Küresel Kriz İçin Uygar Olmayan bir Çözüm
12 Ağustos 2010
Keith Farnish
Sondan
başlayalım.
İlk son, önceden
de meydana geldi. Karmaşık tek bir sistem içerisinde yer alan büyük insan
grupları bir müddet için büyük bir atılım meydana getirir. Geride alınacak
hiçbir şey kalmayana dek almak istedikleri her şeyi alırlar. Ardından sistem
çöker. Bu durum insan hırsının faydasız yükseliş ve düşüşlerinde defalarca
gözlendi. Bu medeniyetlerin en büyüğü de şu anda içinde yaşamakta olduğumuz
medeniyet. Yıkıldığı zaman son gelmiş olacak ve çökmesi çok yakın. Bu sonla
beraber hayatta kalma şansımız çok az.
İkinci son ne
yazık ki alışık olduğumuz bir son: Bu sonda buzullar eriyor, ormanlar yok
oluyor, okyanuslar yükseliyor ve sayısız tür dünyadan tamamen kaybolmadan önce
son bir kez daha gözlerini açıyor dünyaya. Bu bir felaket. Bu felaketi
savuşturup bizimle alakası olmadığını düşünebilir ve hayatımıza önceki gibi
devam edebiliriz. Ancak doğa farklı bir mekan değil; hayatta kalmak için ona
ihtiyacımız var. Kim ne derse desin onun bir parçasıyız. Bu felaket aslında
insan eliyle gelen bir felaket. Bu sonla beraber de hayatta kalma şansımız çok
az.
Üçüncü sonu seçme
şansınız var. Hayatta kalabilme şansımız var.
Dünya üzerindeki
hayat geniş bir süreklilik içerisinde var olur. Mikroskopta dahi görülemeyen
organizmalardan devasa boyuttaki organizmalara dek geniş bir süreklilik söz
konusu. Her bir organizma birbiriyle bağlantı halindeki ekosistemlerin
oluşturduğu karmaşık bir ağ içerisinde bir işleve sahip. Bu ekosistemlerin kimi
gerçekten de küresel ölçekte önemli. En şaşırtıcısı, şu anda yaptığımız her
şeyin bir ölçüde başka bir şeyi etkilediği, ve geri dönüşünün hayal
edebileceğimizden çok daha sert şekilde olacağı. Kendimizi yok ediyoruz.
İnsanlar, bu
gezegen üzerindeki diğer canlı varlıklar gibi genlerinin devamını sağlamak
amacıyla hareket eder. İnsanlar bu gezegen üzerindeki diğer canlılardan farklı
olarak daha yeni ortaya çıkmış bir tür olmalarına karşın imkansız görünen bir
sınırın ötesine geçebildi.
Ekosistemlerin
çöküşü ve bunun insan hayatı üzerindeki etkisi konusundaki bilgimize ve insanın
hayatta kalması için gereken o kesin ve doğal güdüye rağmen, bizler,
birbirinden ayrılması imkansız olan bu iki faktörü bir araya getirme konusunda
tamamen başarısız olduk. Modern zamanların en önemli sorusunun cevabı da şu:
Sorumlu olan kim? İnsanın tarihi ve doğasıyla alakalı bildiğimiz şeyler
düşünüldüğünde, cevap şaşırtıcı olabilir.
İnsanlık için
kabul edilebilecek yegane geleceğin insanların hayatta kaldığı bir gelecek olduğu
ortada. Endüstri Devriminin kısa dönem hırsı ile insanların uzun vadede hayatta
kalabilme yetenekleri arasında bir yerdeyiz ve seçimimizi özgürce yapabilmek
için bizlere bu seçim şansını vermeyi reddedenlerin olumsuz etkisine karşı
direnebilmeliyiz.
…
Kitabın girişinde
Endüstri Devriminin nasıl işlediğini anlattım. Özellikle de insanların egemen
kültüre, yani iktidarın gerçekte nerde olduğununun açıklaması olan egemen
kültüre tehdit oluşturmaması için gereken yöntemleri anlattım. Eğer toplumun
elit üyelerinin her hareketimizi yönlendirdiği gibi bir komplo teorisi
bekliyorsanız, hayal kırıklığına uğrayacaksanız. Evet, zenginler ve iktidarı
elinde bulunduranlar eşitsizlik üzerine kurulu bu düzenden daha fazla çıkar
sağlıyor, ama iktidar savaşı arttığı zaman da psikozun sınırlarında yaşıyor.
Bir sürü insanın Yeni Dünya Düzeni ve benzeri teorilere bağlı olduğunu
biliyoruz. Bu fikirlerin insan karanlık bir yere sıkışıp kaldığı zaman çok
iştah açıcı olduğunu da biliyoruz. İnternet, her kartelin, her an her toplantıda
ve her anlaşmada iktidarın halihazırda sahibi olan insanlarda kalmaya devam
etmesi için çalışıldığını açıklayan komplo teorileriyle dolu. Halihazırda
ekonomik büyümeyi garantilemek için var olan karmaşık yapılar bu paranoyakça
eylemlerden büyük fayda görüyor.
İşte size bir
örnek: Diyelim ki bir balık gemisi var ve her gün ağları balık dolu olarak
limana giriyor. Zaman geçiyor ve balık stokları tükenmeye başladıkça başka
balık gemilerinin ağları bomboş kalmaya başlıyor. Halktan birisi bir öneri ortaya
atıyor. Başarılı geminin kaptanının gizemli bir kaynaktan bilgi aldığını
söylüyor: Mesele doğa üstü bir güçten. Bu fikir kabulleniliyor. Bu üstün güçle
alakalı tartışmalar geceler boyu bir çok evde sürüp gidiyor, ama hiç bir şey
yapılmıyor. Çünkü bu kadar güçlü varlıkları yenebilmek için yapılacak hiçbir
şey yok. Bu arada, başarılı kaptan bol bol balık getirmeye, ve balık stokları
da azalmaya devam ediyor.
Bir müddet sonra
teknedeki sonar sisteminin diğer teknelere oranla daha iyi olduğu ve şu anda yaygın
şekilde kullanılan başka bir ülkeden ithal edildiği ortaya çıkıyor. Liman küçük
ve önemsiz bir liman olduğu için kimsenin yeni teknolojiden haberi yok. Eğer
çalışanlar çevreye daha dikkatlice bakıp kafalarını üstün güçlerle alakalı
düşüncelerden temizleselerdi, bu teknenin diğerlerinden daha iyi teçhizata
sahip olduğunu göreceklerdi. Balık stoklarını korumak için o zaman yapacakları
tek şey o teknedeki sonar sistemini kullanılmaz hale getirmek olacaktı. Her
tamir edildiğinde onu gene bozacaklardı.
Kanunların
balıkçıları yakaladığını düşünsek bile – sonuçta yasalar ekonomik başarıyı her
şeyden üstün tutar – balıkçıların sonar sistemine verdikleri zararın balık
stoklarını bir süre için bile olsa sabit tutacağını biliyoruz. Ancak o zaman
limandaki diğer balıkçı gemileri bu sonarı kullanmaya başlayabilir ve böylece
balık stoğuna daha büyük darbeler indirmeye başlamış olabilir. Eğer balıkçılar
artık daha da büyüyen bu problemle başa çıkmak için daha da hırslanırsa, sonar
teçhizatının ithalini engelleyebilir, teçhizatın üretildiği ülkeye gidebilir ya
da yardım isteyebilir ve üretimin durdurulmasını talep edebilirlerdi. Maksimum
Zarar Kültürü gereğince sonunda hırs ve kıskançlık ön plana çıkacak ve diğer
gemiler de bu sonara sahip olmanın kendi çıkarlarına olduğunu, balık
stoklarının da canlarının cehenneme olduğunu düşüneceklerdi.
Burada iki ders
var. Birincisi, bir problemin cevabı insanların sandığından daha sıradan
yerlerde bulunur. Bizler çözümleri yanlış yerlerde aramaya odaklandırılmışız;
ya yasalara, ya işe, ya politikaya ya da ümitlere tutunuruz. Cevaplar için daha
yakına bakmayı ihmal ederiz. Nadiren aynaya bakıp kendi davranış
gerekçelerimizi sorgularız. Peak Everything kitabının yazarı Richard Heinberg
şunları söylüyor:” Uygarlık daha fazla sayıda şeyi bizler için ulaşılabilir
hale getirdikçe bizler giderek daha fazla bebekleştik. Artık kendi adımıza
düşünme gücümüz azaldı. Kendimize daha az yeter hale geldik ve bu durum da
bizleri bir sürü haline getiriyor – bir sürü psikolojisi geliştiriyoruz. Ne
yapıp ne yapmayacağımızı etrafımızdaki otorite figürlerine bakarak
belirliyoruz.”
İkinci olarak
şunu söylemek lazım: Bu kültürde iyi niyetlerin ömrü pek uzun değil. Bir
şekilde burada daha üstün bir gücün iktidarından söz edebiliriz. İnsanların iyi
niyetlerinden vazgeçmesini ve Endüstri Devrimi tarafından seçilen yolun takip
edilmesini talep eden bir güçten söz ediyoruz. Balıkçılar problemin daha da
kötü bir hale gelmesini önlemek için çabalamaya son verdi ve tam tersine
denizden kendilerinin ne çıkaracağına odaklandı. İşler aynen böyle yürüyor.
Bizler bu şekilde davranmak üzere yetiştirildik.
Bu meseleyi
düşününce, bu kültürdeki insanların anlamadığımız şeyler hakkında komplo
teorilerinin var olmasını istediğini görüyoruz. Yenilmesi mümkün olmayan güçlerin
hayaller alemindeki hayatlarımızı yönetmesini istiyoruz. İstiyoruz; çünkü belki
de bu işte hepimizin işbirliği yaptığını kabullenmek istemiyoruz ve belki de
gerçeğin biraz fazla can yakacağından korkuyoruz. Koskoca bir arazi aracı
kullanmak, dünyanın sağına soluna sırf zevk için uçabilmek ya da kültürümüz
mümkün kıldığı için yağmur ormanlarının yok edilmesiyle elde edilen ürünleri
satın alabilmek belki canımızı doğrudan yakmıyor. Yansıtma ve suçlama
sisteminin çamurlarına saplı kaldıkça bu çamurdan kurtulma şansımız yok.
Matrix filminde
bir şeylerin yanlış olduğu fikri Neo’yu senelerdir rahatsız ediyordu. Ama
gerçeği öğrenmek onun için hem şok edeci hem de özgürleştirici oldu. Neo,
mevcut durumla ilgili bir şeyler yapabileceğini öğrendi. Çünkü artık bilgisi
vardı. Çünkü artık içinde bulunduğu durumu tamamen anlayabiliyordu. Herşeyi
olduğu gibi kabul ettikten sonra, yani problemin bir parçası olduğunuzu ve bu
yüzden de çözümde de bir payınız olması gerektiğini kabul ettikten sonra,
kendinizi daha özgür hissetmeye başlarsınız. Sanki yılların ağırlığı
omuzlarınızdan kalkmış olur.
Siz sistemin bir
parçasısınız. Problemdeki payınız için gereken sorumluluğu üstlenmeniz
gerekiyor: Ama nasıl…
Sizin sistem
içerisindeki yeriniz geniş bir besin ağının bir bölümü gibi. Bütün besin ağları
gibi, her şey enerji ile yürütülmekte. Petrol, gaz, kömür ve radyoaktif
maddeler gibi ffiziksel enerji kaynakları, paranın elitlerin zenginliklerine
zenginlik katması amacıyla gerekli makineleri çalıştırır. Eğer önemli bir
pozisyondaysanız, statünüz varsa o zaman sizin de biraz zenginlik sahibi
olmanız mümkün. Gerekli maddelerden bazılarına siz de sahip olabilirsiniz. Ağı
yürüten enerji olmaksızın para yoktur, aksi halde ağ da olamaz. Söz konusu olan
sadece petrol, gaz, kömür ve farklı radyoaktif değil, aslında insanlar da eşit
derecede hayati öneme sahip. İnsanlar makineleri çalıştırmadıkça, dükkanlarda
çalışmadıkça, üretmedikçe, kamyonları sürmedikçe, reklamları yaratmadıkça,
haberleri okuyup yasayı uygulamadıkça, ağ kendi üzerine yıkılacak ve kendisiyle
beraber bütün hiyerarşinin darmadağın olmasına sebep olacak.
Morina balığını
düşünelim. Hayatta kalmak için ihtiyaç duydukları enerji miktarı anlamında
besin ağında üstte yer alır: Yüksek besin ihtiyaçları vardır ama alt düzeylerde
yer alan organizmalar olmadan morina balığının var olamayacağını biliyoruz.
Morina balığı olmazsa balık asalakları da acı çekmeye başlar ama bir kademe
aşağılarındaki kumbalıkları son derece memnun olurdu: Sayıları artardı.
Uygarlık
içerisindeki yerinizi düşünün: işinizi ya da toplum içerisindeki yerinizi
düşünün, bunların en tepedeki kişiyle, ortalarda yer alan bir kişiyle ya da
yükselmeye çalışan bir kişiyle olan bağını düşünün. Ne olmayı istersiniz? Bir
tekerlek mi yoksa bir dişli mi?
Evet, siz
sistemin bir parçasısınız; ama ağda daha üst konumlarda bulunan insanlardan çok
daha önemli bir kişisiniz. Siz motorsunuz, enerji kaynağısınız, bu sistemin
sürüp gitmesindeki ana sebepsiniz. Siz sistemsiniz. Sizin işbirliğiniz olmadan,
sizin inancınız olmadan sistemin hiçbir enerjisi olmazdı ve artık var olamazdı.
Endüstri Devrimi
sona ermek zorunda . Eninde sonunda sona erecek. Çöküş gerçekleşecek,
kendisiyle beraber nüfusu da yok edecek: Petrol krizi, kredi krizi, çevre
felaketleri, salgın hastalıklar – sebep ne olursa olsun, endüstri devrimi
felaket boyutunda çökecek. Bunun meydana gelmesi 50 sene ya da 100 sene
alabilir. Bu zamana dek küresel ölçekte bir yıkım kaçınılmaz bir hal almış
olacak. Bu seçeneklerden biri: Bir diğer seçenek ise sistemin kendi kendine ölmesi,
şu andan itibaren bu sistemi geride bırakma gücüne sahip olanlar kendilerini ve
hayatımızın tamamen kendisine bağlı olduğu doğal ortamımızı koruyabilir.
Emin olun,
kimsenin “makine”nin kalbine gidip de onu parça parça edeceği filan yok, çünkü
makinenin kalbi yok, beyni de yok. Bu uygarlık; iktidarı ve zenginliği imtiyaz
sahibi bir azınlığa vermek üzerine kurulu bir dizi bilinçli (bazıları kazara)
eylemin sonucu. Şu anda sahip olduğumuz şey, ekonomik büyümeyi her şeyin
üstünde tutan bir kültür. Bu kültürel inancın devam ettirilmesini mümkün kılan
kötülük dolu yöntemleri sürdüren, elit ve sürekli üyeleri değişen,
zenginliklerinin korkunç büyüklüğüyle ve bu kültürün onlara bahşettiği
iktidarla başa çıkamayan patolojik megalomanyaklardan oluşan bir kültür.
Bu kadar devasa
bir şeyi nasıl olur da yıkabiliriz? Cevap Endüstri Devriminin doğasında yatıyor
– onun en temel özellikleri aynı zamanda en büyük zayıflıkları.
Ekonomik büyümeye
olan inancı ele alalım. Sanırım bu konuda sürdürülebilir hiçbir nokta olmadığını
hepimiz biliyoruz. Pastayı nasıl keserseniz kesin doğal ortamlar ekonomi
büyüdüğü sürece kaybetmeye devam edecek. Sağlıklı bir ekonomik büyüme elde
etmek için tüketiciler para harcadığında ellerinde hâlâ para kalacağından emin
olmalı. Kara gün parası tanımı, son yıllarda bankalar insanların sahip
oldukları koşulların ötesinde para harcayabileceğini halka pompaladıkça
değişti. O kara gün parası ister tasarruf şeklinde olsun, ister nakit olsun,
yatırım ya da kredi şeklinde olsun, burada önemli olan faktör, potansiyel
müşterilerin harcayacak para kalmadığını anladığı anda artık potansiyel bir
müşteri olmayacağı gerçeği. Maaşlı bir işinizin olması da en azından bir
süreliğine satın almak istediklerinizi alabileceğinizi kanıtlar. Aslında bu
tüketicinin kendini güvende hissetmesini etkileyen en önemli faktör.
Dünya çapında
hükümetler ve onları kontrol eden şirketler tüketici güvenini sürekli bir döngü
içerisinde yeniden ölçer. Tüketicinin kendini güvende hissetmesi ekonomileri
için hayati öneme sahip.
En basit şekilde
söylemek gerekirse, bu güven hissi arttığında tüketiciler para harcar. Bu da
sağlıklı bir ekonominin işareti. Bu güven hissi azaldığında ise tüketiciler
harcadıklarından daha fazla oranda para saklıyor demek. Bu da ekonominin
başının dertte olduğunu kanıtlar. Buradaki ana fikir, insanlar gelirlerinin
sabit olması konusunda kendilerini güvende hissettikleri sürece bir şeyler
satın almaya daha yatkın oldukları.
Bu da ilginç bir
durum yaratır: Bir ekonominin çökmesini sağlamak ve böylece Endüstri Devriminin
ayaklarından birini yıkmak için yapmak gereken şey, halkın sisteme güvenini yok
etmek. Bu durum uygarlığın diğer kısımlarına da yansıtılır. Dünya Ticaret
Merkezi’ne 2001 yılında yapılan saldırıların ardından küresel hava taşımacılığı
küçük bir çöküş süreci yaşadı. 1990′ların başlarında İngiltere’de yaşanan Deli
Dana hastalığı sadece İngiltere’de et satışını geçici süre de olsa durdurmakla
kalmadı, küresel ölçekte et satışlarında önemli düşüşlere yol açtı. Küresel
ekonominin büyük bir kısmına duyulan güveni ciddi biçimde yaralayabilecek
herhangi bir şeyin, uygarlığın da kuyusunu kazdığını söyleyebiliriz.
Güvende hissetme
ihtiyacı Endüstri Devriminin psikolojik bir özelliği. Ayrıca ciddi zayıflıklar
yaratmak için beraber iş yapan iki fiziksel özellik daha bulunuyor. Bunlardan
birincisi, var olan sistemlerde görülen karmaşık durum. Kitabın “Çiftlikten
Çatala” adlı bölümünde yazdığım gibi; gıda ürünü talebi uğruna gidilen
mesafeler artık sürdürülebilirliklerini kaybediyor.
Sonuçta, büyük
ölçekte gıda üretimi için, özellikle de toprağı verimli hale getirmek için
kullanılan enerjinin maliyeti, büyükbaş hayvanların yemlenmesi, çiğ
materyallerin işlenmiş gıda ürünlerine dönüştürülmesi, gıda ürünlerinin
soğutulup dondurulması, satışı ve eve getirilişinin maliyeti yalnızca büyük
yetersizlikler olduğunu ortaya koymuyor, ayrıca bu kadar karmaşık bir
sistemdeki farklı safhaların varlığını da gözler önüne seriyor. Aynısı elektrik
için de geçerli: Bir çok durumda elektrik, yenilenmesi mümkün olmayan maddelerin
yanması ya da çürümesiyle elde ediliyor. Bu maddelerin topraktan cevher halinde
çıkarılması, işlenmesi ve üretim birimlerine gönderilmesi gerekiyor. Bir kez
elektrik elde edildiğinde, 5 milyar vata kadar bir kapasiteye sahip olarak elde
edildiğinde dağıtılması gerekiyor. Öncelikle çok yüksek voltajlı hatlardan,
ardından da bir çok farklı güç dönüşümü aşamasında (tabii bu arada enerji
kaybederek) dağıtılır ve sonunda enerjinin kullanılacağı noktaya ulaşılır. Her
iki örnek de – ve daha bir sürü var, buna küresel para pazarları ve televizyon
kanalları da dahil – bir çok aşamadan oluşuyor ve bunların çoğu tek tek çöktüğü
takdirde bütün bir sistemin çökmesine sebep olabilir.
Bu zayıflatıcı
özelliklerden bir diğeri de enerji merkezlerine aşırı bağımlılık. Bir sistem
bağlardan ve düğümlerden oluşur. Düğüm bir veya daha fazla sayıda bağdan
oluşur; bir yol bir düğümdür ve farklı yolları birbirine bağlayan kavşaklar da
bir düğüm oluşturur. Pek çok bağa ve düğüme sahip bir sisteme “ağ” adı verilir.
Besin ağları gibi. Enerjiyi kullananlar düğümleri oluştururken enerji akışı da
bağları meydana getirir. Bağlardan oluşan ve zamanla gelişen, ihtiyaca göre
şekillenen ağlara seçkisiz ağ adı verilir: Mesela ABD eyaletler arası otoyolu
bu tür bir ağ. Ayrıca tavşan ailelerinin yaptığı tünel setlerini de buna örnek
olarak verebiliriz. Planlanmış bir amaca hizmet etmek üzere yaratılmış ağlar
genişleme özelliğine sahiptir ve ölçeksiz ağlar olarak bilinir. Bunlara büyük
hava yolları, elektrik dağıtım merkezleri ve süpermarket zincirlerine ait gıda
dağıtım ağları örnek olarak verilebilir.
Bir ağ içinde bir
çok bağı bir araya getiren yapı dağıtım noktası (göbek) olarak bilinir.
Endüstri Devrimi’nde çok sayıda dağıtım noktası kullanılır. Thomas Homer-Dixon
bu durumu şu şekilde açıklıyor:
Araştırmacılar
uzun zamandır çoğu ağın eyaletler arası otoban sistemi gibi olduğunu öne
sürdülerse de, son zamanlarda yapılan araştırmalar dünyada şaşırtıcı sayıda
ağın – hem doğal hem insan yapımı – aslında hava trafiği sistemine benzediğini
ortaya koymuştur. Bu tür ölçeksiz ağlar çoğu ekosistemi kapsar; internet, büyük
elektrik merkezleri, ham petrol dağıtım sistemleri ve modern gıda işlem ve
sunum merkezleri de bu sisteme dahil. Eğer ölçeksiz bir ağ dağıtım noktasını
kaybederse o zaman sonuç felaket olabilir; çünkü ona bağımlı pek çok düğüm
bulunur.
Ölçeksiz ağlar
özellikle kasti saldırılara karşı savunmasız durumda: Eğer birisi bütün ağa
zarar vermek isterse, o zaman tek yapması gereken o ağın dağıtım noktalarını
ortaya çıkarıp onları yok etmek.
2001 Temmuz
ayında Baltimore’daki tren yolu tünelinde bir yangın meydana geldi. Bu da
tünelde büyük bir ısı oluştuğu için merkezdeki sistemin çökmesine yol açtı.
Sonraki birkaç gün boyunca bu ray sisteminin çevresindeki diğer ağlar da ekstra
taşıma yükü sebebiyle etkilendi. Baltimore’da daha geniş bir alanda daha büyük
bir sıkıntının yaşanmasına sebep oldu. Ayrıca hiç beklenmedik bir olay da oldu.
ABD’deki internet hizmetinde ciddi bir yavaşlama yaşandı. The Howard Street
Tüneli’nde en büyük yedi İnternet Servis Sağlayıcısına (ISS) hizmet veren bir
boru vardı. Bu İSS’lerde yavaşlama meydana geldi. Yangın sonucu boru yandı, ses
ve veri sağlayıcı fiber kablolar zarar gördü. Bu tünel internet trafiği için
ana damar konumunda olup yangın sonucu büyük bir ağ dağıtım noktasının yok
olduğu zaman göreceği etkinin aynısına sebep oldu.
Birbirine bağlı
olarak işleyen elemanlardan oluşmuş, az sayıda dağıtım noktasına dayanan ağları
olan karmaşık sistemleri bir araya getirdiğinizde, onu korumak için kurduğunuz
güvenlik araçları ne olursa olsun, son derece duyarlı bir yapı yaratıyor
olursunuz. Uygarlık işte bu karmaşık ve karşılıklı bağımlı sistemler üzerine
kurulmuş ve enerji, veri, para ve maddelerin akışını sağlayan ağlara
dayanmakta. Uygarlık ayrıca insan bileşenlerin (sizin ve benim) sistemin
işleyişine sonsuz güven duymasına da bağlı. İnanca ihtiyacı var. Hem piskolojik
hem de fiziksel açıdan Endüstri Devrimi son derece kırılgan. Bir kez ittiniz mi
dağılıp gidecektir.
Permaculture
Activist dergisinde yayınlanmıştır.
Çeviren: CemC
(hayvanozgurlugu.com)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder