi seçenek 2’e götürerek) için değişmeye
uygundurlar. Ya da, en muhtemel olacak şey; bu çözüm, askerler yeni bir soylu
sınıfı (savaşanları) ve eko-köylüler yeni köylü sınıfı (çalışanlar) haline
geldiği için yeni bir feodalizmle sonuçlanacaktır.
Eğer komşularınız
tarımcılarsa, yeni komşular bulmak üzerinde düşünün.
Diğer Stratejiler
Çöküş daha önce
asla görmediğimiz Kuzey Amerika’daki çeşitli yeni mevkileri açığa vuracaktır.
Uygarlığın enkazının bereketi sayısız çöp karıştıran kabileye rehberlik
edebilecektir. Belki de başıboş gezen artık satıcıları ortaya çıkacak.
Develerin, fillerin, kanguruların ve Avustralya deve kuşlarının bu anakarada
(hayvanat bahçelerinde ve özel çiftliklerde) önceden beri var olduğu kadar,
onlar çöküşten sonra da yaşamaya devam edecektirler. Bazıları gelişebilirler.
Doğrusu bugün bile filleri ve diğer Afrikalı hayvanları Amerika’nın
düzlüklerine salmak gibi bir plan var. Avlanmanın ve hayvan gütmenin ne ile
sonuçlanacağını kim bilir?
Sonuçlar ve
Yapılması Gerekenler
Önümüzde iki soru
var: Ne istiyoruz ve ne istemiyoruz. Bana göre çoğumuzun istediği şey daha iyi
bir kültürdür—anarşik, kabilesel ve eşitlikçi bir kültür. İstemediğimiz şey ise
uygarlık tarafından boyun eğdirilmeye devam etmektir.
Kritik bir
periyoda doğru yaklaşıyoruz. Orta yolun olmadığı bir noktaya—eğer hayatta
kalırsak ya kurulmuş eşit toplumların özgür katılımcıları olarak ya da yeni bir
serfler sınıfı olarak hayatta kalacağımız bir noktaya yaklaşıyoruz. Bizler ne
istediğimizi bilmek zorundayız ve onun için acımasız bir şekilde savaşma
iradesi ve kabiliyetine sahip olmak zorundayız—onun için savaşım sürecinde onu
kaybetmeden.
Umarım bu
incelemeler yardımcı olur. Bu başlığı araştırmaya devam edeceğim. Hepsinin
ötesinde, altyapımızı inşa etmeye başlayalım ve daha fazla insanı şu anda ve
şimdi hayvanın kalbi içerisinde dönüştürür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder