15 Ekim 2011 Cumartesi

ALF manifestosu


Siyah Amerikalılar ve ırkçılık karşıtları adalet ve eşitlik için mücadele etmeye devam ederken, ahlâki ve politik odak noktası çok daha kadim, yaygın ve yoğun, şiddet içeren; küresel bir soykırımda milyarlarca hayvanı esir edip işkence eden ve öldüren bir kölelik biçimine doğru kayıyor.

Hayvan özgürlüğünden insan özgürlüğünden bahsettiğimiz şekilde söz ediyoruz. İnsanlar fiziki nesneleri esir edemez, tahakküm altına alamaz veya sömüremez, ayrıca fiziki nesneler özgürleştirilemez, serbest bırakılamaz, azat edilemezler.

Bu terimler ancak duyguları olan organik yaşam formları için geçerli; yani acı ve zevk, mutluluk ve ızdırap gibi hisleri tecrübe edebilen canlılar için geçerli.

Tür farklılıklarından ve insanın dil ve akıl güçlerinin hayvan yaşamının benzersiz niteliklerinden üstün görmeye yönelik keyfî çabalardan farklı olarak insan ve insan olmayan hayvanlar neşe, acı gibi aynı evrimsel kapasiteleri paylaşıyorlar ve bu anlamda da hepsi hem eşitler hem de aynılar.

Temelde, etik; insanların başkalarının acı çekmesine sebep olunmamasını ya da başkasının yaşamına ya da özgürlüğüne kastetmemesini talep eder, bunun olması için geçerli ,z orunlu bir gerekçe olmak zorundadır (meşru müdafaa gibi).

Hayvan duygularının, zekâsı ve sosyal yaşamının kompleks oluşu ile ilgili çok fazla sayıda bilimsel eser bulunmasına rağmen bir canlının duygu hissetme kapasitesi bulunması onun temel haklara sahip olması için hem yeterli hem de gerekli koşulları oluşturmaktadır.

Bu yüzden, hayvanların esir edilebilmesi gibi, özgürleştirilmesi de mümkündür; gerçekten de hayvanların esir edildiği bir yerde insanların onları özgürleştirmek gibi bir görevleri bulunuyor.

Bu vicdan ve görev çağrısına cevap veren hayvan özgürlüğü grupları, dünyanın her yerinde hayvanları sömürü sistemlerinde kurtarmak gibi bir amaçla hareket geçti, zulmün maddi ve ekonomik temellerine saldırıp onu kullanılmaz hale getirerek hayvanların insanlar için bir kaynak, mülk ve/veya köle olduğu şeklindeki o kadim mentaliteye meydan okumaya başladılar.
Siyahları doğal çevrelerinden ve yuvalarından kopardılar, vücutlarının etrafına zincirler sardılar, aylarca haftalarca acı çekmelerine bakmaksızın onları sıkış tıkış hücrelere doldurup denizlerde taşıdılar, derilerine kimin mülkü olduğunu gösteren demirden sıcak damgalar bastılar.

Onları köle olarak açık artırmalara çıkardılar, çığlık çığlığa ağlayan aile üyelerini ayırdılar, emekleri ve hizmetlerini sömürmek adına üremeye zorladılar, çıkar uğruna sömürdüler, nefret ve öfkeyle onları dövdüler, çok sayıda siyahı bir arada öldürdüler…işte bütün bu dehşetlerin ve vahşetin hepsi hayvanların sömürülmeye başlaması ile mümkün oldu.

Teknoloji ile gelişip kapitalist çıkar elde etme amacıyla daha da ileri giden, hayvanların duyguları, zihinleri ve vücutlarının şiddet dolu bir biçimde sömürülmesine bugün de devam ediliyor, milyarlarca hayvan kürk çiftliklerinde, fabrika çiftliklerinde, mezbahalarda, araştırma laboratuarlarında ve diğer cehennemsi mekânlarda işkenceye uğratılması ve öldürülmesiyle devam ediyor.

Artık bir siyahın, Yahudi’nin veya başka bir insanın “hayvan gibi” dövülmesinin suç olup olmadığını sormak hiç adil değil; tam tersine hayvanları sömürmenin ve terörize etmenin hiç sorgulanmadan kabul edilmesini de inceden inceye sorgulamak zorundayız.

Irkçı kafa yapısı ten rengine dayalı olarak bir aşağı/üstün hiyerarşisi yaratır; tür ayrımcısı kafa yapısı da evrimci süreci/süremi insan ve insan olmayan yaşamlar şeklinde bir zıtlaşma içine sokarak hayvanları hem aşağılamış hem de nesneleştirmiş olur.

Irkçılık nefret dolu bir beyaz üstünlükçülüğünden meydana geldiği gibi tür ayrımcılığı da şiddet barındıran bir insan üstünlükçülüğünden doğuyor, bu da insanların hayvanları kendilerine uygun şekilde kullanmasının doğal ya da Allah vergisi bir hak olduğuna olan derin inançtan kaynaklanıyor.

Hem ırkçılık hem de tür ayrımcılığı kölelik ekonomilerine meşrulaştırmaya yarıyor. İç Savaş sonrası Pamuk Ekonomisi Büyük Baş Hayvancılığı Ekonomisine dönüştü, bu arada ülke batıya yürümeye devam ediyordu, hem 60 milyon bufaloyu hem de milyonlarca Kızılderiliyi öldürdüler, ardından da büyük baş hayvanların gıda olmasına adına yetiştirilmesi ve katledilmesine başlandı.

Yirminci yüzyıl boyunca ABD bitki temelli bir beslenme tarzından ete dayalı bir beslenme tarzına kaymaya başladı, et ve süt endüstrileri devasa ekonomik güçler haline dönüştü. Son on yıllar içerisinde ilaç ve biyoteknoloji şirketleri küresel kapitalist şebekelerin büyük parçalarına dönüştü, ayrıca onların araştırma ve test operasyonları da her yıl milyonlarca laboratuar hayvanının yetiştirilmesi, sömürülmesi ve öldürülmesine dayanır oldu.

Elbette Homo erectus üç milyon yıl önce alet yapmaya başlar başlamaz hominidler hayvanları hem emek gücü , hem gıda, giysi ve daha nice kaynak olmaları adına öldürmeye başladılar, o zamandan beri hayvan sömürüsü insan ekonomileri için yaşamsal bir önem taşıyor.

Ancak insanların geçmişin avcı ve toplayıcı toplumlarında, teknolojisi gelişmemiş toplumlarda hayatta kalmak adına insanları kullanmalarını meşrulaştıracak ne türden haklı gerekçeleri var idiyse bu bahaneler günümüzde hayvanların gıda, giysi ve tıbbi araştırmalarda kullanılmasını gerektirmeyen alternatifler yüzünden geçerliliğini yitirmiştir.

Dahası, hayvan sömürüsü modern ekonomiler için ne kadar önemli olursa olsun hayvanları esir etmek adına öne sürülen faydalanmacı özürlerin hepsi insan köleliği ya da Auschwitz ya da Tuskegee’de insan deneyleri adına öne sürülen özürler ve bahaneler kadar geçersizdir.

Haklar faydalanmacı tavırları ezer geçer; hakların en önemli işlevi insanları başka birisinin iyiliği ya da halkın faydalanması adına kullanılmaktan korumaktır.

Doğrudan Eylemin Savunulması Adına

Kölelik karşıtlığı, refahçılığa değil de hak mantığına dayansa da aşılması gereken bazı hayvan hakları pozisyonları bulunuyor.

Öncelikle Gary Francione’ın belirttiği gibi, bir çok birey ve organizasyon hayvan haklarını baş tacı etse, normalde ve gerçekte haklar adına konuşsa da pratikte refah reformları talep eden ve zulmü ortadan kaldırmak değil sadece aksayan yönlerini iyileştirmek isteyen “yeni refahçılar”dır.

Francione refah ve haklar, reform ve kölelik karşıtlığı arasındaki kompleks ilişkileri önemsiz gibi gösterse bile refah ve hak yaklaşımları arasındaki en temel farklılıkları aydınlatmaktadır, ve haklı olarak da hiç taviz vermeyen bir kölelik karşıtı kampanya ve tavrın ne kadar gerekli olduğu konusunda ısrar etmektedir.

Ancak Francione hayvan hakları “yasalcılarının” ortaya koyduğu ikinci bir sorun’un semptomudur, bu insanlar ahlâki ve politik sebebi kabul edilebilir hale getirecek tek geçerli ve etik olarak doğru yolun devlet tarafından önceden onaylanmış ve kabul görmüş yaklaşımlar olduğunu düşünürler ve statükoya aldanan insanlardır.

Militan doğrudan eylem taktikleri hem insan hem de hayvan köleliğine son vermekte hayati bir role sahip, bunu reddederek Francione ve diğerleri hayvan refahçılarının militan doğrudan eylemlere yönelik aynı bahaneyi kullanıyorlar.

Hak konusunda ortaya konan refahçı eleştirilerin aynısını sürdürerek ve devlet ve hayvan sömürüsü endüstrilerinin bir anlamda kuklası olma görevini üstlenerek Francione doğrudan eylemciler, radikal, ekstrem insanlar olarak gösterip mücadelenin gelişmesi ve ahlâki inandırıcılığına zarar verdiğini söylemektedir.

Kendisinden önceki hareket gibi, yeni kölelik karşıtı hareket de felsefesi ve taktikleri konusunda farklılık barındırıyor, bunlar yasaldan illegal yaklaşımlara , pasifist yönelimlerden şiddet barındıran yönelimlere dek uzanıyor. Yeni kölelik karşıtlığını paradigmatik bir örneği ise ALF’tir.

ALF eylemcileri hayvanları sömürenlere iki farklı şekilde taktik kullanıyor. Öncelikle bu insanların ekonomik anlamda kalbine kazığı çakacak şekilde sabotaj ve mülkü yok etme taktiği kullanıyorlar, böylece hayvan sömürüsünün daha az çıkar sağlaması için çabalamış oluyorlar.

ALF kullandığı metodların şiddet içermediği konusunda ısrar ediyor; çünkü sadece hayvanları sömürenlerine mülklerine saldırıyorlar, asla insanlara saldırmıyorlar. Bu yüzden Walker ve Garnet tarafından başvurulan şiddetten uzak duruyorlar.

ALF gerçek şiddetin araştırma ya da para kazanmak adına hayvanlara yaplan şey olduğunu öne sürüyor. İkinci olarak doğrudan ve ani özgürlük eylemleride ALF hayvanları kurtarmak ve serbest bırakmak adına esir tutulan hayvanların bulunduğu bölmelere ve mekânlara izinsizce giriyor.

Hayvanları “çalmıyorlar”; çünkü hayvanların kimsenin malı veya mülkü değil, hiç kimseye ait değiller; onlar tam tersine hayvanları özgürlüklerine kavuşturuyorlar.

ALF özgürlüklerine kavuşturdukları hayvanların çoğu için veteriner bakımı ve yuva sağlıyorlar, büyük bir yeraltı şefkat ve yuvalandırma şebekesi kullanıyorlar.

Yeni kölelik karşıtlığı Compassion Over Killing gibi “açık kurtarma” gruplarında da net bir şekilde görülebilir, bu insanlar mal ve mülke zarar vermeden ve maske arkasına gizlenmeden hayvanları fabrika çiftliklerinden kurtarıyorlar.

Dahası, yemek yemek adına hayvanları kullanmanın ve öldürmenin istediği kadar insancıl şekillerde ve free-range tarzda elde edilsin, yanlış olduğu prensibine inandıkları için bütün hayvan ürünlerini boykot eden etik veganlar hayatlarından zulümü çıkarıp hayvan sömürüsünün tamamen ortadan kaldırılması yolunda katkıda bulunmuş oluyorlar.

Ancak şu anda hayvan özgürlüğü hareketinde Nat Turnerlar ve John Brownlar bulunmuyor, belki ortaya çıkmaları an meselesi, ve çıktıkları zaman eylemleri için adil ve haklı sebepleri de olacak. Daha öncekiler gibi olacaklar. Mücadele gospelinde söylendiği gibi: adalet yoksa, barış da yok.

Ahlâki İlerlemenin Anlamı

On dokuzuncu yüzyıl kölelik karşıtları insanların o günün en büyük ahlâki meselesine insanları uyandırmaya çalışıyordu, 21. yüzyılın yeni kölelik karşıtları da insanları hayvan sömürüsü ve zulmünün önemi ve korkunçluğu hakkında aydınlatma yönünde mücadele ediyorlar.

Siyah köleliğinin Amerikan “demokrasi”si ve modern değerlerin anlamı hakkında en temel soruları sorgulaması gibi, hayvan köleliği ile ilgili şu andaki tartışmalar da insan psikolojisinin şiddet, yabancılaşma, kibir yüzünden hasar görmesi ve bütün hayata hürmet duymaya dayalı bir yeni etik ve duyarlılık gereksinimin incelikle incelenmesi gerektiğini öne sürüyor.

Hayvan özgürlüğü, modern kültür için yabancı bir kavram değil; aslında Batılıların son iki yüz yıl içinde eşitik, demokrasi ve haklar gibi ortaya koyduğu en ilerici etik ve politik değerler üzerinde gelişiyor, onları mantıklı sonuçlarına taşıyor.

Arthur Kaplan gibi ahlâkbilimciler, hak konusu hayvanları da kapsayacak şekilde kullanıldığında ucuzlama söz konusu olduğunu söyleseler de bu hareketi hak kavramının keyfi ve önyargılı kullanımından kurtaran ve gerçek anlamlarına yakınlaştıran bir tavır olmak daha doğru bir yorum olur.

Ahlâki evrimdeki yeni büyük adım, gezegen üzerindeki türlerin çoğunu tek bir türün şiddet dolu kırbacına mahkûm eden son kölelik biçimini ortadan kaldırmaktır.

Günümüzde ahlâki gelişim, toplumun erkek üstünlüğü ve beyaz üstünlüğünü yolladığı aynı çöp tenekesine bu sefer insan üstünlüğünü yollamak olmalı.

Hayvan özgürlüğü insanların etik ilerleme adına önemli bir adım atabilmesi için insancılığın sınırlarını aşmayı gerektirir, böylece ahlâki çıtamız dil akıl sahibi olmaktan duygu hissetme ve öznelliğe indirilmiş olur.

Hayvan özgürlüğü çok geniş bir tarihi öğrenme sürecinin sonucudur, bu süreçte insanlar yavaş yavaş hiyerarşi, ve her türden ayrımcılığın keyfi,temelsiz ve yanlış olduğunu idrak etmişlerdir.

Ahlâki ilerleme kadim ataerkillikten Sosyal Darwinizm’in krallara bahşettiği ilahi haklara ve tür ayrımcılığına dek bir grubun bir başka grubu tahakküm altına almasını meşrulaştırmaya çalışan bütün mitlerin yapıbozumu ve bütün masalsılığının ortadan kaldırılması sürecinde meydana geliyor.

Ahlâki ilerleme, hiyerarşik vizyonların eşitlikçi vizyonlarla yer değiştirmesi dinamiği ve daha geniş ve kapsayıcı bir etik toplum geliştirme çabalarıyla oluşuyor.

Kadınları, siyahları ve diğer dezavantaja sahip grupları ezmek için kullanılan mantık dışı ve haklı görülemeyecek bahanelerin farkına varan toplum, tür ayrımcılığının da bir başka ayrımcılık ve zulüm, baskı biçimi olduğunu anlamaya başlıyor.

Geçmişteki kölelik karşıtlarının ve sufrajelerinin başarıları, bilinci ve şu ânın gücü üzerine yapılandırılan bu yeni kölelik karşıtlarının mücadelesi yeni bir Hayvan Hakları Bildirgesi’nin kabul edilmesini de sağlayabilir.

Böylesi bir bildirgede hayvanların sömürülmesi yasaklanırken tür ayrımcılığına dayalı ayrımcılığa da hayır denir ve bir yandan hayvanlara ciddi anlamda bir kişilik sahibi olma statüsü tanırken hayatta olma, özgür olma ve mutlu olma yönünde gösterecekleri çabaları onların hakkı olarak kabul etmeyi de bağlayıcı ve gerekli bir unsur olarak kabul edilir.

2002 yılında Almanya anayasasına devletin insanların onurunu korumak maddesine “hayvanları da” kelimelerini ekleyerek yaşamsal önemdeki ilk adımı atmış oldu.

Eğer kapitalizm büyümek ya da ölmek üzerine bir sistem olup köleliğe ve sömürüye dayanıyorsa, ister emperyalizm ister sömürgecilik olsun, çalışanların sömürülmesi, cinsiyet ayrımı ve gelirin adilane dağıtılmaması ya da hayvanların baskı altına alınması konusu olsun farketmez; o zaman bu sistem radikal demokrasi hareketinin iyileştirmesi değil tamamen dönüştürmesi gereken bir sistemdir.

Ama siyah kölelerin İngiliz hükümdarlığına veryansın eden sömürgecilerin ikiyüzlülüğünü kınaması gibi, sufrajelerin ABD’nin demokrasi için 1. Dünya Savaşı sırasında mücadele ederken kendi ülkesindeki nüfusun yarısına haklarını vermemesindeki çelişkileri ifşa etmesi gibi, o halde barışı, adaleti, demokrasiyi ve hakları hedef edinmiş bütün hareketler hayvan özgürlüğü için de mücadele etmediği sürece hem eksik hem de tutarsız hareketler olarak kalacaklar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder