SİLAHLI NEŞE
ALFREDO M. BONANNO :
Bu kitap 1977’de, o sırada
italya’da süren devrimci mücadelelerin hızıyla yazılmıştı ve bugün okunurken,
şimdi son derece farklı olan o durum akılda tutulmalıdır.Devrimci hareket, ki
buna anarşist hareket de dahildir, gelişim aşamasındaydı ve herşey, hatta
silahlı çatışmanın genelleşmesi bile mümkün görünüyordu.
Ama insanın kendini, küçük bir militan
azınlığın baskıya ve Devlet’in sermaye idaresini yeniden organize etme
girişimine (itiraf etmek gerekir ki oldukça zayıf bir çabaydı) karşı mücadele
eden onbinlerce yoldaşa dayatmaya niyetli olduğu uzmanlaşma ve militerleştirme
tehlikesinden koruması gerekiyordu.
italya’da durum buydu, ama Almanya,
Fransa, Büyük Britanya ve başka her yerde de benzer şeyler olmaktaydı.
Yoldaşların her gün iktidar adamlarına ve yapılarına karşı gerçekleştirdikleri
eylemlerden, italya’daki Kızıl Tugaylar gibi silahlı bir partinin planlı
mantığının çıkarılmasını önlemek esas gibi görünüyordu.
Kitabın ruhu budur. Bir özgürleşme ve
yıkım uygulamasının nasıl bir idare grubunun önceden belirlenmiş kuralları
çerçevesindeki ölümcül, şematik katılıktan değil ama neşeli mücadele
mantığından çıkabileceğini göstermek.
Bu sorunların bazıları artık yaşanmıyor. Tarihin sert
dersleri tarafından çözüldü. Reel sosyalizmin yıkılması aniden, her eğilimden
marksistlerin idare hırslarını sonsuza dek yeniden boyutlandırdı. Diğer yandan
her yerde, özellikle de genç nesiller arasında yayılan özgürlük ve anarşist
komünizm arzusunu söndürmedi, muhtemelen alevlendirdi. Pek çok
durumda anarşizmin ideolojisinden etkilenmemek için geleneksel simgelerine,
sloganlarına ve teorilerine başvurulmaması anlaşılabilir, fakat bu paylaşılamaz
bir durumdur.
Bu kitap yine güncel oldu, ama farklı
bir açıdan. Artık var olmayan ağır, tekelleştirici yapısının eleştirisi olarak
değil, onları baskı ve denetim altında tutan her şeyin neşeyle yıkımı yolunda
bireyin potansiyel becerile-rine işaret edebildiği için.
Bitirmeden önce, kitabın italya’da imha
edilmesinin emredildiğini belirtmeliyim. italya Yüksek Mahkemesi yakılmasını
emretti. Kitabın kopyasını bulunduran tüm kütüphaneler içişleri Bakanlığı’ndan,
yakılmasını emreden birer genelge aldılar. Birden fazla kütüphane, böyle bir
uygulamanın Nazilere ya da Engizisyona yakışacağını düşünerek kitabı yakmayı
reddetti, ama yasalara göre kitaba başvurulamaz. Aynı sebepten, kitap italya’da
yasal olarak dağıtılamaz ve pek çok yoldaşın kop-yasına bu amaç için
gerçekleştirilen büyük baskın dalgası sırasında el konuldu.Bu kitabı yazdığım için
onsekiz ay hapis cezasına çarptırıldım.
Alfredo M. Bonanno Catania, 14
Temmuz 1993
Pariste devrim başı sonu olmayan bir şenlikti.
Bakunin.( Paris, 1848, devrim)
I
Bu seytanı çocuklar Montanelli’yi[1] neden
bacaklarından vurdular ki? Ağzından vursalar daha iyi değil miydi? Elbette
iyiydi. Ama daha ağır, daha kinci ve ciddi olurdu. Bunun gibi bir hayvanı bu
şekilde sakatlamanın, intikamın ötesinde, bu faşist gazeteci ve patronların
uşağı olan adamı sorumlulukları için cezalandırmanın ötesinde daha derin, daha
anlamlı tarafları olabilir.
Sakatlamak onun aksamasına ve
hatırlamasına sebep olur. Dahası, sakatlamak, ağızdan vurmaktan, beyin
parçalarının gözlerden fışkırmasından daha kabul edilebilir bir eğlencedir.
Her sabah sisin içinde yola çıkan ve
fabrikanın boğucu havasına yürüyen yoldaş; ya da ofise gidiyor hep aynı yüzleri
görmek için: ustabaşı, saat denetçisi; o anın casusu,
besleyecek-yedi-çocuğuyla-Stakhanovite, devrim, mücadele, ve ölümcül olacak
olsa bile fiziksel çatışma ihtiyacını hisseder. Ama aynı zamanda hemen, şu anda
neşe yaşamak ister. Ve sisin içinde yürürken, trenlerde ve tramvaylarda saatler
geçirirken, ofise gitmenin ya da kapitalizmin faydasız mekanizmalarını bir
arada tutan faydasız civatalar arasında bulunmanın boğuculuğunu yaşarken bu
neşeyi fantazilerinde besler.
Bedeli ödenmiş neşe; patronun parasını
ödediği ücretli haftasonları ve senelik tatiller, aşk yapmak için para ödemek
gibidir. Aynı görünür, ama eksik birşey vardır.
Kitaplarda, bildirilerde ve devrimci
gazetelerde yüzlerce teori birikti. Bunu yapmalıyız, şunu yapmalıyız, olayları
bunun dediği gibi, şunun dediği gibi görmeliyiz, çünkü geçmişteki, cilt cilt
boğucu klasikleri dolduran, isimleri büyük harşerle yazılan şunun ya da bunun
gerçek yorumcusu onlardır.
Onları el altında bulundurmak bile
ayinin bir parçasıdır. Onlara sahip olmamak kötü işarettir, şüphe çekicidir.
Onları her durumda el altında bulundurmak faydalıdır. Ağır olduklarında her
zaman, sıkıntı veren birilerinin yüzüne fırltılabilirler. Geçmişin (ve bugünün)
devrimci metinlerinin geçerliliğinin yeni olmayan, ama yine de sağlıklı bir
doğrulaması.
O ciltlerde asla neşe hakkında birşey
bulamazsınız. insanın bu sayfalarda soluduğu atmosferin, ma-nastırın haşin
havasından eksik kalır yanı yoktur. Yazarları, intikam ve ceza devriminin
rahipleri, zamanlarını suç ve ceza tartarak geçirirler. Dahası, kot pantolonlu
rahipler iffet yemini etmişlerdir, bu yüzden aynısını bekler ve dayatırlar.
Fedakarlıkları için ödüllendirilmek isterler. ilk önce çıktıkları sınıfın
konforlu çevresini terk etmişler, sonra yeteneklerini mirastan yoksun
kalanların emrine vermişlerdir. Kendilerine ait olmayan sözcükler kullanmaya,
kirli masa örtüleri ve yapılmamış yataklar üzerinde sigara tüttürmeye
alışmışlardır. Bu yüzden, insan onları en azından dinleyebilir.
Düzenli devrimler, düzgünce hazırlanmış
ilkeler, çalkantısız anarşi hayal ederler. işler farklı yöne giderse
provokasyon çığlıkları atmaya başlarlar, öyle çok bağırırlar ki polis onları
alır götürür.
Devrimciler dindar insanlardır.
Devrimse dindar değildir.
“Ben kediye kedi derim.”
Boileau
II
Neyi nasıl üreteceğimize dair devrimci
sorunla hepimiz ilgiliyiz, ama kimse üretimin devrimci bir sorun olduğuna
işaret etmez. Kapitalist sömürünün kökünde üretim varsa, üretim tarzını
değiştirmek yalnızca sömürü tarzını değiştirecektir.
Kızıla boyamış olsanız da kedi kedidir.
Üreten kutsaldır. Çekin ellerinizi!
Onun fedakarlığını devrim adına kutsayın, ve les jeux sont faits.
“Peki ne yiyeceğiz?” diye sorar endişeli
insanlar. “Ekmek ve bağcık,” der gerçekçi, tek gözü tencerenin, diğeri
silahının üzerinde. “Fikirler,” diye bildirir herşeyi karıştıran idealist, bir
gözü hayaller kitabında, diğeri insan türünün üzerinde.
Üretime dokunan herkesin işi bitiktir.
Kapitalizm ve onunla savaşanlar
üretenin cesedinin üzerinde yanyana otururlar, ama üretim sürmelidir.
Politik ekonomi eleştirisi (üretimin
tüm faydalarının zevkini çıkaranlar tarafından gerçekleştirilen) en az çabayla
üretim tarzının rasyona-lizasyonudur. Başka herkes, sömürülenler, hiçbir şeyin
eksik olmamasına özen göstermelidirler. Aksi halde nasıl yaşayabiliriz ki?
Işığa çıktığı zaman karanlığın oğlu
hiçbir şey göremez, tıpkı karanlıkta el yordamı ile ilerlerken olduğu gibi.
Neşe onu kör eder. Onu öldürür. Bu yüzden neşenin bir halüsinasyon olduğunu
söyler ve neşeyi kınar.
Gevşek, şişman burjuva bolluk içinde
aylaklık eder. Bu yüzden zevk almak günahdır. Bu, burjuva ile aynı duyguları
yaşamak ve üreten proloteryaya ihanet etmek demektir.
Hiç değil. Burjuva sömürü sürecini
sürdürmek için her çareye başvurur. O da stres altındadır ve asla neşe için
zaman bulamaz. Onun gezileri yeni yatırım fırsatlarıdır, aşıkları rakipler
hakkında bilgi aldığı casuslardır.
Üretim tanrısı en sadık müritlerini
bile öldürür. Kafalarını kopartır ve fışkıran yalnızca bir pislik seli olur.
Lanetli aç kişi, dalkavuk sürüsü
eşliğinde gezen zengini gördüğünde intikam duyguları besler. Herşeyden önce
düşman yok edilmelidir. Ama ganimeti saklayın. Servet yok edilmemelidir,
kullanılmalıdır Ne olduğu, ne biçim aldığı ya da ne tür iş sağladığı önemli
değildir. Önemli olan, onu o sırada her kimin elindeyse ondan almak, böylece
herkesin ona ulaşabilmesini sağlamaktır.
Herkesin mi? Elbette, herkesin.
Peki bu nasıl olacak?
Devrimci şiddet ile.
iyi yanıt. Ama gerçekten de, canımız
sıkılana kadar kelle uçurduktan sonra ne yapacağız? Artık, mumla arasak bile
daha fazla toprak sahibi bulamadığımız zaman ne yapacağız?
O zaman devrim hüküm sürüyor olacak.
ihtiyaçlarına göre herkese, ve olanaklarına göre herkesten. ilgi göster,
yoldaş. Burada muhasebe kokusu var. Üretim ve tüketimden bahsediyoruz. Herşey
hâlâ üretim boyutunda. Aritmetik, kendini güvende hissetmeni sağlıyor. iki kere
iki dört eder. Bu “gerçeğe” kim karşı çıkabilir? Dünyaya sayılar hükmediyor.
fiimdiye dek etmişlerse, neden gelecekte de etmesinler?
Hepimizin somut ve sağlam birşeye
ihtiyacımız var. Bizi boğmaya başlayan dürtüleri durdurmak için duvar inşa
edecek taşlar. Hepimizin nesnelliğe ihtiyacımız var. Patron cüzdanı üzerine
yemin edi-yor, köylü küreği üzerine, devrimci silahı üzerine. Bir gıdım
eleştiriye izin ver, tüm iskele yıkılsın.
Ağır nesnelliği içinde, gündelik dünya
bizi koşullar ve üretir. Hepimiz gündelik bayağılığın çocuklarıyız. Devrim gibi
“ciddi şeyler”den bahsederken bile gözlerimiz hâlâ takvime dikilmiş. Patron
devrimden korkar, çünkü devrim onu servetinden yoksun bırakacaktır, köylü bir
parça toprak bulacak, devrimci teorisini sınayacaktır.
Eğer sorun bu şartlarda görülüyorsa,
cüzdan, toprak ve devrimci teori arasında fark yoktur. Bunların hepsi oldukça
hayali nesnelerdir, yalnızca insanın hayal gücünün aynaları.
Yalnızca mücadele gerçektir.
Patronu köylüden ayırır ve köylü ile
devrimci arasında bir bağ kurar.
Üretimin aldığı organizasyon biçimleri
hayali bireysel kimliği saklayacak ideolojik aygıtlardır. Bu kimlik hayali
ekonomik değer kavramına yansıtılır. Kanun kendi yorumunu belirler.
Tüketicilikte olduğu gibi, kanunu kısmen patronlar kontrol eder. Psikolojik
savaş teknolojisi ve mutlak baskı, insanın ürettiği ölçüde insan olduğu fikrini
güçlendirmeye katkıda bulunur.
Kanunun diğer kısımları
değiştirilebilir. Devrimci dönüşüme uğrayamazlar, ama zaman zaman
düzeltilirler. Örneğin, seneler önceki lüks tüketimin yerini alan kitle
tüketimini düşünün.
Sonra, kendi kendini kontrol eden
üretim idaresi gibi daha rafine biçimler gelmiştir. Sömürü kanununun bir başka
unsuru.
Vesaire, vesaire,
vesaire. Benim adıma, benim hayatımı organize etmeye karar veren hiç kimse
benim yoldaşım olamaz. insanın üretmesi, aksi halde insan olarak tüm
kimliğimizi yitireceğimiz ve “vahşi, yabanıl doğamız” tarafından
altedileceğimiz bahanesi ile bunu haklı göstermeye çalışırlarsa, insan-doğa
ilişkisinin aydınlanmış marksist burjuvazinin bir ürünü olduğu yanıtını
veririz. Neden kılıcı yabaya dönüştürmek istediler? Neden insan hep kendini
doğadan ayırmak için çaba harcamalı?
“insanlar gerekli
olana ulaşamayınca,
gereksiz olanla yorarlar kendilerini.”
Goethe
III
insanın pek çok şeye ihtiyacı vardır.
Bu ifade genelde, “insanın karşılaması
gereken ihtiyaçları vardır”, biçiminde anlaşılır.
Bu şekilde insanlar tarihsel olarak
belirlenmiş bi-rimlerden bir ikiliğe dönüşürler (aynı anda vasıta ve amaç).
Kendi ihtiyaçlarını tatmini aracılığı ile (ör. iş aracılığı ile) kendilerini
gerçekleştirirler, böylece kendi gerçekleşmelerinin aracı haline gelirler.
Bu gibi ifadelerin içinde ne kadar
mitoloji gizli olduğunu herkes görebilir. insan kendini doğadan iş aracılığı
ile ayırıyorsa, ihtiyaçlarını karşılayarak nasıl tatmin olabilir? Bunu yapmak
için zaten insan olması gereklidir, yani ihtiyaçlarını karşılamıştır, ki bu da
çalışması gerekmiyor demektir.
Malların derin simgesel içeriği vardır.
Bir referans noktası, bir ölçü birimi, bir değişim değeri halini alırlar.
Gösteri başlar. Roller dağıtılır ve sonsuza dek kendilerini yeniden üretir
dururlar. Aktörler fazla değişim olmadan rollerini oynar dururlar.
ihtiyaçların karşılanması bir reşeksten,
bir marjinal etkiden daha fazlası olmamaya başlar. Önemli olan insanları
“şeylere” dönüştürmektir ve onlarla birlikte başka her şeyi de. Doğa bir “şey”
olur. Kullanılır, ve insanın yaşamsal içgüdüleri ile birlikte yozlaşır. Doğa
ile insan arasında bir uçurum açılır. Uçurum doldurulmalıdır ve mal pazarının
genişlemesi bu işi görmektedir. Oyun, kendini çelişkileri ile birlikte yutma
noktasına doğru genişlemektedir. Sahne ve seyirci aynı boyuta girer,
kendilerini aynı oyunun daha yüksek, daha etkili bir düzeyi için önerirler, ve
sonsuza dek böyle sürer.
Mal kanunundan kaçan herkes nesneleşmez
ve oyun alanının “dışına” düşer. Parmakla gösterilirler. Dikenli tellerle
çevrilirler. Globalleşmeyi ve kanunun alternatif biçimini reddederlerse suçlu
ilan edilirler. Deli oldukları açıktır! Gerçekliği yanılsamaya, somutluğu
gerçek olmayana dayandıran bir dünyada yanılsamayı reddetmek yasaklanmıştır.
Kapital birikim yasalarına göre oyunu
idare eder. Ama hiçbir şey sonsuza dek biriktirilemez. Kapital bile. Mutlak
niceliksel bir süreç bir yanılsamadır, kesin söylemek gerekirse, niceliksel bir
yanılsamadır. Patronlar bunu çok iyi bilirler. Sömürü farklı biçimler ve
ideolojik modeller alarak niteliksel olarak farklı şekillerde bu birikimin
sürmesini güvenceye alır, çünlü niceliksel açıdan sonsuza dek sürdüremez.
Tüm sürecin çelişkili ve yanılsama
olması kapital için önemli değildir, çünkü dizginleri tutan ve kuralları koyan
odur. Gerçeklik diye yanılsama satması gerekiyorsa ve bu para getiriyorsa, o
zaman çok fazla soru sormadan devam edelim. Faturayı ödeyen sömürülenlerdir. Bu
yüzden hileyi görmek ve gerçekliği tanımak konusunda endişelenmek onlara
kalmıştır. Sermaye için herşey olduğu haliyle güzeldir, dünyadaki en büyük
illüzyon gösterisine dayalı olsalar bile.
Sömürülenler bu dolandırıcılığı
neredeyse nostalji ile anarlar. Onların zincirlerine alışmış, bağlanmışlardır.
Arada sırada büyüleyici ayaklanmalar ve kan banyoları hakkında fantaziler
kurarlar, sonra yeni siyasi önderlerin söylevlerine kapılıp giderler. Devrimci
parti kapitalin hayali açısını, onun kendi başına ulaşamayacağı ufuklara çeker.
Niceliksel yanılsama yayılır.
Sömürülenler birleşip kendilerini
sayar, sonuçlar çıkarırlar. fiiddet dolu sloganlar burjuva yürekleri tekletir.
Sayı ne kadar büyükse, önderler o kadar kibirle oynaıp sıçrarlar, o kadar
talepkar olurlar. iktidarın ele geçirilmesi için büyük planlar hazırlarlar. Bu
yeni iktidar eskinin yıkıntıları üzerinde yayılmaya hazırlanır. Bonaparte’ın
ruhu tatmin içinde gülümser.
Elbette, yanılsama kanunları içinde
derin değişimler programlanmaktadır. Ama herşey niceliksel birikim simgesine
teslim edilmelidir. Devrimin talepleri, militan güçler büyüdükçe artar. Aynı
şekilde, özel karın yerini alan sosyal kar büyümelidir. Böylece sermaye yeni,
hayali, olağanüstü bir aşamaya girer. Eski ihtiyaçlar yeni etiketler altında
ısrarla baskı yaparlar. Üretim tanrısı rakipsizce hükmetmeye devam eder.
Kendi kendimizi saymamız ne güzel.
Kendimizi güçlü hissetmemizi sağlıyor. Sendikalar kendilerini sayıyorlar.
Partiler kendilerini sayıyorlar. Patronlar kendilerini sayıyorlar. Biz de öyle.
Ve saymayı bıraktığımızda herşeyin
olduğu gibi kalmasını sağlamaya çalışıyoruz. Değişimden kaçınılamıyorsa,
kimseyi rahatsız etmeden getiririz değişimi. Hayaletlerin içinden rahatlıkla
geçilebilir.
Zaman zaman politika öne çıkar. Sermaye
genellikle dahiyane çözümler icat eder. Sonra sosyal barış darbe gibi iner.
Mezar sessizliği. Yanılsama öyle yayılır ki oyun hemen hemen tüm güçleri
soğurur. Tek bir ses bile yok. Sonra bu mis-en-scéne’in kusurları ve
tekdüzeliği. Perde öngörülememiş durumlara açılır. Kapitalist mekanizma
teklemeye başlar. Devrimci müdahale yeniden keşfedilir. ‘68’de oldu. Neredeyse
herkesin gözleri yuvalarından uğrayacaktı. Herkes çok fena kızdı. Her yerde
bildiriler. Dağlar dolusu bildiri, broşür, tez ve kitap. Eski ideolojik
farklılıklar teneke askerler gibi sıraya dizildi. Anarşistler bile kendilerini
yeniden keşfettiler. Ve bunu tarihsel olarak, o anın ihtiyaçlarına göre
yaptılar. Herkes oldukça kıt zekalıydı. Anarşistler de. Bazı insanlar
olağanüstü uykularından uyandılar ve nefes alacak mekan ve hava arayarak ve
anarşistleri görerek kendi kendilerine şöyle dediler, sonunda birlikte olmak
istediğim biri geldi. Kısa sürede yanıldıklarını anladılar. Olaylar o yönde de
olması gerektiği gibi gitmedi. Orada da aptallık ve oyun vardı. Ve bu yüzden
kaçtılar. Kendi içlerine kapandılar. Parçalandılar. Kapitalist oyunu
kabullendiler. Ve kabullenmediklerinde, anarşistler tarafından bile kovuldular.
‘68’in mekanizması yeni tekno- bürokratik Devlet’in en iyi memurlarını üretti.
Ama aynı zamanda kendi antitoksinlerini de üretti. Niceliksel yanılsama süreci
açık oldu. Bir yandan yeni bir mal oyunu görüşü inşa etmek için taze lenf aldı,
diğer yandan bir kusur vardı.
Üretim düzeyinde meydan okumanın
etkisiz olacağı apaçık belli olmuştur. Fabrikaları, tarlaları, okulları,
semtleri ele geçirip kendi kendinizi idare edin, diye ilan ediyordu eski
devrimci anarşistler. iktidarı, her biçimiyle yok edeceğiz, diye ekliyorlardı.
Ama sorunun köklerine inmeden. Ağırlığının ve kapsamının bilincine varmadan,
onu görmezden gelmeyi tercih ediyorlar, devrimin yaratıcı kendiliğindenliğine
bağladıkları umutları şişiriyorlardı. Ama bu arada üretim üzerindeki kontrolü
sürdürmek istiyorlardı. Ne olursa olsun, devrim hangi yaratıcı biçimleri ifade
ederse etsin, üretim araçlarını ele geçirmeliyiz, diye ısrar ediyorlardı. Aksi
halde düşman bizi o düzeyde alteder. Böylece her tür ödünü kabul etmeye
başladılar. Yeni ve daha dehşet verici bir oyun yarattılar sonunda.
Ve oyun yanılsamasının kendi kuralları
vardır. Onu yönlendirmek isteyen herkes o kurallara göre oynamalıdır. Onları
bilmeli, uygulamalı, onlar üze-rine yemin etmelidirler. ilk kural, üretimin
herşeyi etkilediğidir. Üretmiyorsanız insan değilsiniz, devrim size göre değil.
Neden parazitlere tahammül edelim ki? Onların yerine mi çalışmamız gerekiyor?
Kendi geçimimize ek olarak onların geçimini de mi sağlayalım? Dahası, belirsiz
fikirlere sahip, canları ne isterse onu yapacaklarını söyleyen bu insanlar
sonunda “nesnel olarak” karşı devrimin amaçlarına hizmet etmez mi? Eh, bu
durumda hemen onlara saldıralım. Müttefiklerimizin kim olduğunu, kiminle taraf
olmak istediğimizi biliyoruz. Korkutmak istiyorsak, o zaman hep birlikte
yapalım; organize olarak, mükemmel düzen içinde, ve kimse ayağını masaya
dayamasın ve pantolonunu indirmesin. Belirli organizasyonlarımızı organize edelim.
Üretim yerine mücadele teknikleri bilen militanlar eğitelim. Üretenler devrim
yapacak, biz yalnızca aptalca birşey yapmasınlar diye orada bulunacağız.
Hayır, bütün bunlar yanlış. Onların
hata yapmasını biz nasıl engelleyeceğiz? Organizasyonun oyun düzeyinde, bizden
daha fazla gürültü yapabilecekler var. Ve onların harcayacak nefesi de var.
işyerinde mücadele edin. işinizi korumak için mücadele edin. Üretim için
mücadele edin.
Çemberden ne zaman çıkabileceğiz? Kendi kuyruklarımızı
ısırmaktan ne zaman vazgeçeceğiz?
“Deforme olmuş insan hep kendini
yakışıklı gösteren aynalar bulur.”
de Sade
IV
iş aşkı ne
çılgınlıktır!
Sömürülenlerin sömürüyü, asılan adamın
halatı, kölenin zincirlerini sevmesini nasıl da görmeye değer bir beceri ile
başardı sermaye.
işin
idealleştirilmesi şimdiye dek devrimin ölümü oldu. Sömürülenlerin hareketi, ona
yalnızca yabancı değil, aynı zamanda karşıt olan burjuva üretim ahlakı ile
yozlaştırıldı. ilk yozlaşan sektörün işçi sendikaları olması tesadüf değil,
üretim oyunu idaresine çok yakın olmalarının sonucu. iş etiğinin işsizlik
estetiğine karşı çıkma zamanı.
Tüketim toplumunun dayattığı oyun içi
ihtiyaçların karşılanmasına, insanın o ilkel asıl ihtiyacının ışığında,
komünizm ihtiyacının ışığında görülen doğal ihtiyaçlarının karşılanması ile
karşı çıkmalıyız.
Bu şekilde ihtiyaçların niceliksel
değerlendirilmesi alt üst edilir. Komünizm ihtiyacı tüm diğer ihtiyaçları ve
insan üzerindeki baskılarını dönüştürür.
insanın, sömürünün sonucu olan fakirliği
gelecekteki kurtuluşun temeli olarak görülmüştür. Hıristiyanlık ve evrimsel
hareketler tarih boyunca el ele yürümüştür. Cenneti fethetmek için, ya da bizi
devrime götürecek sınıf bilincini edinmek için acı çekmeliyiz. iş etiği olmadan
marksist “proloterya” fikri anlamsızdır. Ama iş etiği burjuvazinin iktidarı ele
geçirmesini sağlayan aynı burjuva rasyona-lizminin ürünüdür.
Korporatizm proleter enternasyonalizmi
süzgecinden yeniden yüzeye çıkıyor. Herkes kendi sektörü içinde mücadele
ediyor. En fazla, sendikalar aracılığı ile başka ülkelerdeki benzerleri ile
iletişim kuruyorlar. Anıtsal çok uluslu şirketlerin karşısına anıtsal
uluslararası sendikalar çıkıyor. Devrim yapalım, ama mekanizmayı, işleyen
aleti, burjuvazinin tarihi erdemini yeniden üreten ve şimdi proloteryanın
ellerinde olan o efsanevi nesneyi koruyalım.
Devrimin varisi yarın tüketici ve
kapitalist oyunun ana aktörü olmaya yazgılı. Çatışma düzeyinde sonucunun varisi
olarak idealize edilen devrimci sınıf, üretimin idealleştirilmesinde
kayboluyor. Sömürülenler bir sınıf ile sınırlandıkları zaman, oyunun tüm
unsurları zaten var oluyor, tıpkı sömürenler sınıfı için olduğu gibi.
Sömürülenlerin sermayeyi globalleştirme
projesinden kurtulmalarının tek yolu, işin, üretimin ve politik ekonominin
reddedilmesinden geçiyor.
Ama işin reddedilmesi, iş eksikliğine
dayalı bir toplumda “iş eksikliği” ile karıştırılmamalı. Marjinalleştirilmiş
olanlar iş ararlar. Bulamazlar. Gettolara itilirler. Suçlulara dönüşüler. Sonra
bunların hepsi bir bütün olarak üretim oyunu idaresinin bir parçası olur. Üretenler
ve işsizler kapital için aynı ölçüde vazgeçilmezdir. Ama hassas bir dengeleri
vardır. Zıtlıklar patlar ve değişik kriz türleri üretirler, ve işte bu bağlam
için devrimci müdahale gerçekleşir.
Bu yüzden, işin reddedilmesi,
işin yıkımı çalışmama ihtiyacının tasdik edilmesidir. Tasdik şudur: insan,
çalışmamanın kendi içinde uyardığı muhtelif istekler aracılığı ile çalışmama
yoluyla kendini yeniden üretebilir ve nesnelleştirebilir. işi yok etme fikri,
iş etiği açısından bakıldığı zaman, saçma görünür. Ama nasıl? Bunca insan iş
arıyor, bunca çok işsiz var, ve sen işi yok etmekten bahsediyorsun, öyle mi?
Luddite hayalet belirir ve tüm-klasikleri-okumuş-devrimcilerin tamamını dehşete
garkeder. Katı, kapitalist güçlere cepheden saldırma modeline dokunulmamalıdır.
Geçmişin tüm başarısızlıkları ve acıları anlamsızdır; utanç ve ihanet de öyle.
ileri yoldaşlar, daha güzel günler gelecek, yine ileri!
“Boş zaman”, yani işin geçici olarak
askıya alınması kavramının, proleterleri durgun sınıf organizasyonu (partiler, sendikalar
ve beleşçiler) atmosferine geri itmek amacıyla neye dönüştürüldüğünü göstermek
yeterlidir. Bürokratik boş zaman organizasyonlarının önerdiği oyun, en verimli
hayal güçlerini bile depresyona sokmak için bilinçli olarak tasarlanmıştır. Ama
bu ideolojik birörtmeceden başka birşey değildir; bir bütün olarak oyunu
oluşturan toptan savaşın pek çok aracından biri.
Komünizm ihtiyacı herşeyi dönüştürür.
Komünizm ihtiyacı aracılığı ile çalışmama ihtiyacı olumsuz açıdan (işe karşı
olmak) olumlu açıya geçer, yani bireyin tamamen kendisi için boş olması,
kendini mutlak özgürlük içinde ifade etme olasılığı, her tür modelden
uzaklaşması, hatta üretim modeli gibi temel ve vazgeçilmez sayılanlardan bile.
Ama devrimciler işbilir insanlardır ve
her tür mo-delden uzaklaşmaya korkarlar, özellikle de kavramın anlamının tam
anlamıyla gerçekleştirilmesi yolunda bir engel oluşturan devrim modelinden.
Kendilerini hayatta bir rolden yoksun bulmaya korkarlar. Siz hiç devrim projesi
olmayan bir devrimci ile karşılaştınız mı? Enine boyunca tanımlanmış ve
kitlelere tüm açıklığı ile sunulmuş bir projesi? Modeli, ambalajı, devrimin
temellerini yok ettiğini iddia eden devrimci nasıl bir devrimci olur?
Niceliksellik, sınıf, proje, model, tarihi görev ve bu tür eski kavramlara
saldıran biri, yapacak hiçbir şey bulamamak, başka herkes gibi gerçekten,
alçakgönüllülükle eyleme geçmek zorunda kalmak riski ile karşı karşıya kalır.
Ölümcül bir tarih işareti beklemeden gün be gün devrimi inşa eden milyonlarca
başkası gibi. Ve bunu yapmak için cesarete ihtiyacınız vardır.
Katı modeler ve küçük niceliksel
oyunlarla, gerçek olmayan, hayali devrim projesinin, sermaye oyununun
güçlendirilmesi aleminde kalırsınız.
Üretim etiğini lağvederek doğrudan
devrimci gerçekliğe girersiniz.
Bu tür şeylerden bahsetmek bile zordur,
çünkü bunları bir tezin sayfalarında anlatmak mantıklı gelmez. Bu sorunları
azaltarak nihai ve eksiksiz bir analize varmak, asıl konuyu ıskalamak
olacaktır. Yapılacak en iyi şey, sözcük oyunlarının incelikli büyüsünü
getirebilecek resmi olmayan bir tartışma olabilir.
“Ciddi ciddi neşeden bahsetmek gerçek
bir çelişkidir.
Yaz geceleri ağır.
insan minik odalarda iyi uyuyamıyor.
Giyotin Arifesi’ndeyiz.”
Zo d'Axa
V
Sömürülenler de oyun zamanı bulur. Ama
onların oyunu neşe değildir. Dehşet verici bir ayindir. Ölüm bekleyişi. Üretim
eylemi sırasında biriken şiddetin baskısını hafişetmek için işin askıya
alınması. Tüketim mallarının hayali dünyasında, oyun da bir yanılsamadır. Oyun
oynadığımızı hayal ederiz, ama aslında tek yaptığımız tekdüze bir biçimde
sermayenin bize verdiği rolleri tekrarlamak.
Sömürü sürecinin bilincine vardığımızda
hissettiğimiz ilk şey bir intikam duygusu olur, sonuncusu ise neşe. Özgürleşme
kapitalizmin kötülüğü tarafından bozulmuş bir dengenin düzeltilmesi olarak görülür,
iş dünyasının yerini alacak bir oyun dünyasının gelişi olarak değil.
Patronlara saldırının ilk aşaması
budur. Hemen farkındalık aşaması. Bize vuran zincirlerdir, kırbaçtır, hapishane
duvarlarıdır, cinsel ve ırksal engellerdir. Herşey yıkılmalıdır. Bu yüzden biz
kendimize ve sorumluluklarını hesabını ödetmek için düşmanımıza vururuz.
Giyotinin gecesinde yeni bir oyunun
temelleri atılır. Sermaye gücünü yeniden kazanır: ilk önce patronların, sonra
devrimcilerin kafaları vurulur.
Yalnızca giyotin ile devrim yapmak
imkansızdır. intikam iktidarın bekleme odasıdır. intikam almak isteyen herkesin
bir öndere ihtiyacı vardır. Bir önder onları zafere götürür ve bozulmuş adaleti
geri getirir. Ve her kim intikam çığlıkları atıyorsa, ondan alınanları geri
almak ister. Doğrudan en yüksek soyutlamaya, artı değere el konmasına.
Geleceğin dünyası herkesin çalıştığı bir yer olmalıdır. Güzel! O zaman, onun
işlemesini sağlayanlar ve aynı sebepten, yeni patron olanlar dışında herkese
kölelik dayatıldığı bir sistem geçer elimize.
Ne olursa olsun patronlar yanlışlarının
karşılığını “ödemelidirler.” Pekala! Hıristiyan günah, yargı ve tazminat
etiğini devrime taşırız biz de. Ve ticari kökenen geldiği açık olan “borç” ve
“ödeme” kavramlarını da.
Bütün bunlar oyunun parçasıdır. Doğrudan
iktidar tarafından idare edilmediği zaman bile kolaylıkla ele geçirilebilir.
Rol değişimi drama tekniklerinden biridir.
intikam ve ceza silahlarını kullanarak
saldırmak, sınıf mücadelesinin belirli bir anında gerekli olabilir. Hareket
başka silahlara sahip olmayabilir. Bu yüzden giyotin anı olacaktır. Ama
devrimciler böyle bir silahın sınırlarının farkında olmalıdır. Kendilerini ya
da diğerlerini aldatmamalıdırlar.
Kapitalizm gibi rasyonalize eden bir
mekanizmanın paranoyak çerçevesi içinde, intikam devrimi kavramı, devamlı
kendini adapte eden oyunun bir parçası haline bile gelebilir. Üretim hareketi,
ekonomi bilimi sayesinde meydana gelir görünür, ama aslında görevlerin ayrımı
denen hayali antropolojiye dayalıdır.
Özyönetimli bile olsa işte neşe yoktur.
Devrim basit bir işin yeniden organize edilmesine indirgenemez. Yalnızca buna
değil. Fedakarlıkta, ölümde ve intikamda neşe yoktur. Tıpkı insanın kendi
kendini saymasında neşe olmadığı gibi. Aritmetik neşenin olumsuzlanmasıdır.
Yaşamayı arzu eden herkes ölüm
üretmekten kaçınır. Giyotinin geçici olarak kabul edilmesi, onun
kurumsallaşmasına gider. Ama aynı zamanda, yaşama aşık olan herkes
sömürenlerine kucak açmaktan da kaçınır. Bunu yapmak, yaşama karşı olup
fedakarlık, kendi kendini cezalandırma, iş ve ölümü savunmak demektir.
iş mezarlığında
sömürü ile geçen yüzyıllar dev bir intikam dağı biriktirmiştir. Devrimin
önderleri duygusuzca bu dağın üzerinde oturmaktadır. Ondan kar etmek için en
iyi yolu çizmeye çalışmaktadırlar. Bu yüzden intikam mahmuzu gücü ele geçiren
yeni kastın çıkarları aleyhine yöneltilmelidir. Simgeler ve bayraklar.
Sloganlar ve karmaşık analizler. ideolojik aygıt gerekli olan herşeyi yapar.
Bunu mümkün kılan iş etiğidir. işten
zevk alan ve üretim araçlarını ele geçirmek isteyen herkes işlerin körlemesine
ilerlemesine karşıdır. Deneyimlerine dayanarak bilirler ki, sömürünün
işlemesini sağlamak için patronların yanlarında güçlü organizasyonları vardı.
Aynı ölçüde güçlü ve mükemmel bir organizasyonun özgürleşmeyi mümkün kılacağını
düşünürler. Gücün yeten herşeyi yap; ne pahasına olursa olsun üretim
kurtarılmalı.
Aldatmaca budur. iş etiği, Hristiyan
fedakarlık etiğidir, patronların etiğidir ve tarihteki kitle katliamları
sayesinde endişe verici bir düzenlilik içinde birbirini takip etmişlerdir.
Bu insanlar artı değer üretmemenin
mümkün olduğunu, insanın bunu yapmayı reddedebileceğini, insanın üretmeme
iradesini ortaya koymasının, böylece hem patronların ekonomik yapısına, hem de
tüm Batı düşüncesine işleyen ideolojik yapılara karşı mücadele etmenin mümkün
olduğunu kavrayamazlar.
Niceliksel devrim projesinin temelinin
iş etiği olduğunu anlamak önemlidir. işe karşı savlar, eğer niceliksel büyüme
mantığına sahip devrimci organizasyonlar tarafından öne sürülüyorlarsa
anlamsızdır.
iş etiğininin yerine
neşe estetiği koymak, pek çok endişeli yoldaşın tercih edeceği gibi hayatın
sonu demek değildir. “Ne yiyeceğiz?” sorusuna insan basitçe şu yanıtı
verebilir: “Ne üretiyorsak.” Yalnız, artık üretim insanın kendini belirlediği
boyut olmayacaktır, çünkü o boyut oyun ve neşe çerçevesinde meydana gelecektir.
insan doğadan ayrı birşey olarak üretebilir, ve sonra doğanın kendisiymiş gibi
onunla birleşebilir. Böylece her an, yeterince olduğu zaman üretimi durdurmak
mümkün olur. Yalnızca neşe kontrol edilemez olur. Çağımızı nüfuslandıran medeni
larvaların tanımadığı bir güç. Devrimin yaratıcı dürtüsünü on katına
çıkarabilecek bir güç.
Komünist dünyanın sosyal serveti,
kendine parti proloteryası adını veren bir azınlık tarafından idare edilse
bile, artı değer birikimi ile ölçülmez. Bu durum iktidar üretir ve anarşinin
özünü reddeder. Komünist sosyal servet, devrimden sonra gelen yaşam
potansiyelinden doğar.
Niceliksel değil, niteliksel birikim
kapitalist birikimin yerini almalıdır. Basit ekonomik devrimin yerini yaşam
devrimi alır, kristalize edilmiş üretimin yerini üretici potansiyel alır,
oyunun yerini neşe alır.
Kapitalist yanılsamaların gösteri
pazarının reddedilmesi yeni bir değişim türü yaratacaktır. Kurgusal niceliksel
değişim yerine gerçek niteliksel değişim. Malların dolaşımı kendini nesnelere
ve nesnelerin hayali materyalize edilişine değil nesnelerin yaşamdaki anlamına
dayandıracaktır. Ve bu bir yaşam anlamı olmalıdır, ölüm değil. Bu yüzden bu
nesneler değiştokuş edildikleri kesin anla sınırlı olacaklardır, ve önemleri bu
değişimin yer aldığı durumlara göre değişecektir.
Aynı nesnenin derinlemesine farklı
“değerleri” olabilir. Kişiselleştirilmiş olacaktır. fiimdi, kapital boyuyunca
bildiğimiz şekliyle üretim ile hiç ilgisi olmayacaktır. Değişimin kendisi, sınırsız
üretimin reddedilmesi aracılığı ile görüldüğünde, farklı bir anlam
taşıyacaktır.
Özgürleşmiş işgücü diye birşey yoktur.
Bütünleşmiş (el emeği-zihin emeği) işgücü diye birşey yoktur. Var olan, iş
bölümü ve işgücünün satışıdır, yani kapitalist üretim dünyası. Devrim işgücünün
olumsuzlanması, neşenin onaylanmasıdır. iş, “adil iş”, sömürüsüz iş,
sömürülenlerin kendilerini sömürü olmadan tüm üretim sürecine dahil edecekleri
“kendi kendini idare eden” iş fikirlerinin dayatılması, gerçeklerin çarpıtılmasıdır.
Üretimin kendi kendini idare etmesi
kavramı ancak kapitalizme karşı bir mücadele biçimi olarak geçerlidir, aslında
mücadelenin kendi kendini idare etmesi fikrinden ayrılamaz. Mücadele
söndürüldüğü zaman kendi kendini idare, insanın sömürülmesini kendi kendine
idare etmesinden başka birşey olmaz. Eğer mücadele muzaffer çıkarsa, üretimin
kendi kendini idaresi gereksiz olur, çünkü devrimden sonra üretim organizasyonu
da gereksiz ve devrim karşıtıdır.
“Atışı kendin yaptığın sürece
herşey beceridir ve kolay kazanmaktır;
ancak
sen aniden ebedi oyun arkadaşının sana,
senin merkezine, tüm gücüyle, o ilahi
köprü yapımcılarının muhteşem
yaylarından biri ile
fırlattığı topu yakalaması gereken
olduğunda: ancak
o zaman yakalamayı başarmak senin
değil,
bir dünyanın gücüdür. “
Rilke
VI
Hepimiz neşeyi tecrübe ettiğimize
inanırız. Her birimiz yaşamlarımız boyunca en az bir kere mutlu olduğumuza
inanırız. Yalnız bu neşe deneyimi hep edilgendir. Keyif alırız. Nasıl neşenin
biz istediğimizde kendini göstermesini talep edemezsek, neşeyi
"arzulayamayız" da.
Bizler ile neşe arasındaki bunca ayrım
bizim kendimizden "ayrı" olmamıza, sömürü süreci tarafından ikiye
bölünmüş olmamıza dayanır.
Tatil "neşesini" yaşayabilmek
için sene boyunca çalışırız. Tatil geldiğinde, tatilde olduğumuz gerçeğinin
"zevkini" çıkarmaya "zorunlu" hissederiz. Tüm diğer işkence
türleri gibi bir işkence. Aynısı Pazar günleri için de geçerlidir. Korkunç bir
gün. Boş zaman yanılsamasının zayıflatılması bize içinde yaşadığımız ticaret
oyu¬nunun boşluğunu gösterir. Aynı boş bakışlar yarı boş cama, televizyon
ekranına, futbol maçına, kadın kahraman dozuna; sinema ekranına, trafik
keşmekeşine, neon ışıklarına, manzarayı öldürme işini tamamlamış olan
prefabrike evlere konar.
Kapitalist oyunun muhtelif resitallerinin
derinlik¬lerinde "neşe" aramak saf deliliktir. Ama kapitalin istediği
de tam olarak budur. Bizi sömürenler tarafından programlanmış boş zaman
deneyimi ölümcüldür. Çalışmak istemenize sebep olur. İnsan görünürdeki yaşama
karşı kesin ölümü tercih etmeye başlar.
Kapitalist sömürünün rasyonel
mekanizmasından hiçbir neşe ulaşamaz bize. Neşenin onu düzenleye¬cek belirli
kuralları yoktur. Öyle olsa bile, neşeyi arzu edebiliyor olmalıyız. Aksi halde
yolumuzu şaşırırız.
Bu yüzden neşe arayışı bir irade eylemidir,
ser¬mayenin ve onun değerlerinin sabit koşullarını kararlılıkla reddetmektir.
Bu reddedişlerin ilki, bir değer olarak işi reddetmektir. Neşe arayışı ancak
oyun arayışı ile mümkündür.
Bu yüzden oyun demek, sermaye boyutunda
düşünmeye alışık olduğumuz şeyden farklı bir şey demektir. Dingin aylaklık
gibi, kendine hayatın sorumluluklarını inkar eden oyun, gerçekte var olanın
yapay, çarpık imgesidir. Çatışmanın mevcut aşamasında ve sermayeye karşı
mücadelenin göre¬celi kısıtlamalarında, oyun bir "boş zaman
faaliyeti" değil bir silahtır.
Kaderin tuhaf cilvesi sonucunda roller
değişmiştir. Eğer yaşam ciddi bir şeyse, ölüm bir yanılsamadır, çünkü
yaşadığımız sürece ölüm yoktur. Simdi, ölümün hükümranlık alanı, yani insan
olarak varlığımızı inkar eden ve bizi "şeylere" indirgeyen sermayenin
hükümranlık alanı çok ciddi, yöntemli ve disiplinli görünür. Ama onun
sahiplenme hezeyanı, etik şiddeti, "yapma" takıntısı büyük bir
yanılsamayı saklar: mal oyununun mutlak boşluğunu, sonsuz birikimin faydasızlığını
ve sömürünün saçmalığını. Bu yüzden iş ve üretkenlik dünyasının büyük ciddiliği
mutlak bir ciddiyet yoksunluğunu saklar.
Tam tersine, bu aptal dünyanın reddi,
sözde "ciddiyet eksikliği" içinde neşe, düş, ütopya arayışı yaşamdaki
en ciddi şeyi saklar; ölümün reddini. Sermaye ile fiziksel karşılaşma esnasında
oyun, duvarın bu yanında bile farklı biçimler alabilir. Pek çok şey
"oyuncu bir şekilde" yapılabilir, ama yaptığımız şeylerin çoğunu,
kapitalden ödünç aldığımız ölüm maskesini takarak çok "ciddi bir
şekilde" yaparız. Oyun daima yeni olan, daima hareket halinde olan
yaşamsal bir dürtü olarak nite¬lendirilir. Kendimizi ölümden kurtarırız. Oyun
canlı hissetmemizi sağlar. Bize yaşam heyecanı verir. Diğer rol modelinde
herşeyi sanki bir görevmiş gibi, onu yapmak "zorundaymış" gibi
yaparız.
Ancak oyunun, kapitalizm deliliğinin ve
yabancılaşmasının tam tersi olan, her daim yeni heyecanı içinde neşeyi
tanıyabiliriz. Eski dünya ile bağlarımızı koparma ve yeni amaçlar, başka
değerler ve ihtiyaçlar ile özdeşleşme olasılığı işte buradadır. Neşe bir inanın
amacı olarak düşünülmese bile, kuşkusuz bilinçli olarak arandığı zaman sermaye
ile çatışmayı farklı kılan ayrıcalıklı bir boyuttur.
Hayat o kadar sıkıcı ki yapacak hiçbir
şey yok maaşın tamamını en yeni etek ya da gömlek üzerine harcamaktan başka.
Kardeşlerim, gerçek arzularınız nedir? Eczanede oturmak, uzak, boş, sıkkın
görünmek, tatsız kahve içmek mi? Yoksa, belki.
ONU HAVAYA UÇURMAK
YA DA YAKIP KÜL ETMEK Mİ?
The Angry Brigade
VII
Hepimiz gırtlağımıza kadar kapitalizmin
büyük oyu¬nuna gömüldük. Sırayla bir aktör, bir seyirci olu¬yoruz. Rol
değiştiriyoruz, ya ağzımız bir karış açık başkalarına bakıyoruz ya da
başkalarını kendimize baktırıyoruz. Yalnızca bir balkabağı olduğunu bilmemize
rağmen billur arabaya bindik. Peri annenin büyüsü eleştirel farkındalığımızı
ayarttı. Simdi oyunu oynamalıyız. En azından geceyarısına kadar.
Fakirlik ve açlık hâlâ devrimin itici
güçleri. Ama ser¬maye oyunu genişletiyor. Sahnede yeni aktörler istiy¬or.
Dünyadaki en büyük gösteri bizi şaşırtmaya devam edecek. Her zaman daha
karmaşık, her zaman daha iyi organize edilmiş olacak. Yeni palyaçolar kürsüye
çıkmaya hazırlanıyor. Yeni vahşi hayvan türleri ehlileştirilecek.
İlk çıkacak olanlar nicelik
destekçileri, aritmetik aşıkları olacak ve sahne ışıkları ile körleşerek
gereklilik kitlelerini ve kurtuluş ideolojilerini peşlerinden sürükleyecekler.
Ama kurtulamayacakları bir şey ciddilikleri olacak. Yüzleşecekleri en büyük
tehlike bir kahkaha olacak. Sermayenin gösterisinde neşe ölümcüldür. Herşey loş
ve kasvetlidir, herşey ciddi ve düzenlidir, herşey rasyonel ve
programlanmıştır, hem de sahte ve yanıltıcı olduklarından.
Krizlerin ötesinde, gelişmemişliğin
başka sorunlarının ötesinde, fakirlik ve açlığın ötesinde, sermayenin
çıkartacağı son savaş, sonucu belirleye¬cek olan, can sıkıntısına karşı
olandır.
Devrimci hareket de onun savaşlarında
mücadele etmek zorunda kalacaktır. Yalnızca sermayeye karşı olan eski
savaşlarda değil, kendine karşı olan yeni savaşlarda. Can sıkıntısı ona
içeriden saldırmakta, onun çürümesine sebep olmakta, onu boğucu, yaşanmaz
kılmaktadır.
Bunları, kapitalizm oyunundan
hoşlananlara bırakalım. Sonuna dek rollerini oynamaktan memnun olanlara. Bu
insanlar reformların herşeyi gerçekten değiştirebileceğini düşünür. Ama bu
başka herşeyden daha büyük bir ideolojik örtmecedir. Parçaları değiştirmenin
sistemin kurallarından biri olduğunu çok iyi bilirler. Her seferinde işleri
birazcık düzeltmek sermaye için faydalıdır.
Bir de. sermayeye sözel olarak
saldıranların hiç eksik olmadığı devrimci hareket vardır. Bu insanlar epey
kargaşa yaratır. Büyük bildirilerle ortaya çıkar¬lar, ama artık kimseyi
etkileyememektedirler, özel¬likle de onları sinsice gösterinin en hassas
kısmında kullanan sermayeyi hiç. Soliste ihtiyacı olduğunda bu oyunculardan birini
sahneye çıkarır. Sonuç açmasıdır. Gerçek şudur ki, tüketim mallarının gösteri
mekanizması sermayenin hükümranlık alanına, koordinasyon merkezlerine, üretimin
ta çekirdeğine girilerek kırılmalıdır. Nasıl olağanüstü bir neşe patlaması, ne
kadar yaratıcı bir ileri sıçrayış, ne kadar sıradışı bir amaçsız amaç olacağını
bir düşünün.
Yalnız, kapital mekanizmalarına
neşeyle, yaşam simgeleri ile girmek güçtür. Silahlı mücadele genellikle bir
ölüm simgesidir. Patronlara ve onların hizmetkarlarına ölüm verdiği için değil,
ölüm hakimiyetinin yapılarını kendine istediği için. Farklı algılansa gerçekten
de eylem halindeki neşe olurdu, mal gösterisinin dayattığı, militer parti,
gücün fethi yapısal koşulları yıkabilirdi; öncü ola¬bilirdi.
Devrimci hareketin diğer düşmanı budur.
Anlayamamak. Çelişkinin yeni koşullarını görmeyi reddetmek. Artık mal
gösterisinin bir parçası halini almış geçmişin modellerini dayatmakta ısrar
etmek.
Yeni devrimci gerçeklik konusundaki
cehalet hareketin devrimci kapasitesinin teorik ve stratejik olarak farkına
varılmamasma yol açıyor. Ve teorik niteliğe sahip sorulara bakmadan hemen
müda¬hale etmeyi kaçınılmaz kılmak için çok yakında düşmanlar olduğunu söylemek
yeterli değil. Bütün bunlar hareketin yeni gerçekliğiyle yüzleşme ve şu anda ciddi
sonuçları yaşanan, geçmişte yapılmış hatalardan kaçınma yeteneksizliğini
gizliyor. Ve bu inkar her tür ussalcı siyasi yanılsamayı besliyor. İntikam,
önderler, partiler, öncü, niceliksel büyüme gibi kategoriler yalnızca bu toplum
boyutunda bir anlam ifade ediyor ve böyle bir anlam gücün sürekliliğini
destekliyor. Olaylara devrimci bakış açısından, yani her tür gücün tamamen ve
kararlılıkla yok edilmesi açısından bakarsanız, bu kategoriler anlamsızlasın
Ütopyanın yersizliğine girerek, iş etiğini altüst ederek, onu hemen, buranın
neşe gerçekleşmesine dönüştürerek, kendimizi tarihsel örgüt biçimlerinden çok
uzak bir yapının içinde buluruz.
Bu yapı durmaksızın değişir ve bu
yüzden kristalleşmeden kaçınır. İşyerindeki üreticilerin öz-örgütlenmesi ve işe
karşı verilen mücadelenin öz-örgütlenmesi ile nitelenir. Üretim araçlarını ele
geçirmez, ama durmaksızın değişen örgütsel biçimler aracılığı ile üretimi
reddeder.
İşsiz ve geçici işçiler konusunda da
aynı şey olmaktadır. Can sıkıntısı ve yabancılaşmanın teşvik ettiği yapılar
öz-örgütlenme temelinde ortaya çıkmaktadır. Dışsal bir örgütün dayattığı ve
programladığı amaçların sunulması hareketi öldürür ve onu mal gösterisine
teslim eder.
Çoğumuz bu devrimci örgüt fikrine
bağlıyız. Otoriter örgütü reddeden anarşistler bile onu hor görmüyorlar. Bu
temelde hepimiz kapitalin çelişkili gerçeğine benzer araçlarla
saldırılabileceğini kabul ediyoruz. Bunu yapıyoruz, çünkü bu araçların yasal
olduğuna, kapital ile aynı mücadele alanından çıktığına ikna olmuşuz. Herkesin
olayları bizim gibi görmeyebileceğim kabul etmeyi reddediyoruz. Teorimiz
örgütlerimizin uygulaması ve stratejisi ile aynı.
Otoriterler ile bizim aramızda çok fark
var; ama ortak tarihsel örgüt inancı önünde hepsi yıkılıyor. Anarşiye bu
örgütlerin çalışmaları aracılığı ile ulaşılacak (yalnızca yaklaşım
yöntemlerinde önem¬li farklar beliriyor). Ama bu inanç çok önemli bir şeyi
gösteriyor: tüm ussalcı kültürümüzün gerçek¬liğini ilerici terimlerle açıklama
iddiası. Bu kültür kendini tarihin geri çevrilemez olduğu fikrine ve bilimin
analitik kapasitesine dayandırıyor. Bütün bunlar bizim şu anı, geçmişin tüm
çabalarının karanlığın güçlerine (kapitalist sömürüye! karşı mücadelenin doruk
noktası ile buluştuğu nokta olarak görmemize sebep oluyor. Sonuç olarak,
öncellerimizden daha ileride olduğumuza, geçmişin tüm deneyimlerinin toplamı
olan teorileri ve örgütsel stratejileri detaylandırıp uygulamaya
koyabileceğimize ikna oluyoruz. Bu yorumu redde¬den herkes kendilerini otomatik
olarak gerçekliğin ötesinde buluyorlar, ki tanımı gereği bu da tarih, ilerleme
ve bilim demek. Böyle bir gerçekliği red¬deden herkes tarih- karşıtı,
ilerleme-karşıtı ve bilim karşıtı oluyor. Temyiz hakkından mahrum mahkumiyet.
Bu ideolojik zırhla donanmış olarak
sokaklara çıkıyoruz. Burada, analizlerimizin çerçevesine girmeyen uyarıcılardan
oldukça farklı yapılanmış bir mücadele gerçekliğine tosluyoruz. Güzel bir
sabah, barışçıl bir gösteri sırasında polis ateş et¬meye başlıyor. Yapı tepki
veriyor, yoldaşlar da ateş ediyor ve polis memurları düşüyor. Aforoz! Barışçıl
bir gösteriydi bu. Yozlaşarak bireysel gerilla eylemlerine dönüştüğüne göre
provokasyon olmalı. Gerçekliğin "parçası" değil, gerçekliğin
"kendisi" olduğuna göre hiçbir şey ideolojik organizasyonu¬muzun
mükemmel çerçevesinin ötesine geçemez. Ötedeki herşey deliliktir ve
provokasyondur. Süpermarketler harap edilir, dükkanlar, yiyecek ve silah
depoları yağmalanır, lüks arabalar yakılır. Bu, çarpıcı şekliyle mal oyununa
saldırıdır. Yeni yapılar o yönde ilerlemektedir. Aniden, gereken minimum stratejik
yönlendirme ile biçimlenirler. Gösteriş yok, uzun analitik önermeler yok,
karmaşık destekleyici teoriler yok. Saldırırlar. Yoldaşlar bu yapılar ile
özdeşleşir. iktidar veren örgütleri red¬dederler; denge, bekleme, ölüm.
Eylemleri bu örgütlerin intihara eğilimli bekle ve gör pozisyonlarının
eleştirisidir. Aforoz! Provokasyon olmalı.
Geleneksel siyasi hareketlerden bir
kırılma vardır ve bu hareketin kendisinin eleştirisi halini alır. İstihza bir
silah olur. Yazarın çalışma odasına kapanmış olarak değil, kitle halinde,
sokaklarda. Sonuç olarak yalnızca patronların uşakları değil, çok uzak ve yakın
geçmişin devrimci önderleri de kendilerini güçlük içinde bulurlar. Ufak çaplı
patronlar ile önder grubun zihniyeti de krize girer. Aforoz! Tek geçerli
eleştiri patronlara karşı olandır ve tarihi sınıf mücadelesi geleneğinin
koyduğu kurallara uymalıdır. Bu ilahi kurallardan sapan herkes provokatördür.
insanlar toplantılardan, klasiklerden,
anlamsız yürüyüşlerden, kılı kırk yaran teorik tartışmalar¬dan, sonsuz ayrımlardan,
bazı siyasi analizlerin tekdüzeliğinden ve fakirliğinden bıktı. Onlar aşk
yapmayı, sigara içmeyi, müzik dinlemeyi, yürüyüşe çıkmayı, uyumayı, gülmeyi,
oynamayı, polis öldürmeyi, gazeteci sakatlamayı, yargıç öldürmeyi, kışla
bombalamayı tercih ediyorlar. Aforoz! Mücadele ancak devrimin önderleri için
anlaşılabil-diği ölçüde yasaldır. Aksi halde, durumun kontrol¬den çıkması riski
olduğundan, mutlaka provokasy¬on vardır.
Acele et yoldaş, polis, yargıç, patron
vur. Simdi; yeni bir polis seni durduramadan.
Hayır demekte acele et, yeni bir
baskılama seni hayır demenin anlamsız, delice olduğuna, bir tımarhanenin
konukseverliğini kabul etmen gerek¬tiğine ikna edemeden.
Yeni bir ideoloji onu senin için
kutsallaştırmadan kapitale saldırmakta acele et.
Yeni bir sofist sana bir kez daha
"iş seni özgür kılar" diyemeden işi reddetmekte acele et.
Oynamakta acele et. Silahlanmakta acele
et.
Toplum polisleri inene kadar devrim
olmayacak. Coeurderoy
VIII
Oyun aynı zamanda, onu mal gösterisinin
bir parçası olarak kullanan sermaye mantığı içinde bir bilmece ve çelişkidir.
Kendi içinde sahip olmadığı bir belirsizlik edinir. Bu belirsizlik kapitalist
üre¬timin hayali yapısından kaynaklanır. Bu şekilde, oyun yalnızca üretimin
askıya alınması, gündelik yaşamda bir "barış" parantezi olur. Böylece
oyun programlanabilir ve dekor olarak kullanılabilir.
Kapitalin hükümranlık alanının
dışındayken oyun kendi yaratıcı dürtüsü tarafından ahenkle yapılandırılır.
Üretim dünyasının güçleri tarafından talep edilen şu ya da bu performansa bağlı
değildir, kendiliğinden gelişir. Oyun ancak bu gerçeklik içinde neşelidir, neşe
verir. Sömürünün sebep olduğu incinmeden kaynaklanan mutsuzluğu askıya almaz,
onu tam anlamıyla gerçekleştirir, yaşamın gerçekliği içinde bir katılımcı
kılar. Bu şekilde, ölümün gerçekliği loyun aracılığı ile olsa bile) tarafından
eyleme konulan numaralara karşı kendini koyarak kasveti daha az kasvetli kılar.
Ölüm gerçekliğini yok edenler
kapitalist yanılsamanın efsanevi hükümranlığına karşı, son¬suzluğu hedeflese
bile olasılık tozları içinde yuvar¬lanan bir hükümranlığa karşı mücadele
etmekte¬dirler. Yıkıcı eylem oyunundan, bunun ima ettiği derin trajedinin
tanınmasından, ölümün örümcek ağlarını yok etme yeteneğine sahip hevesin
gücünün farkına varmaktan neşe doğar. Bu dehşete dehşetle, trajediye
trajediyle, ölüme ölüm¬le karşılık verme meselesi değildir. Neşe ile dehşet,
neşe ile trajedi, neşe ile ölüm arasında bir yüzleşmedir.
Bir polis memurunu öldürmek için,
önceki hükümlerin kanının aceleyle temizlendiği bir yargıç cübbesi giymek
gerekli değildir. Mahkemeler ve hükümler daima kapital gösterisinin bir
parçasıdır, onları eyleme geçiren devrimciler olsa bile. Bir polis memuru
öldürüldüğünde onun sorumluluğu tartıya vurulmaz, çatışma bir aritmetik
meselesi yapılmaz. İnsan devrimci hareket ile sömürenler arasında bir ilişki
vizyonu programlıyor olmaz. İnsan devrimci hareketin içinde yapılanmış bir
ihtiyaca, bu dünyanın tüm analizleri ve haklı çıkarmalarının asla kendi başına
dayatmakta başarılı olamayacağı bir ihtiyaca yakın seviyede tepki veriyor
olmaz. Bu ihtiyaç düşmana, sömürenlere ve uşaklarına saldırma ihtiyacıdır.
Hareketin yapıları içinde ağır ağır olgunlaşır. Ancak açığa çıktığında hareket
savunma aşamasından saldırı aşamasına geçer. Analiz ve ahlaki olarak haklı gösterme
akıntıyukarı kaynağa gider, akıntıaşağı sokaklara çıkanların, onların ayağına
dolaşmaya hazırlananların ayaklarının dibine değil. Sermayenin sömürülenler
üzerinde uyguladığı sistematik şiddetle geçen yüzyıllarda var olurlar. Ama
eksiksiz ve kullanıma hazır bir biçimde ışığa çıkmaları gerekmez. Bu niyetlerin
daha fazla ussallastırılması, gerçekliğe ona ait olmayan bir model dayatma
düşümüz olur.
Toplum polislerini indirelim. Tepki
rolünü destek¬lemiyoruz, bu bize göre değil. Kapitalin bulanık davetini
reddediyoruz. Yoldaşlarımızı ya da birbi¬rimizi vurmak yerine, polis memuru
vurmak her zaman daha iyidir. Tarihte, bilimin mücadele eden¬lerin bilincinde
var olduğu zamanlar vardır. 0 tür zamanlarda gerçeği yorumlayanlara ihtiyaç
yoktur. Gerçek olayların olduğu halinden çıkar. Teoriyi üreten mücadelenin
gerçekliğidir. Tüketim malı pazarının doğumu kapitalin oluşmasını, feodal
üre¬tim biçimlerinden kapitalist üretim biçimlerine geçişi belirlemiştir.
Üretimin gösteri aşamasına girişi ile, tüketim malı biçimi var olan herşeye
yayılmıştır: aşk, bilim, duygular, bilinç, vs.
Gösteri genişlemiştir. Marksistin iddia
edeceği gibi, ikinci aşama ilkinin yozlaşmasını içermez. Tamamen farklı bir
aşamadır. Kapitalist herşeyi tüketir, devrimi bile. Devrim üretim modelinden
kopmazsa, yalnızca alternatif biçimler dayatacağını iddia ederse, kapitalizm
onu mat gösterisinin içinde yutar.
Yalnızca mücadele yutulamaz.
Biçimlerinin bazıları, belirli örgütsel varlıklar halinde kristalize olarak,
gösteriye çekilebilir. Ama sermayenin üretime verdiği derin önemden koptukları
zaman, bu oldukça güçleşir.
İkinci aşamada aritmetik ve intikam
meseleleri mantıklı değildir. Bahsedilse bile, mecazi önem taşırlar.
Sermayenin hayali oyununun imal
gösterisi) yerine, gerçek olmayanın ve gösterinin yok edilmesi amacıyla ona
karşı yürütülen gerçek silahlı saldırı oyunu konulmalıdır.
Kendin yap. "Brlcolceur"
Elkilabı
IX
Çok kolay. Kendiniz yapabilirsiniz.
Yalnız başınıza ya da birkaç güvenilir yoldaş ile. Karmaşık araçlara gerek
yoktur. Fazla teknik bilgiye bile gerek yoktur.
Sermaye saldırıya açıktır. Tek
ihtiyacınız olan kararlı olmaktır.
Bir sürü konuşma bizi kalınkafalı
kılmıştır. Bu korku meselesi değildir. Korkmuyoruz, yalnızca bir türlü
kopamadığımız önceden imal edilmiş fikirler¬le aptallık ölçüsünde doluyuz.
Kendi eylemini gerçekleştirmeye kararlı
herhangi biri cesur biri değildir. Yalnızca fikirlerini berrak-[astırmış,
sermayenin gösteride onlara verdiği rolü oynama çabasının anlamsız olduğunu
farketmiş kişilerdir. Eksiksiz farkındalık içinde, serinkanlı kararlılık ile
saldırırlar. Ve bunu yaparken insan olarak kendilerini gerçekleştirirler. Neşe
içinde kendilerini gerçekleştirirler. Ölümün hükümranlığı gözlerinin önünde
kaybolur. Patronlar için yıkım ve dehşet yaratsalar da, kendi yüreklerinde ve
sömürülenlerin yüreklerinde neşe ve sükunet vardır.
Devrimci örgütler bunu anlamakta güçlük
çekerler. Onlar üretim gerçekliğini yeniden üreten bir model dayatırlar. Üretim
gerçekliğinin niceliksel yazgısı onların niceliksel olarak neşenin estetik boyutu
düzeyine geçmelerine engel olur. Bu örgütler aynı zamanda silahlı saldırıyı
tamamen niceliksel ışık altında görürler. Amaçlar cephe çarpışması terim¬leri
ile belirlenir.
Bu şekilde sermaye herhangi bir acil
durumu kon¬trol altında tutabilir. Hatta kendine çelişkileri kabullenme lüksünü
tanıyabilir, gösteri amaçlarına işaret eder, gösteriyi genişletmek için
üreticiler üzerindeki olumsuz etkileri istismar eder. Sermaye çatışmayı
niceliksel alanda kabul eder, çünkü orada tüm yanıtları bilmektedir. Kurallar
üzerinde tekel sahibidir ve çözümleri kendisi üretir. Tam tersine, devrimci
eylemin neşesu bulaşıcıdır. Yağ damlası gibi yayılır. Oyun, gerçeklik üzerinde
etkili olduğunda anlamlı olur. Ama bu anlam, onu yukarıdan idare eden bir model
halinde kristalize olmaz. Bin farklı anlama bölünür ve hepsi üretken, hepsi
istikrarsızdır. Oyunun içsel bağlantıları saldırı eyleminde kendilerini ortaya
koyarlar. Ama genel anlam hayatta kalır, oyunun dışlananlar ve kendi¬lerini
ondan ayırmak isteyenler için taşıdığı anlam hayatta kalır, ilk önce oynamaya
karar verenler ve oyunun özgürleştirici sonuçlarını "gözleyenler"
oyunun kendisi için zaruridir.
Neşe cemaati bu şekilde yapılanır,
iletişime geçmenin kendiliğinden yoludur, oyunun en derin anlamının
gerçekleşmesi için temeldir. Oyun toplumsal bir eylemdir. Nadiren yalıtılmış
bir gerçek olarak ortaya çıkar. Eğer çıkarsa, genellikle psikolojik
baskılamanın olumsuz unsurlarını içerir, olumlu bir yaratıcı mücadele anı
olarak oyunun kabullenilmesi değildir.
Oyunun kendisine verilen anlamın
seçiminde gelişigüzelliği önleyen oyunun toplumsal anlamıdır. Toplumsal anlam
yokluğunda birey başka herkes için anlaşılmaz olacak kendi kurallarını ve
anlam- larını dayatabilir.
Oyun onların bireysel sorunlarının (iş, yabancılaşma, sömürü sorunları) olumsuz
etkilerinin geçici olarak askıya alınması halini alır.
Toplumsal anlaşma içinde, oyun
karşılıklı eylemler akışı ile zenginleşir. Karşılıklı olarak doğrulanan
özgürleşmiş hayal güçlerinden geldiği zaman yaratıcılık daha büyüktür. Her yeni
icat, her yeni olasılık kolektif olarak, önceden belirlenmiş mo¬deller olmadan
yaşanabilir ve sırf yaratıcı bir an olarak bile, gerçekleşme sırasında bin
farklı güçlükle karşı karşıya gelse de yaşamsal etkisi vardır. Geleneksel
devrimci örgüt sonunda teknisyenlerini dayatmaya başlar. Kaçınılmaz bir şekilde
teknokrasiye doğru gider. Eylemin mekanik tarafına verilen büyük önem bu yolda
onu kınar.
iktidarı yok etmeye yönelik eylemde
neşe anı arayan devrimci bir yapı bu yıkımı gerçekleştirmek için kullanılan
araçları işte böyle düşünür, araçlar olarak. Bu araçları kullananlar onların
kölesi olmamalıdır. Tıpkı onları kullanamayanların kul¬lananların kölesi
olmaması gerektiği gibi.
En kötü diktatörlük türü, aracın
diktatörlüğüdür.
Devrimcilerin en önemli silahları
kararlılıkları, vic¬danları, eylem kararlılıkları, bireysellikleridir.
Silahların kendileri yalnızca araçtır, ve bu yüzden daima eleştirel
değerlendirmeye maruz bırakılmalıdırlar. Silah eleştirisi geliştirmek
gerek¬lidir. Yarı otomatik makineli tüfek ve onun askeri etkililiğinin
kutsandığını sık sık görmüşüzdür.
Silahlı mücadele yalnızca silahlarla
ilgili değildir. Bunlar tek başına devrimci boyutu temsil edemez. Karmaşık bir
gerçekliği tek bir şeye indirgemek tehlikelidir. Aslında, oyun bu riski içerir.
Yaşayan deneyimin yalnızca bir oyuncağa dönüşmesine sebep olabilir, onu büyülü
ve mutlak bir şeye dönüştürebilir. Pek çok devrimci savaşçı örgütün
sembolizminde makineli tüfeğin belirmesi tesadüf değildir.
Devrimci mücadelenin derin anlamı olarak
neşeyi anlamak için bunun ötesine geçmeliyiz, efsanevi ve efsaneleşmiş nesneler
aracılığı ile mal gösterisinin yanılsamalarından ve tuzaklarından kaçmalıyız.
Silahlı mücadele ile yüzyüze kaldığında
sermaye nihai çabasını gösterir. Son sınırda dahil olur. Kendinden çok emin
olmadığı bir alanda eyleme geçmek için kamuoyunun desteğine ihtiyaç duyar. BU
yüzden modern propagandanın en rafine silahlarını kullanarak bir psikolojik
savaş başlatır.
Temel olarak, bu zamanda kapitalin
fiziksel olarak organiza olma yolu onu, kendi zamanlamasına ve saldırı
yöntemine karar verebilen devrimci yapı karşısında saldırıya açık kılar. 0 bu
zayıflığın pek farkında değildir ve telafi etmek için önlemler almaktadır.
Polis yeterli değildir. Ordu bile değildir. Halkın kendisinin daimi
uyanıklığına ihtiyaç duyar. Hatta proleteryanın en mütevazi kısmının. Bu
yüzden, bunu yapmak için sınıf ceph¬esini bölmelidir. Fakirler arasında silahlı
organiza¬syonlar tehlikesi mitini tatmalıdır; Devletin kut¬sallığı, ahlakı,
kanunu, vesaire miti ile birlikte. Dolaylı yoldan bu örgütleri ve onların
militanlarını bu rolleri üstlenmeye iter. Bu "role" bürününce, oyunun
artık bir anlamı kalmaz. Herşey "ciddi" olur, yanılsama olur;
gösterinin hükümranlık alanına girer ve bir mala dönüşür. NEŞE bir "maske"
olur. Birey anonim olur, rolünü yaşar, artık görünüş ile gerçekliği birbirinden
ayıramaz.
Mal tiyatrosunun büyülü çemberini
kırmak için her tür rolü reddetmeliyiz ve buna "profesyonel" devrimci
rolü de dahildir.
Silahlı mücadele profesyonel birşey
olma izni ver¬memelidir kendine, kapitalist üretimin dışsal tarafları ona tam
da bu görev dağılımını dayatmak istemektedir.
"Kendin yap." Oyunun global
tarafını, onu rollere indirgeyerek parçalama. Yaşamdan zevk alma hakkını savun.
Sermayenin ölüm projesini engelle. 0 yaratıcılık ve oyun dünyasına ancak
oynayanı "oyuncu'ya, canlı yaratıcıyı ölü bir kişiye, canlı olduklarını
söyleyerek kendi kendilerini aldatan¬lara dönüştürerek girebilir.
"Oyun dünyası" merkezileşse
artık oyundan bah¬setmenin anlamı kalmaz. Sermayenin, "silahlı neşe"
savımızı ortaya koyduğumuzda devrimci öneriyi yine ele alması olasılığını
öngörmemiz gerekir. Ve bunun gerçekleşmesinin bir yolu, oyun dünyasının
dışarıdan idare edilmesidir. Oyuncuların rollerini ve oyuncak mitolojisini
belirleyerek.
Merkezileşme bağlarını (militer parti)
kırarak, insan sermayenin, niceliksel pazarın gösteri üreti¬mi kanununa uyumlu
fikirlerini karıştırma sonu¬cunu elde eder. Neşe tarafından koordine edilen
eylem neşe için bir bilmecedir. Bu hiçbir şeydir. Belirli bir hedefi olmayan,
gerçeklikten yoksun birşey. Ve bu böyledir, çünkü sermayenin özü, amaçları ve
gerçekliği hayalidir, ama devrimin özü, amaçları ve gerçekliği somuttur.
Komünizm ihtiyacı kuralı, üretme
ihtiyacı kuralının yerini alır. Toplumsal oyunda, bu ihtiyacın ışığında,
bireyin kararları anlamlılaşır. Geçmişin ölüm modellerinin gerçek olmayan,
hayali karakteri
keşfedilir. Patronların yok edilmesi tüketim mal¬larının yok edilmesi
demektir, ve tüketim mallarının yok edilmesi patronların yok edilmesi demektir.
Baykuş kanat açıyor. Atina atasözü
X
"Baykuş kanat açıyor." Kötü
başlayan eylemler iyi sonuçlansın. Bunca zamandır devrimciler tarafından
ertelenen devrim, devrimcilerin sosyal barış arzularına karşın gerçekleşsin.
Sermaye son sözü beyaz ceketlilere
verecektir. Hapishaneler fazla uzun dayanmayacaktır. Yalnızca yüceltilmiş eski
bir gericinin anılarında yaşayan bir geçmişin kaleleri olarak, sosyal
ortopediye dayalı ideoloji ile birlikte kaybolacaktır. Artık mahkum olmayacaktır.
Sermayenin yarattığı suçlulaştırma süreci rasyonalize edilecek, tımarhaneler
aracılığı ile işlenecektir.
Gerçekliğin tamamı gösteri olduğunda,
gösteriyi reddetmek gerçekliğin dışında olmak demektir. Mal kanununu reddeden
herkes delidir. Mal tanrısının önünde eğilmeyi reddetmek insanın akıl
hastane¬sine yatırılması ile sonuçlanacaktır. Orada tedavi radikal olacaktır.
Artık engizisyon tarzı işkence ya da duvarlara sıçrayan kanlar olmayacaktır; bu
tür şeyler kamuoyunu altüst eder. Kendini üstün görenlerin müdahale etmesine,
gerekçelere ve telafilere sebep olur, ve gösterinin ahengini bozar. Hasta
zihinler için tek radikal tedavi olarak görülen, kişiliğin tamamen yok
edilmesi, kimseyi altüst etmez. Sokaktaki adam kapitalist gösterinin ağırbaşlı
atmosferi ile sarıldığını hissettiği sürece, üzerine kapanacak tımarhane
kapılarına karşı güvende hisseder. Ona delilik dünyası başka bir yerdeymiş gibi
gelir, hem de her fabrikanın yanında, her okulun karşısında, her arazi
parçasının arkasında, her sitenin ortasında birer tımarhane bulunduğu halde.
Eleştirel kalın kafalılığımız içinde,
beyaz ceketli devlet memurlarının yolunu hazırlamamaya özen göstermemeliyiz.
Sermaye, kitlesel düzeyde dolaşıma
çıkacak bir yorum kanununu programlamaktadır. Bu kanun temelinde, kamuoyu
patronların düzenine saldıran¬ları, yani devrimcileri, deli olarak görmeye
alışacaktır. Böylece onların akıl hastanelerine kapatılması gerekli olacaktır.
Hapishaneler de Alman modeli uyarınca rasyonalize edilmektedir. İlk önce
kendilerini devrimciler için özel hapis¬hanelere dönüştürecek, sonra model
hapis¬hanelere, sonra beyin manipülasyonu için gerçek toplama kamplarına, ve
sonunda akıl hastanelerine dönüşeceklerdir.
Sermayenin davranışı yalnızca
sömürülenlerin mücadelelerine karşı kendini savunma ihtiyacından doğmaz. Mal
üretimi kanununun mantığından doğar.
Sermaye için akıl hastanesi global
gösterinin işleyişinin kesintiye uğratıldığı yerdir. Hapishane bunu yapmak için
çılgınca çaba gösterir, ama başarılı olamaz, temel sosyal ortopedi ideolojisi
tarafından engellenmektedir.
Tam tersine, tımarhane "yeri'nin
bir başlangıcı ya da sonu yoktur, tarihi yoktur, gösterinin değişkenliğine
sahip değildir. Orası, bir sessizlik yeridir.
Diğer "sessizlik" yeri,
mezarlık, yüksek sesle konuşma yeteneğine sahiptir. Ölü insanlar konuşur. Ve
bizim ölülerimiz yüksek sesle konuşur. Bu ağır olabilir, çok ağır. İşte bu
yüzden kapital gittikçe daha az mezarlık olması için çaba gösterecektir. Ve
tımarhanelerdeki "konukların" sayısı buna uygun şekilde artacaktır.
Bu alanda, "sosyalizmin anayur¬dunun" anlatacak çok şeyi vardır.
Tımarhane, boş zamanın mükemmel
sağaltıcı ras-yonalizasyonudur, mal yapısını sarsmadan işin askıya alınması.
Üretkenlik yoksunluğunu inkar etmeden üretkenlik yoksunluğu. Deli adam çalışmak
zorunda değildir ve çalışmayarak işin deliliğin karşılığı olan bilgelik
olduğunu doğrular.
Devlefe karşı silahlı saldırı zamanının
gelmediğini söylerken, bu tür saldırılar gerçekleştiren yoldaşlar için akıl
hastanelerinin kapılarını açıyoruz; devrim zamanının gelmediğini söylerken deli
ceketinin iplerini sıkıyoruz; bu eylemlerin nesnel olarak provokasyon olduğunu
söylerken işkencecilerin beyaz ceketlerini giyiyoruz.
Rakiplerin sayısı önemsizken şarapnel
etkiliydi. Bir düzine ölüye hoşgörü gösterilebilir. Otuzbin, yüzbin, ikiyüzbin
ölü tarihte bir dönüm noktasını belirler, mal gösterisinin barış dolu ahengini
bozacak öyle¬sine kör edici aydınlığa sahip devrimci bir referans noktası.
Dahası, sermaye daha sinsidir. Uyuşturu¬cuların, mermilerin sahip olmadığı bir
tarafsızlığı vardır. Sağaltıcı olma gerekçesine sahiptirler.
Kapitalin delilik kanunu kendi yüzüne
fırlatılsın. Toplum tek bir büyük akıl hastanesidir. Karşıt-duruşların
koşulları altüst edilsin.
Bireyin tarafsızlaştırılması kapitalin
maddeleşmiş bütünlüğü içinde daimi bir uygulamadır. Fikirleri
dümdüz etmek sağaltıcı bir süreçtir, bir ölüm makinesidir. Kapitalizmin
gösteri biçimi içinde, bu dümdüz etme olmadan üretim gerçekleşemez. Ve bütün
bunların reddi, ölüm karşısında neşenin seçimi bir delilik işareti ise, bütün
bunların arkasında gizlenen tuzağı herkesin anlamasının zamanı gelmiştir.
Batının kültürel geleneğinin tüm aygıtı
bir ölüm makinesidir, gerçekliğin inkarıdır, her tür rezalet ve haksızlığı,
sömürü ve soykırımı biriktirmiş, kur¬gusal olanın hükümdarlığıdır. Bu mantığın
reddi delilik olarak kınanıyorsa, o zaman delilik ile delilik arasında ayrımı
belirlemeliyiz. Neşe silahlanmaktadır. Saldırısı mal, halüsinasyon, mekanizma,
intikam, önder ve parti niceliğini altet-mektedir. Mücadelesi kar mantığını,
pazar mimarisini, yaşam programlamayı, son arşivdeki son belgeyi
parçalamaktadır. Onun şiddetli patla¬ması bağımlı olanın düzenini, olumlu ve
olumsuz terminolojisini, mal yanılsaması kanununu altüst etmektedir.
Ama bütün bunlar kendini ilan
edebilmelidir. Neşe dünyasından ölüm dünyasına geçmek kolay değildir. Kurallar
geçerliliğini yitirmiştir ve sonun¬da birbirlerini silerler. Neşe dünyasında
yanılsama sayılan şey ölüm dünyasında gerçekliktir ve tersi de doğrudur. Fiziksel
ölüm, ölüm dünyasında bir takıntı olan şey, yaşam olarak satılan şeyden daha az
ölümcüldür.
Böylece kapitalin neşe mesajlarını
bilmeceleştirme kapasitesi doğar. Niceliksel mantığın devrimcileri bile neşe
deneyimlerini derinlemesine anlama kapasitesinden yoksundurlar. Bazen
tereddütle önemsiz yaklaşımlarda bulunurlar. Başka zaman¬larda sermayeninkinden
pek de farklı olmayan bir kınamaya koyulurlar.
Ticari mal gösterisinde önemli olan
mallardır. Bu birikmiş yığındaki aktif unsur iştir. Üretim çerçevesinin içinde
hiçbir şey aynı anda hem olum¬lu, hem olumsuz olamaz. Çalışmamayı öne sürmek
mümkündür, çalışmanın inkarı değil geçici olarak askıya alınmasını. Aynı
şekilde, malsızlığı, kişiselleştirilmiş nesneyi öne sürmek de mümkündür, ama
ancak "boş zaman" bağlamı içinde, yani hobi olarak, üretim döngüsünün
kabul ettiği zaman süreleri içinde üretilen bir şey olarak. Bu anlamda, bu
kavramların, çalışmama ve malsızlık kavramlarının genel üretim modelinin
fonksiyonu olduğu açıktır. Ancak neşenin anlamını ve onunla bağlantılı olarak
ölümün anlamını, bir¬birine karşı mücadele eden iki zıt dünyanın unsurları
olarak açıklığa kavuşturursak neşe eylemlerinin unsurlarını anlatabiliriz.
Hepsini
anlatabileceğimizi söyleyerek kendimizi
yanıltmadan. Doğrudan sermayeye saldırmak ile bağlantılı olmayan açılardan olsa
bile, neşe tecrübesi yaşamaya başlayan herhangi biri saldırının önemini
kavramaya daha gönüllüdür, en azından nicelik yanılsamasına dayalı, modası
geçmiş çatışma vizyonuna bağlı kalmış birinden daha fazla.
Böylece baykuş yine de kanat açıp
uçabilir.
Herkes ileri! Ve silahlarla ve
yürekler, sözlerle ve kalemle, hançerle ve silahla, istihza ve küfürle,
hırsızlıkla, zehir ve kundakçılıkla.
Haydi toplumla... savaşalım!...
Dejaque
XI
Bekleme, kuşkular, sosyal barış düşleri,
küçük ödünler ve naiflikle işimiz bitsin artık. Kapitalizm dükkanlarında bize
satılan her tür mecazi süprüntü ile. Herşeyi, en ince detayına kadar açıklayan
büyük analizleri bir kenara bırakalım. Sağduyu ve korku dolu dev ciltleri.
Demokratik ve burjuvaca tartışma ve diyalog, münazara ve kongre, mafyöz
patronların aydınlanmış yetenekleri yanılsamalarını bir kenara bırakalım.
Burjuva iş etiğinin yüreklerimize kazıdığı bilgeliği bir kenara bırakalım. Bize
fedakarlık ve itaat öğretmiş yüzyılların Hıristiyanlığını bir kenara bırakalım.
Rahipleri, patronları, devrimci önderleri, daha az devrimci önderleri, hiç
devrimci olmayan önderleri bir kenara bırakalım. Sayıları, nicelik
yanılsamalarını, pazar yasalarını bir kenara bırakalım. Bir an zulmedilenlerin
tarihinin yıkıntıları üzerinde oturalım ve düşünelim.
Dünya bize ait değil. Onu bu haliyle
sahiplenmek isteyecek kadar aptal bir efendisi varsa, bırakın onun olsun.
Binaların olması gereken yerdeki yıkıntıları, şehirlerin olması gereken yerdeki
mezarlıkları, ırmakların olması gereken yerdeki çamuru, denizlerin olması
gereken yerdeki pis kokulu tortuyu o saysın. Dünyadaki en büyük sihirbaz
gösterisi artık bizi büyülemiyor.
Burada, şu andaki mücadelemizden neşe
toplumları doğacağından eminiz.
Ve ilk defa, yaşam ölümü altedecek.
1977
Çeviri: Nelin Çiper
2 haziran 1977 de, Il
Giornale Nuovo gazetesinin direktörü bir Kızıl Tugay elemanı tarafından
ayağından yaralandı. Bir önceki gün, Vittorio Bruno, Il
Secolo XIX gazetesinin direktör yardımcısı Genova da bacağından vurulmuştu.
Ertesigün, devlet televizyonunun politik haberler yöneticisi Emilio Rossi
ya piyango çıkmıştı.Bu saldırılar kızıl tugayların « psikolojik savaşın
aletleri »ne yürüttükleri kampanyanın dile gelmesiydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder