15 Ekim 2011 Cumartesi

Colleen Patrick - Et Yemek Adına Bahane, Mazeret ve Gerekçeler


  Et Yemek Adına Bahane, Mazeret ve Gerekçeler

Kitapta hayvan yemeye yönelik her türden mazereti duydum da bir tane bile ikna edici  sebebe rastlamadım. Aslında basit bir denklem: insanların hayatta kalmak için hayvanları tüketmesi gerekmediği için damak tadımızı doyurmak adına onları öldürmek anlamsız bir kıyımdan başka bir şey değil. Yeme alışkanlıklarımız ve iştahımızın çok derin kökleri var ve biz vicdanımız yerine  alışageldiğimiz şeyleri tercih ediyoruz. Hayvan eti ve sıvılarına yönelik akıl dışı bağımlılığımızı yalanlayan bir kararlılıkla diğer aklı başında ve duyarlı insanlar  bu gereksiz alışkanlığı haklı çıkaracak türden bahaneler tezgâhlamakla zaman ve enerjilerini harcıyorlar. Şiirsel ve yüceltici cümlelerle geleneğin erdemini yüceltiyor, miras kalmış soyları muhafaza etme ihtiyacını göklere çıkarıyor, “evrimsel mirasımız”la ilgili şiirsel bir dil kullanıyorlar. “İnsancıl et” popülerlik kazanmaya devam ede dursun vejetaryen olmayan etik argümanı kendilerine uydurmayı başardılar. Kazanıyorlar; ama kaybedenler vejetaryenler değil. Hayvanlar kaybediyor.

ZULMÜ KUTSAMAK

Ben “sürdürülebilir yiyecek” başkentinde yaşıyorum, Alica Waters ve  Micahel Pollan’ın kutsandığı, “etik çiftçilerin” idolize edildiği bir yerde yaşıyorum. Yerel çiftçileri ve halkı gıda arzımızı şirketlerin ele geçirmesi konusunda eğitmek gerektiği konusunda hemfikir olsam da “sürdürülebilir/insancıl et” felsefesini savunanların birbirlerinin sırtını sıvazlaya sıvazlaya kendi canlarını yakacaklarını düşünüyorum. Kendilerine şans verilse yaşamayı seçecek hayvanların gereksiz yere öldürülmesi konusunda onlar sorumlu olsa da “etik yiyiş”leri sebebiyle alkışlanıyorlar. Merak ediyorum: eğer  boğazları kesilmeden önce hiç kimseye zarar vermemiş olan hayvanların vücutlarını yemek etik ise, onların hayatlarına son vermemek daha etik olmaz mı?

Sanki hayvanlar kendini insanlar zevk alsın diye özellikle kurban etmişler gibi bir hava yaratan anlamsız etiketlerle damgalanan et, süt ve yumurta üçlüsü insanın beslenme biçimindeki kutsal temel olarak kalmaya devam ediyor ve  bir ayrıcalıktan çok bir hak olarak görülüyor. Popüler bir çevre dergisi veganların Şükran gününde oruç tutmasını önerdi; et yiyen insanların arzularının, geleneklerinin, kültürünün veya damak tadının herşeyden –ya da herkesten- daha üstün olduğu gerekçesiyle hayvan eti yememiz gerektiğini söylüyorlar. Birşeyi yapmış olmamız onun yapılması doğru olan şey olduğunu göstermez. Kültür ve gelenek zulüm yapmanın bahanesi olamaz.

Onları Kurtarmak için Onları Yemek

“insancıl et”i savunanların yeme etiğini son derece yetkin bir şekilde nerelere dek sömürebildiğinin en etkileyici örneği “miras-soy” hayvanlarıdır. Slow Food ABD ve Heritage Foods ABD’nin hem kurucuları hem de takipçileri bu “lezzetli Amerikan hazinelerini” “yokoluşun eşiğinden” kurtardıkları için kendilerini tebrik ediyor ve “onları kurtarmak için yememiz gerektiğini” ilan ediyorlar Buradaki ana fikir bu “ölü” hayvanlar için bir pazar yaratmaktan başka birşey değil, aslında böyle yaparak onların hayatlarını kurtardıklarını söylüyorlar.

Herhalde bu tür bir kelime oyunu George Orwell’i çok gururlandırırdı. Michael Pollan kendisi ve Şükran Günü konuklarının “atalarının tarzıyla” yetiştirilmiş bir hindiyi yemesi ileövünürken, bir yandan da “küçük bir şekilde de olsa hayvanın hayatta kalmasına yardımcı olduklarını “ söylüyordu, böylesine zeki bir adamın nasıl olup da söylediği şeyin saçmalığını anlamadığını kafam almıyor. Eğer o hayvan türünü gerçekten önemsemiş olsalardı, hayvanları öldürüp yemeden o türü korumanın başka yolları olduğunu bilirlerdi. Umursamadıklarını söylemiyorum. Umursuyorlar. Ama umursadıkları şey, hayvanın tadı, ve bu tadı anlatmak için duygusal ve  şiirsel bir dil kullanıyorlar: “kompleks, lezzetli, kaybolup gitmiş bir dönemi yankılayan tatlar”; ya da “bir hayvanın memleketinden gelen yenebilir bir kartpostala benzeyen o etin narin otsulluğu” gibi cümleler kuruyorlar.

“İnsancıl et” tüketicilerinin çiftçiler hayvanı öldürmeden önce dua ettiği için bifteklerin tadının arttığını söylediğine de şahit oldum! Böylesine çirkin bir şeyin böylesine romantize edilmesi aslında gerçek olan bir şeyin çaresizce inkâr edilmesi çabasından başka bir şey değil.

Sorumluluktan Kaçmak

Duyduğum en gülünç meşrulaştırma örneklerinden birisi de hayvanları evcilleştirerek aslında onlara iyilik yaptığımız ve hayvanları doğal avcılarından koruyarak onlara ve hayvanlar da insanlara etlerini ve sıvılarını bağışlayarak bize bir takım hediyeler verdiği türden “karşılıklı bir anlaşma” yapılmış olduğuydu- bu öylesine kibirli bir insanmerkezci perspektif ki aynen köle sahiplerinin duygularına benziyor. Bizler kafesleri, duvarları, zincirleri ve telleri kaldırana dek, hayvanların bu”karşılıklı anlaşma” yaratılana dek bu anlaşmadan haberdar edilmediğine inanmaya devam edeceğim.

Kendilerini doğanın zulümleri karşısında evcilleştirilmiş hayvanları korudukları  için tebrik eden aynı insanlar ilk insanların hayvan yediğini öne sürerek diğer hayvanların modern dönemde tüketilmesini de savunuyorlar. Michael Pollan hatta vejetaryenleri “evrimsel miras”larına “hayvan eti yemek bizi biz yapan şeydir” diyerek sırtını dönmekle suçluyor, tabii bu arada son zamanlara dek hayvan etinin genellikle bir çeşni ve lüks olarak görüldüğü gerçeğini de göz ardı ediyor. Hayvan eti çiğneyerek Pollan’a göre “kimliğimizin bir parçasını kurban ediyoruz” . Pollan Darwinci evrime eylemlerimizi meşrulaştıran bir ahlâk sistemi olarak bakmamızı mı öneriyor?

Hayatımızın başka hiç bir yönünde evrimi davranışımızı haklı göstermek için kullanmıyoruz, söz konusu hayvan eti yemek olunca neden bir istisna söz konusu olsun? Ahlâki ve akılcı kararlar verme yeteneğimiz ve sorumluluğumuz var, etik tavrımızı ahlâksız ve keyfî bir sürece terkedemeyiz. Bu tür argümanlar bizleri akılcı, merhametli ve ahlâkî canlılar yapan herşeyi reddeder. Evrimin emirlerine boyun eğmeye zorlanmıyoruz, roman yazarken, uçan makineler inşa ederken ve genleri ayırırken de  bu emirlere uymuyoruz. Darwin teorisi hayvan yemeyi meşrulaştırmak istediğimizde kullandığımız türden bir ahlâk bahanesi değildir.

Belki savunarak böylesine zaman harcadığımız başka bir hayat tarzı alışkanlığı yoktur. Öne sürdüğümüz her bahane insan türünden olmayan hayvanların gereksiz sömürüsü, vücutlarının parçanlanması ve  ölümlerindeki katkılarımızdan kendimizi temize  çıkarma yönünde bir çabadır. Eğer hayvan yemeyi artık hakikat ya da gerçeklik içerisinde yaşamadığımız bir noktaya gelene dek gizleyecek, rasyonalize ve ritüelize edeceksek, o zaman bu konuda içimiz hiç rahat değil demektir. Vegan bir beslenme tarzına geçmek yaptığım en iyi seçimdi, ve bu seçimim adına hiç bir bahane üretmem gerekmedi.

Colleen Patrick-Goudreau

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder