Hayvan Özgürlüğü, Ahlâk ve Sentientizm
Picture
Richard D. Ryder
-tür ayrımcılığı
terimini ilk kullanan ve öneren
psikolog-
İnsanlara yönelik
şiddet eylemlerine ve insan olmayan canlılara yönelik canlılara zarar veren
şiddet eylemlerine aynı sebeplerle karşı çıkıyorum; çünkü bu eylemler onların
acı çekmelerine sebep oluyor. İnsan olmayan canlıların acı çekmesini engellemek
amacıyla insanların acı çekmesine sebep olmak da insan acı çekmesini engellemek
için insan olmayan canlıların acı çekmesine
sebep olmak kadar kötü. Her ikisi de tür
ayrımcısılar.
Eğer insanlar
yasalara nazikçe karşı çıkmalarını sağlayan bir vicdanla hareket ediyorlarsa bu
mümkün; ama yasal ya da yasal olmayan bir şekilde insanlara şiddet uygulamak bambaşka bir şey. Eğer vicdanlarına
göre hareket edenler kanuna karşı gelirlerse sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda
kalacaklarını biliyorlar. Ama şiddet muhakkak acı çekilmesine sebep olma riski
taşıyor.
Bir çok hayvan
hakları savunucusu etik konusuna ilgi duyuyor. Bizi eleştirenlerden farklı
olarak bizde daha yüksek bir doğru ve yanlış duygusu var. Ancak geçmişin ahlâki
değerlerini düşünmeden kabul etmiyoruz- meselâ hayvanlar üzerinde deney
yapılması, hayvanların avlanması, çiftliklerde kullanılması ve yenmesi gibi
değerleri kabul etmiyoruz. Etikteki
temelleri sorgulayıp kendimize şu iki köklü ahlâk bulmacasını soruyoruz:
ahlâklı olmalı mıyız ve hangi moral kodları takip etmemiz gerekiyor?
İlk soru aslında
bir psikoloji sorusu. Ahlâki kapasite nedir, bizde neden bir ahlâk kapasitesi
var? Bütün insan toplumları mülk, insan hayatı, aile kurumu ve gerçeği söylemek
gibi konuları kapsayan erkâna sahiptir. Ancak bu tür kurallarla ilgili büyük
farklılıklar varsa da(meselâ bir kültür poligamiyi överken diğeri kınayabilir)
gene de her birisinde temel kurallar mevcuttur; ahlâk insan doğasına içkinmiş
gibi görülüyor. Bundan kuşku duyuyorum; çünkü türümüzde görülen önemli oranda
bir beyin gelişimi davranışlarımıza yüksek bir esneklik kazandırıyor.
Davranış
spektrumu çok kısıtlı olan bir böcekten farklı olarak bizim olası davranış
spektrumumuz neredeyse sınırsız bir özellik arz ediyor. Eğer araba sürerken
birisi bana küfrederse, onu görmezden gelebilir, ışıklarımı yakarak karşılık
verebilir, kaba bir harekette bulunabilir, bağırabilir, sonsuz alternatif
kombinasyonlardan oluşan şekillerde küfür edebilirim, ya da gazeteye yazı
yazabilir, polise bildirebilir veya tebessüm edebilirim. Bu repertuardan nasıl
bir seçim yapılabilir? Cevabı, ahlâkta gizli. Sıkı bir yetiştirilme ve ahlâki
koşullanma ile çok geniş bir olası tepki repertuarı oluşturulabilir, bu tür
durumlarla karşılaşıldığında söz konusu huzursuzluklar ve endişeler minimum
düzeye indirilebilir.
Böylece ciddi yasal ve gerçekten de ölümcül
komplikasyonlardan da uzak durulmuş oluyor. İnsan türünün ahlâki kodlara sahip
tek tür olduğunu söylemiyorum. Muhakkak ki bir çok türün ebeveynleri
yavrularına belli davranış kalıplarının yanlış olduğunu (meselâ annenin
kulağını ya da patisini ısırmak gibi) öğretiyor. Aynı türden olan farklı
topluluklar aynen bizim gibi farklı kültürlere sahip olabilir. Ama insanların
ahlâki kodları bir çok diğer türden
sadece büyük beynimiz sebebiyle değil dilimizin kompleksitesi sebebiyle de çok daha kompleksite ve çeşitlilik arz
ediyor.
Söylediğim şey,
ahlâk kapasitemizin bir takım kararlar almamıza yardımcı olduğu. Bir kriz
anında çok fazla düşünmek zorunda
değiliz. Bu durum reaksiyon süresini
yükseltirken genelde anksiyeteyi azaltır. Ama muhakkak birbirine uyumlu bireylerin var olduğu bir toplum
yaratmaya yardım eder, bu bireyler olaylara benzer şekilde tepkiler göstermeye
eğilimlidirler. Belki de ahlâkta bir çeşit hayatta kalmayı başarma değeri
vardır.
İkinci soru şu:
“ahlâkı nasıl seçeriz?”. Doğru ve yanlış için nesnel bir kriter var mı, yoksa
ahlâk bir çeşit damak tadı meselesi mi? Kişisel olarak doğru ve yanlışın arkeolojik kalıntılar gibi
keşfedilmeyi beklediğini kabul edemem. Ama
davranışımı bir çeşit rasyonel programa dayandırmaya çalışabilirim, yani
tutarlı olmak ya da
evrenselleştirilebilen bir takım kurallara uymaya çalışmak gibi bir şey
yapabilirim, yani meselâ birisi para kazanmak adına birilerine acı çektirmenin yanlış olduğuna inanıyorsa o
zaman bu kurallar tutarlı bir şekilde uygulanabilmelidir, sadece akraba ve
arkadaşlarımıza değil, yabancılara ve farklı ırktan insanlara ya da farklı tür
üyelerine de uygulanabilmelidir. Ayrıca
çocukluktan beri “şunu yapma, bunu yapma seni şımarık çocuk “ gib
cümlelerle bana öğretilen suçluluk hissi yerine vicdanımın sesini dinleyebilirim.
Hayır, empatiye dayanan o hakîki vicdan sesinden söz etmiyorum. Bu kapasite
bence içsel bir şey olup bebeklikten itibaren bütün çocuklarda bulunabilir.
Onlar başka hayvanların da insanlar gibi acı çekebildiğini bilirler. Haklılar.
Geçmişte yetişkinler çocukların beynini yıkamaya çalıştılar, kendilerinin de
kendi ebeveynleri tarafından beyinleri
yıkanmıştı, hepsi de diğer hayvanların kendilerinden tamamen farklı olduğuna
inanıyordu. Bu durum çocukların diğer
türleri sömürüyor olmaktan kaynaklı o suçluluk duygusunun sebep olduğu rahatsızlık
hissini yaşamadan büyümelerine izin veriyordu.
O halde burada
söylediğim şey, kendi açımdan acı çekmenin kötü bir şey olduğunu bilmem gibi,
duyguları olan diğer canlılar için de
aynı derecede kötü olduğunu söylemekten ibaret. Burada işte bu altruistik
sıçrayışı gerçekleştirmiş oluyorum. Ne
kadar yukarı sıçradığım da diğer canlılarla olan tanışıklığım, onlardan korkmam
ve alan, gıda ya da güvenlik ihtiyaçlarım tarafından belirlenmiş durumdadır.
Ahlâki çember, yavaş yavaş aile ve kabileden yabancıları ve diğer ırktan olan
insanları da biçimde kadar genişledi. Artık diğer türleri de bu çembere dahil
etmek zorundayız. Ahlâk tamamen başkalarını düşünmekle ilgili bir olgu.
Etikteki
problemlerden biri bana göre iki farklı şeyin birbirine karıştırılmasından
kaynaklanıyor: davranış teorileri ve ahlâk kodları. Elbette bütün duygu sahibi
canlılar mutlu olmak isteyip acıdan da uzak durmaya çalışıyor-bu bütün davranış teorilerinin en temel yasası.
Ama ahlâk doğal olarak yapmaya meyilli olduğumuz şeylerle ilgili değildir, ahlâk, doğru olduğunu
düşündüğümüz şeyi yapmakla ilgilidir. Ahlâk doğal itkilerimize çok ters bir
şekilde gelişebilir, kişisel
çıkarlarımıza ters düşebilir. Bazen başkalarına yönelik sempatimiz
ahlâklı davranışlar sergilememizi kolaylaştırabilir ama bazen bu tam tersi
davranışlar sergilememize sebep olan durumlar oluşabilir; işte bu tür
koşullarda doğru ve yanlışla ilgili
rasyonel bilişsel duygularımız bizi ahlâklı olmayan davranışlara iten gerekçelere
üstün gelebilmelidir. Temelde ahlâk başka canlılara nasıl davrandığımla
ilgilidir. Başkalarına mutluluk ve keyif mi yoksa acı mı verdiğimizle ilgilidir; onları mutlu ettiğine inandığım
şeyleri yapıp yapmadığımla ilgilidir.
Konfüçyüs’ün söylediği gibi “sana yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına
yapma”.
Peki “öteki”leri
nasıl tanımlıyoruz? Elbette bu tanıma
insanları, insan olmayan canlılar ve hatta bilinçli olduklarına dair bir kuşku
meydana gelmişse geleceğin makinelerini de dahil etmeliyiz. Sentientizm derken
bunu kastediyorum. Bir grubun acılarını ve zevklerini başka bir grubun zevk ve
acılarıyla değiştirmeye izin vermez bu bakış. Faydalanmacı değiş tokuş
modelinin zayıflığı ise meselâ bir sadistin zevklerinin kurbanlarına uyguladığı
acıları meşrulaştırmasına izin vermesidir. Elbette bilinçlilik ve duygu sahibi
olma durumu (yani sentient olmak) bireyle sınırlanmıştır; başkalarına transfer
edilemez. Bu yüzden bireyler arasında
değiş tokuş yapamazsınız, her birey bu yüzden dokunulmazdır; sentientizm budur.
Ve bence bu, bin yılın en büyük ahlâki karşı çıkışını oluşturuyor
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder