16 Ekim 2011 Pazar

Dr.Steve Best - Tohum Ekmek mi, Bomba Koymak mı?


Tohum Ekmek mi, Bomba Koymak mı?

Dr.Steve Best

Çok sayıda insan “değişim tohumlarını” ekmekten dolayı memnun, sabırla bu tohumların büyümesini bekliyor. Bu insanlar “herşeyin bir faydası var” diyenler, “ tek bir kişinin değişmesine katkım olursa bana düşeni yapmış olacağım” diyenler. Bir zamanlar moda olan kölelik karşıtı bir lider insanın ruhunu alt üst eden şu tür cümlelerle kulu kölesi olan müritlerine ilham veriyordu:” eğer bugün hiç bir şey yapmazsanız, en azından manav kısmındaki bir kişiyi vegan olmaya ikna edin”. Bu saçmalığın ve Stockholm sendromunun  gerçek derinliğini ve içselleştirilmesini anlamak için  Dr. Martin Luther King, Jr’ın kendisini takip edenlere şu sözleri söylediğini hayal edin:” bugün başka bir şey yapamazsanız bile, en azından en azından bir beyazla ırkçılık hakkında konuşun”. Aslında, King insanları kitlesel sivil itaatsizliğe çağırıyor ve “hapisaneleri şarkı söyleyen çocuklarla doldurmak” istiyordu. Bu cesaret, bu itimat ve bu cüret , günümüzün pasifize olmuş “politika” manzarasında kesinlikle bulunmuyor.

Tohum ekmek sonsuz bir değişim modeli getiriyor akla, ama dünyadaki bilim adamları  iklim değişikliği dünyayı alt üst etmeden, hayatı en iyi ihtimalle cehenneme çevirip en kötü ihtimalle imkânsız hâle dönüştürmeden önce çok sınırlı bir süremiz kaldığını söylüyor. Dünyanın Neo-Johhny ElmaTohumu, yok edilmiş her yağmur ormanı için bir ağaç dikecek, her gün Çin’de ortaya çıkan her bin adet etobur karşılığında en azından bir kişiyi vegan yapacak. Matematiğini siz yapın. Sonuç bizim lehimize değil.

İklim değişikliği, türlerin yok oluşu, aşırı nüfus artışı, avcı küresel kapitalizm, sosyal kriz, kitlesel sömürü, derin insan ihtiyaçları, kaynakların bir yandan azalması bir yandan da kaynaklar uğruna yapılan savaşların artması, demokrasi ve insan haklarının polis devletleri ve faşist kontrol sistemleriyle paralel olarak yok olması ve et üretiminde ( dünyanın en kalabalık iki ülkesi olan Çin ve Hindistan’daki hepçil talepler sebebiyle) yoğun artışın olduğu bir dünyada, küresel ve sistemik resim- inkâr balonlarında yaşayanların göremediği bir resim- insana ümit vermiyor, tam tersine bu resim öfke ve kızgınlığın ateşini yakmalı.

Görünen o ki; daha fazlasını yapmalıyız, çok daha fazlasını yapmalıyız, sadece eğitmekle kalmamalı hem gösteriler düzenlemeli hem de ajite etmeliyiz. Uluslaraşırı şirketlerin, IMF, ABD emperyalist devleti, askeri-endüstriyel öldürme kompleksi ve Dünya Ticaret Örgütü’nün gücüne eşit olup onu aşacak türden küresel direniş hareketleri kurmak zorundayız. Hem psikolojik kafa yapılarını  hem de sosyal kurumları radikal biçimde değiştirmek zorundayız; insanmerkezciliği sona erdirmek zorundayız, tür ayrımcılığını yok etmek zorundayız, hümanizmi aşmak zorundayız; hiyerarşik tahakküm sistemlerini alaşağı etmek zorundayız; ve artık durma noktasına gelene dek küresel kapitalizmin mekanizmasının dişlilerine çomak sokmak zorundayız.

Belki çıtayı çok yukarı çıkarıyoruz, ama çoğu insan çıtayı çok aşağılara koyuyor, öylesine aşağılara ki liberal bireyciliğin hataları üzerine kendimizi kandırıyor ve “zafer!” diye bağırmamıza sebep olacak denli mücadelenin içini boşaltan türden en patetik reformları ayakta alkışlıyoruz. Aslında insanların önümüzdeki meydan okumayla yüzleşecek bir kapasiteye sahip olduğuna kesinlikle eminim, geçen on bin yıl boyunca baskın kültürlerde rüzgarını estiren Tanatos’un ölümcül etkilerini alaşağı etmek için Eros’un güçlerini yaratabilecek bir potansiyelin var olduğunu biliyorum.

Ancak; küresel direniş, radikal özgürlük hareketleri ve ittifak politikaları elimizdeki son şans, ve tohum ekmek de Monsanto tarafından henüz patenti alınmamış ve genetiği değiştirilmemiş tohumlar bulabilsek bile bizim için elimizdeki stratejiyi kaybetmekten başka bir anlam taşımıyor. Bu sabır dolu bekleyip ümit et yaklaşımı Seneca, Sokrates veya Buda zamanında olsaydık bir asalet havasına veya göz alıcılığa sahip olabilirdi. Ama toplumsal çöküş ve biyolojik dağılmanın yaşandığı 21. yy’da bu olamaz, bilim adamlarının birkaç yıl sonra elimizdeki fırsatlardan istifade etmezsek önlenmesi imkânsız olacak bir yıkımla bizi uyardığı bir ekolojik döneminde bu olamaz.

Bu yüzden ben tohum ekmek yerine bomba yerleştirmeyi öneriyorum. Öfke, farkındalık, direniş ve değişimin patlayıcı güçlerinin fitilini ateşlemeli, tetiğini çekmeliyiz, yoksa hepimiz her insan (homo) atamızın yaşadığı o aynı yokoluş yolundan aşağı doğru gideceğiz, giderken de hayatın çoğunu ve her ekosistemi bizimle beraber yok edeceğiz.

1960’lı yıllarda Malcolm  X o koşullardaki  seçimi “kurşunlar veya seçim sandığı” şeklinde özetlemişti. Elli yıldan fazla bir süre sonra akla gelebilecek her düzeyde karşı karşıya bulunduğumuz felaket gene benzer kritik seçimler yapmak zorunda olduğumuzu haber veriyor bize, artık çok daha acil bir durum söz konusu:izleyip bekleyecek miyiz, yoksa harekete geçip saldıracak mıyız; sakin sakin oturup duracak mıyız yoksa savaş için hazırlanacak mıyız; boş boş zaman mı öldüreceğiz yoksa sömürülmüş, hoşnutsuz insanlardan oluşan ordularla bir mi olacağız; tohum mu ekeceğiz, yoksa bomba mı yerleştireceğiz?

Bu sorunun cevabını Gandi ve Martin Luther King, Jr’da, medya manipülasyoncularında ya da uzmanlarında, etrafımızdaki seslerin koşullanmış korku dolu tepkilerinde bulamayız, bu sorunun cevabı krizlerin nesnel koşullarında, hayvanların can acısında ve dünyanın ızdırabında bulunabilir ancak.

Çeviri: CemCB

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder