Siyah Amerikalılar ve ırkçılık karşıtları adalet ve
eşitlik için mücadele etmeye devam ederken, ahlâki ve politik odak noktası çok
daha kadim, yaygın ve yoğun, şiddet içeren; küresel bir soykırımda milyarlarca
hayvanı esir edip işkence eden ve öldüren bir kölelik biçimine doğru kayıyor.
Hayvan
özgürlüğünden insan özgürlüğünden bahsettiğimiz şekilde söz ediyoruz. İnsanlar
fiziki nesneleri esir edemez, tahakküm altına alamaz veya sömüremez, ayrıca
fiziki nesneler özgürleştirilemez, serbest bırakılamaz, azat edilemezler.
Bu terimler ancak
duyguları olan organik yaşam formları için geçerli; yani acı ve zevk, mutluluk
ve ızdırap gibi hisleri tecrübe edebilen canlılar için geçerli.
Tür
farklılıklarından ve insanın dil ve akıl güçlerinin hayvan yaşamının benzersiz
niteliklerinden üstün görmeye yönelik keyfî çabalardan farklı olarak insan ve
insan olmayan hayvanlar neşe, acı gibi aynı evrimsel kapasiteleri paylaşıyorlar
ve bu anlamda da hepsi hem eşitler hem de aynılar.
Temelde, etik;
insanların başkalarının acı çekmesine sebep olunmamasını ya da başkasının
yaşamına ya da özgürlüğüne kastetmemesini talep eder, bunun olması için geçerli
,z orunlu bir gerekçe olmak zorundadır (meşru müdafaa gibi).
Hayvan
duygularının, zekâsı ve sosyal yaşamının kompleks oluşu ile ilgili çok fazla
sayıda bilimsel eser bulunmasına rağmen bir canlının duygu hissetme kapasitesi
bulunması onun temel haklara sahip olması için hem yeterli hem de gerekli
koşulları oluşturmaktadır.
Bu yüzden,
hayvanların esir edilebilmesi gibi, özgürleştirilmesi de mümkündür; gerçekten
de hayvanların esir edildiği bir yerde insanların onları özgürleştirmek gibi
bir görevleri bulunuyor.
Bu vicdan ve
görev çağrısına cevap veren hayvan özgürlüğü grupları, dünyanın her yerinde
hayvanları sömürü sistemlerinde kurtarmak gibi bir amaçla hareket geçti, zulmün
maddi ve ekonomik temellerine saldırıp onu kullanılmaz hale getirerek
hayvanların insanlar için bir kaynak, mülk ve/veya köle olduğu şeklindeki o
kadim mentaliteye meydan okumaya başladılar.
Siyahları doğal
çevrelerinden ve yuvalarından kopardılar, vücutlarının etrafına zincirler
sardılar, aylarca haftalarca acı çekmelerine bakmaksızın onları sıkış tıkış
hücrelere doldurup denizlerde taşıdılar, derilerine kimin mülkü olduğunu
gösteren demirden sıcak damgalar bastılar.
Onları köle
olarak açık artırmalara çıkardılar, çığlık çığlığa ağlayan aile üyelerini
ayırdılar, emekleri ve hizmetlerini sömürmek adına üremeye zorladılar, çıkar
uğruna sömürdüler, nefret ve öfkeyle onları dövdüler, çok sayıda siyahı bir
arada öldürdüler…işte bütün bu dehşetlerin ve vahşetin hepsi hayvanların
sömürülmeye başlaması ile mümkün oldu.
Teknoloji ile
gelişip kapitalist çıkar elde etme amacıyla daha da ileri giden, hayvanların
duyguları, zihinleri ve vücutlarının şiddet dolu bir biçimde sömürülmesine
bugün de devam ediliyor, milyarlarca hayvan kürk çiftliklerinde, fabrika
çiftliklerinde, mezbahalarda, araştırma laboratuarlarında ve diğer cehennemsi
mekânlarda işkenceye uğratılması ve öldürülmesiyle devam ediyor.
Artık bir siyahın,
Yahudi’nin veya başka bir insanın “hayvan gibi” dövülmesinin suç olup
olmadığını sormak hiç adil değil; tam tersine hayvanları sömürmenin ve terörize
etmenin hiç sorgulanmadan kabul edilmesini de inceden inceye sorgulamak
zorundayız.
Irkçı kafa yapısı
ten rengine dayalı olarak bir aşağı/üstün hiyerarşisi yaratır; tür ayrımcısı
kafa yapısı da evrimci süreci/süremi insan ve insan olmayan yaşamlar şeklinde
bir zıtlaşma içine sokarak hayvanları hem aşağılamış hem de nesneleştirmiş
olur.
Irkçılık nefret dolu
bir beyaz üstünlükçülüğünden meydana geldiği gibi tür ayrımcılığı da şiddet
barındıran bir insan üstünlükçülüğünden doğuyor, bu da insanların hayvanları
kendilerine uygun şekilde kullanmasının doğal ya da Allah vergisi bir hak
olduğuna olan derin inançtan kaynaklanıyor.
Hem ırkçılık hem
de tür ayrımcılığı kölelik ekonomilerine meşrulaştırmaya yarıyor. İç Savaş
sonrası Pamuk Ekonomisi Büyük Baş Hayvancılığı Ekonomisine dönüştü, bu arada
ülke batıya yürümeye devam ediyordu, hem 60 milyon bufaloyu hem de milyonlarca
Kızılderiliyi öldürdüler, ardından da büyük baş hayvanların gıda olmasına adına
yetiştirilmesi ve katledilmesine başlandı.
Yirminci yüzyıl
boyunca ABD bitki temelli bir beslenme tarzından ete dayalı bir beslenme
tarzına kaymaya başladı, et ve süt endüstrileri devasa ekonomik güçler haline
dönüştü. Son on yıllar içerisinde ilaç ve biyoteknoloji şirketleri küresel
kapitalist şebekelerin büyük parçalarına dönüştü, ayrıca onların araştırma ve
test operasyonları da her yıl milyonlarca laboratuar hayvanının yetiştirilmesi,
sömürülmesi ve öldürülmesine dayanır oldu.
Elbette Homo
erectus üç milyon yıl önce alet yapmaya başlar başlamaz hominidler hayvanları
hem emek gücü , hem gıda, giysi ve daha nice kaynak olmaları adına öldürmeye
başladılar, o zamandan beri hayvan sömürüsü insan ekonomileri için yaşamsal bir
önem taşıyor.
Ancak insanların
geçmişin avcı ve toplayıcı toplumlarında, teknolojisi gelişmemiş toplumlarda
hayatta kalmak adına insanları kullanmalarını meşrulaştıracak ne türden haklı gerekçeleri
var idiyse bu bahaneler günümüzde hayvanların gıda, giysi ve tıbbi
araştırmalarda kullanılmasını gerektirmeyen alternatifler yüzünden
geçerliliğini yitirmiştir.
Dahası, hayvan
sömürüsü modern ekonomiler için ne kadar önemli olursa olsun hayvanları esir
etmek adına öne sürülen faydalanmacı özürlerin hepsi insan köleliği ya da
Auschwitz ya da Tuskegee’de insan deneyleri adına öne sürülen özürler ve
bahaneler kadar geçersizdir.
Haklar
faydalanmacı tavırları ezer geçer; hakların en önemli işlevi insanları başka
birisinin iyiliği ya da halkın faydalanması adına kullanılmaktan korumaktır.
Doğrudan Eylemin
Savunulması Adına
Kölelik
karşıtlığı, refahçılığa değil de hak mantığına dayansa da aşılması gereken bazı
hayvan hakları pozisyonları bulunuyor.
Öncelikle Gary
Francione’ın belirttiği gibi, bir çok birey ve organizasyon hayvan haklarını
baş tacı etse, normalde ve gerçekte haklar adına konuşsa da pratikte refah
reformları talep eden ve zulmü ortadan kaldırmak değil sadece aksayan yönlerini
iyileştirmek isteyen “yeni refahçılar”dır.
Francione refah
ve haklar, reform ve kölelik karşıtlığı arasındaki kompleks ilişkileri önemsiz
gibi gösterse bile refah ve hak yaklaşımları arasındaki en temel farklılıkları
aydınlatmaktadır, ve haklı olarak da hiç taviz vermeyen bir kölelik karşıtı
kampanya ve tavrın ne kadar gerekli olduğu konusunda ısrar etmektedir.
Ancak Francione
hayvan hakları “yasalcılarının” ortaya koyduğu ikinci bir sorun’un semptomudur,
bu insanlar ahlâki ve politik sebebi kabul edilebilir hale getirecek tek
geçerli ve etik olarak doğru yolun devlet tarafından önceden onaylanmış ve
kabul görmüş yaklaşımlar olduğunu düşünürler ve statükoya aldanan insanlardır.
Militan doğrudan
eylem taktikleri hem insan hem de hayvan köleliğine son vermekte hayati bir
role sahip, bunu reddederek Francione ve diğerleri hayvan refahçılarının
militan doğrudan eylemlere yönelik aynı bahaneyi kullanıyorlar.
Hak konusunda
ortaya konan refahçı eleştirilerin aynısını sürdürerek ve devlet ve hayvan
sömürüsü endüstrilerinin bir anlamda kuklası olma görevini üstlenerek Francione
doğrudan eylemciler, radikal, ekstrem insanlar olarak gösterip mücadelenin
gelişmesi ve ahlâki inandırıcılığına zarar verdiğini söylemektedir.
Kendisinden
önceki hareket gibi, yeni kölelik karşıtı hareket de felsefesi ve taktikleri
konusunda farklılık barındırıyor, bunlar yasaldan illegal yaklaşımlara ,
pasifist yönelimlerden şiddet barındıran yönelimlere dek uzanıyor. Yeni kölelik
karşıtlığını paradigmatik bir örneği ise ALF’tir.
ALF eylemcileri
hayvanları sömürenlere iki farklı şekilde taktik kullanıyor. Öncelikle bu
insanların ekonomik anlamda kalbine kazığı çakacak şekilde sabotaj ve mülkü yok
etme taktiği kullanıyorlar, böylece hayvan sömürüsünün daha az çıkar sağlaması
için çabalamış oluyorlar.
ALF kullandığı
metodların şiddet içermediği konusunda ısrar ediyor; çünkü sadece hayvanları
sömürenlerine mülklerine saldırıyorlar, asla insanlara saldırmıyorlar. Bu
yüzden Walker ve Garnet tarafından başvurulan şiddetten uzak duruyorlar.
ALF gerçek şiddetin
araştırma ya da para kazanmak adına hayvanlara yaplan şey olduğunu öne sürüyor.
İkinci olarak doğrudan ve ani özgürlük eylemleride ALF hayvanları kurtarmak ve
serbest bırakmak adına esir tutulan hayvanların bulunduğu bölmelere ve
mekânlara izinsizce giriyor.
Hayvanları
“çalmıyorlar”; çünkü hayvanların kimsenin malı veya mülkü değil, hiç kimseye
ait değiller; onlar tam tersine hayvanları özgürlüklerine kavuşturuyorlar.
ALF
özgürlüklerine kavuşturdukları hayvanların çoğu için veteriner bakımı ve yuva
sağlıyorlar, büyük bir yeraltı şefkat ve yuvalandırma şebekesi kullanıyorlar.
Yeni kölelik
karşıtlığı Compassion Over Killing gibi “açık kurtarma” gruplarında da net bir
şekilde görülebilir, bu insanlar mal ve mülke zarar vermeden ve maske arkasına
gizlenmeden hayvanları fabrika çiftliklerinden kurtarıyorlar.
Dahası, yemek
yemek adına hayvanları kullanmanın ve öldürmenin istediği kadar insancıl
şekillerde ve free-range tarzda elde edilsin, yanlış olduğu prensibine
inandıkları için bütün hayvan ürünlerini boykot eden etik veganlar
hayatlarından zulümü çıkarıp hayvan sömürüsünün tamamen ortadan kaldırılması
yolunda katkıda bulunmuş oluyorlar.
Ancak şu anda
hayvan özgürlüğü hareketinde Nat Turnerlar ve John Brownlar bulunmuyor, belki
ortaya çıkmaları an meselesi, ve çıktıkları zaman eylemleri için adil ve haklı
sebepleri de olacak. Daha öncekiler gibi olacaklar. Mücadele gospelinde
söylendiği gibi: adalet yoksa, barış da yok.
Ahlâki
İlerlemenin Anlamı
On dokuzuncu
yüzyıl kölelik karşıtları insanların o günün en büyük ahlâki meselesine
insanları uyandırmaya çalışıyordu, 21. yüzyılın yeni kölelik karşıtları da
insanları hayvan sömürüsü ve zulmünün önemi ve korkunçluğu hakkında aydınlatma
yönünde mücadele ediyorlar.
Siyah köleliğinin
Amerikan “demokrasi”si ve modern değerlerin anlamı hakkında en temel soruları
sorgulaması gibi, hayvan köleliği ile ilgili şu andaki tartışmalar da insan
psikolojisinin şiddet, yabancılaşma, kibir yüzünden hasar görmesi ve bütün
hayata hürmet duymaya dayalı bir yeni etik ve duyarlılık gereksinimin incelikle
incelenmesi gerektiğini öne sürüyor.
Hayvan özgürlüğü,
modern kültür için yabancı bir kavram değil; aslında Batılıların son iki yüz
yıl içinde eşitik, demokrasi ve haklar gibi ortaya koyduğu en ilerici etik ve
politik değerler üzerinde gelişiyor, onları mantıklı sonuçlarına taşıyor.
Arthur Kaplan
gibi ahlâkbilimciler, hak konusu hayvanları da kapsayacak şekilde
kullanıldığında ucuzlama söz konusu olduğunu söyleseler de bu hareketi hak
kavramının keyfi ve önyargılı kullanımından kurtaran ve gerçek anlamlarına
yakınlaştıran bir tavır olmak daha doğru bir yorum olur.
Ahlâki evrimdeki
yeni büyük adım, gezegen üzerindeki türlerin çoğunu tek bir türün şiddet dolu
kırbacına mahkûm eden son kölelik biçimini ortadan kaldırmaktır.
Günümüzde ahlâki
gelişim, toplumun erkek üstünlüğü ve beyaz üstünlüğünü yolladığı aynı çöp
tenekesine bu sefer insan üstünlüğünü yollamak olmalı.
Hayvan özgürlüğü
insanların etik ilerleme adına önemli bir adım atabilmesi için insancılığın
sınırlarını aşmayı gerektirir, böylece ahlâki çıtamız dil akıl sahibi olmaktan
duygu hissetme ve öznelliğe indirilmiş olur.
Hayvan özgürlüğü
çok geniş bir tarihi öğrenme sürecinin sonucudur, bu süreçte insanlar yavaş
yavaş hiyerarşi, ve her türden ayrımcılığın keyfi,temelsiz ve yanlış olduğunu
idrak etmişlerdir.
Ahlâki ilerleme
kadim ataerkillikten Sosyal Darwinizm’in krallara bahşettiği ilahi haklara ve
tür ayrımcılığına dek bir grubun bir başka grubu tahakküm altına almasını
meşrulaştırmaya çalışan bütün mitlerin yapıbozumu ve bütün masalsılığının
ortadan kaldırılması sürecinde meydana geliyor.
Ahlâki ilerleme,
hiyerarşik vizyonların eşitlikçi vizyonlarla yer değiştirmesi dinamiği ve daha
geniş ve kapsayıcı bir etik toplum geliştirme çabalarıyla oluşuyor.
Kadınları, siyahları
ve diğer dezavantaja sahip grupları ezmek için kullanılan mantık dışı ve haklı
görülemeyecek bahanelerin farkına varan toplum, tür ayrımcılığının da bir başka
ayrımcılık ve zulüm, baskı biçimi olduğunu anlamaya başlıyor.
Geçmişteki
kölelik karşıtlarının ve sufrajelerinin başarıları, bilinci ve şu ânın gücü
üzerine yapılandırılan bu yeni kölelik karşıtlarının mücadelesi yeni bir Hayvan
Hakları Bildirgesi’nin kabul edilmesini de sağlayabilir.
Böylesi bir
bildirgede hayvanların sömürülmesi yasaklanırken tür ayrımcılığına dayalı
ayrımcılığa da hayır denir ve bir yandan hayvanlara ciddi anlamda bir kişilik
sahibi olma statüsü tanırken hayatta olma, özgür olma ve mutlu olma yönünde
gösterecekleri çabaları onların hakkı olarak kabul etmeyi de bağlayıcı ve gerekli
bir unsur olarak kabul edilir.
2002 yılında
Almanya anayasasına devletin insanların onurunu korumak maddesine “hayvanları
da” kelimelerini ekleyerek yaşamsal önemdeki ilk adımı atmış oldu.
Eğer kapitalizm
büyümek ya da ölmek üzerine bir sistem olup köleliğe ve sömürüye dayanıyorsa,
ister emperyalizm ister sömürgecilik olsun, çalışanların sömürülmesi, cinsiyet
ayrımı ve gelirin adilane dağıtılmaması ya da hayvanların baskı altına alınması
konusu olsun farketmez; o zaman bu sistem radikal demokrasi hareketinin
iyileştirmesi değil tamamen dönüştürmesi gereken bir sistemdir.
Ama siyah
kölelerin İngiliz hükümdarlığına veryansın eden sömürgecilerin ikiyüzlülüğünü
kınaması gibi, sufrajelerin ABD’nin demokrasi için 1. Dünya Savaşı sırasında
mücadele ederken kendi ülkesindeki nüfusun yarısına haklarını vermemesindeki
çelişkileri ifşa etmesi gibi, o halde barışı, adaleti, demokrasiyi ve hakları
hedef edinmiş bütün hareketler hayvan özgürlüğü için de mücadele etmediği
sürece hem eksik hem de tutarsız hareketler olarak kalacaklar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder