Tohum Ekmek mi, Bomba Koymak mı?
Dr.Steve Best
Çok sayıda insan
“değişim tohumlarını” ekmekten dolayı memnun, sabırla bu tohumların büyümesini
bekliyor. Bu insanlar “herşeyin bir faydası var” diyenler, “ tek bir kişinin
değişmesine katkım olursa bana düşeni yapmış olacağım” diyenler. Bir zamanlar
moda olan kölelik karşıtı bir lider insanın ruhunu alt üst eden şu tür
cümlelerle kulu kölesi olan müritlerine ilham veriyordu:” eğer bugün hiç bir
şey yapmazsanız, en azından manav kısmındaki bir kişiyi vegan olmaya ikna
edin”. Bu saçmalığın ve Stockholm sendromunun
gerçek derinliğini ve içselleştirilmesini anlamak için Dr. Martin Luther King, Jr’ın kendisini takip
edenlere şu sözleri söylediğini hayal edin:” bugün başka bir şey yapamazsanız
bile, en azından en azından bir beyazla ırkçılık hakkında konuşun”. Aslında,
King insanları kitlesel sivil itaatsizliğe çağırıyor ve “hapisaneleri şarkı
söyleyen çocuklarla doldurmak” istiyordu. Bu cesaret, bu itimat ve bu cüret ,
günümüzün pasifize olmuş “politika” manzarasında kesinlikle bulunmuyor.
Tohum ekmek
sonsuz bir değişim modeli getiriyor akla, ama dünyadaki bilim adamları iklim değişikliği dünyayı alt üst etmeden,
hayatı en iyi ihtimalle cehenneme çevirip en kötü ihtimalle imkânsız hâle
dönüştürmeden önce çok sınırlı bir süremiz kaldığını söylüyor. Dünyanın
Neo-Johhny ElmaTohumu, yok edilmiş her yağmur ormanı için bir ağaç dikecek, her
gün Çin’de ortaya çıkan her bin adet etobur karşılığında en azından bir kişiyi
vegan yapacak. Matematiğini siz yapın. Sonuç bizim lehimize değil.
İklim
değişikliği, türlerin yok oluşu, aşırı nüfus artışı, avcı küresel kapitalizm,
sosyal kriz, kitlesel sömürü, derin insan ihtiyaçları, kaynakların bir yandan
azalması bir yandan da kaynaklar uğruna yapılan savaşların artması, demokrasi
ve insan haklarının polis devletleri ve faşist kontrol sistemleriyle paralel
olarak yok olması ve et üretiminde ( dünyanın en kalabalık iki ülkesi olan Çin
ve Hindistan’daki hepçil talepler sebebiyle) yoğun artışın olduğu bir dünyada,
küresel ve sistemik resim- inkâr balonlarında yaşayanların göremediği bir
resim- insana ümit vermiyor, tam tersine bu resim öfke ve kızgınlığın ateşini
yakmalı.
Görünen o ki;
daha fazlasını yapmalıyız, çok daha fazlasını yapmalıyız, sadece eğitmekle
kalmamalı hem gösteriler düzenlemeli hem de ajite etmeliyiz. Uluslaraşırı
şirketlerin, IMF, ABD emperyalist devleti, askeri-endüstriyel öldürme kompleksi
ve Dünya Ticaret Örgütü’nün gücüne eşit olup onu aşacak türden küresel direniş
hareketleri kurmak zorundayız. Hem psikolojik kafa yapılarını hem de sosyal kurumları radikal biçimde
değiştirmek zorundayız; insanmerkezciliği sona erdirmek zorundayız, tür
ayrımcılığını yok etmek zorundayız, hümanizmi aşmak zorundayız; hiyerarşik
tahakküm sistemlerini alaşağı etmek zorundayız; ve artık durma noktasına gelene
dek küresel kapitalizmin mekanizmasının dişlilerine çomak sokmak zorundayız.
Belki çıtayı çok
yukarı çıkarıyoruz, ama çoğu insan çıtayı çok aşağılara koyuyor, öylesine
aşağılara ki liberal bireyciliğin hataları üzerine kendimizi kandırıyor ve
“zafer!” diye bağırmamıza sebep olacak denli mücadelenin içini boşaltan türden
en patetik reformları ayakta alkışlıyoruz. Aslında insanların önümüzdeki meydan
okumayla yüzleşecek bir kapasiteye sahip olduğuna kesinlikle eminim, geçen on bin
yıl boyunca baskın kültürlerde rüzgarını estiren Tanatos’un ölümcül etkilerini
alaşağı etmek için Eros’un güçlerini yaratabilecek bir potansiyelin var
olduğunu biliyorum.
Ancak; küresel
direniş, radikal özgürlük hareketleri ve ittifak politikaları elimizdeki son
şans, ve tohum ekmek de Monsanto tarafından henüz patenti alınmamış ve genetiği
değiştirilmemiş tohumlar bulabilsek bile bizim için elimizdeki stratejiyi
kaybetmekten başka bir anlam taşımıyor. Bu sabır dolu bekleyip ümit et
yaklaşımı Seneca, Sokrates veya Buda zamanında olsaydık bir asalet havasına
veya göz alıcılığa sahip olabilirdi. Ama toplumsal çöküş ve biyolojik
dağılmanın yaşandığı 21. yy’da bu olamaz, bilim adamlarının birkaç yıl sonra
elimizdeki fırsatlardan istifade etmezsek önlenmesi imkânsız olacak bir yıkımla
bizi uyardığı bir ekolojik döneminde bu olamaz.
Bu yüzden ben
tohum ekmek yerine bomba yerleştirmeyi öneriyorum. Öfke, farkındalık, direniş
ve değişimin patlayıcı güçlerinin fitilini ateşlemeli, tetiğini çekmeliyiz,
yoksa hepimiz her insan (homo) atamızın yaşadığı o aynı yokoluş yolundan aşağı
doğru gideceğiz, giderken de hayatın çoğunu ve her ekosistemi bizimle beraber
yok edeceğiz.
1960’lı yıllarda
Malcolm X o koşullardaki seçimi “kurşunlar veya seçim sandığı”
şeklinde özetlemişti. Elli yıldan fazla bir süre sonra akla gelebilecek her
düzeyde karşı karşıya bulunduğumuz felaket gene benzer kritik seçimler yapmak
zorunda olduğumuzu haber veriyor bize, artık çok daha acil bir durum söz
konusu:izleyip bekleyecek miyiz, yoksa harekete geçip saldıracak mıyız; sakin
sakin oturup duracak mıyız yoksa savaş için hazırlanacak mıyız; boş boş zaman
mı öldüreceğiz yoksa sömürülmüş, hoşnutsuz insanlardan oluşan ordularla bir mi
olacağız; tohum mu ekeceğiz, yoksa bomba mı yerleştireceğiz?
Bu sorunun
cevabını Gandi ve Martin Luther King, Jr’da, medya manipülasyoncularında ya da
uzmanlarında, etrafımızdaki seslerin koşullanmış korku dolu tepkilerinde
bulamayız, bu sorunun cevabı krizlerin nesnel koşullarında, hayvanların can
acısında ve dünyanın ızdırabında bulunabilir ancak.
Çeviri: CemCB
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder