15 Ekim 2011 Cumartesi

Richard D. Ryder - Hayvan Özgürlüğü, Ahlâk ve Sentientizm


Hayvan Özgürlüğü, Ahlâk ve Sentientizm

Picture

Richard D. Ryder

-tür ayrımcılığı terimini ilk kullanan ve  öneren psikolog-

İnsanlara yönelik şiddet eylemlerine ve insan olmayan canlılara yönelik canlılara zarar veren şiddet eylemlerine aynı sebeplerle karşı çıkıyorum; çünkü bu eylemler onların acı çekmelerine sebep oluyor. İnsan olmayan canlıların acı çekmesini engellemek amacıyla insanların acı çekmesine sebep olmak da insan acı çekmesini engellemek için insan  olmayan canlıların acı çekmesine sebep olmak kadar kötü. Her  ikisi de tür ayrımcısılar.

Eğer insanlar yasalara nazikçe karşı çıkmalarını sağlayan bir vicdanla hareket ediyorlarsa bu mümkün; ama yasal ya da yasal olmayan bir şekilde insanlara şiddet  uygulamak bambaşka bir şey. Eğer vicdanlarına göre hareket edenler kanuna karşı gelirlerse sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalacaklarını biliyorlar. Ama şiddet muhakkak acı çekilmesine sebep olma riski taşıyor.

Bir çok hayvan hakları savunucusu etik konusuna ilgi duyuyor. Bizi eleştirenlerden farklı olarak bizde daha yüksek bir doğru ve yanlış duygusu var. Ancak geçmişin ahlâki değerlerini düşünmeden kabul etmiyoruz- meselâ hayvanlar üzerinde deney yapılması, hayvanların avlanması, çiftliklerde kullanılması ve yenmesi gibi değerleri kabul etmiyoruz. Etikteki  temelleri sorgulayıp kendimize şu iki köklü ahlâk bulmacasını soruyoruz: ahlâklı olmalı mıyız ve hangi moral kodları takip etmemiz gerekiyor?

İlk soru aslında bir psikoloji sorusu. Ahlâki kapasite nedir, bizde neden bir ahlâk kapasitesi var? Bütün insan toplumları mülk, insan hayatı, aile kurumu ve gerçeği söylemek gibi konuları kapsayan erkâna sahiptir. Ancak bu tür kurallarla ilgili büyük farklılıklar varsa da(meselâ bir kültür poligamiyi överken diğeri kınayabilir) gene de her birisinde temel kurallar mevcuttur; ahlâk insan doğasına içkinmiş gibi görülüyor. Bundan kuşku duyuyorum; çünkü türümüzde görülen önemli oranda bir beyin gelişimi davranışlarımıza yüksek bir esneklik kazandırıyor.

Davranış spektrumu çok kısıtlı olan bir böcekten farklı olarak bizim olası davranış spektrumumuz neredeyse sınırsız bir özellik arz ediyor. Eğer araba sürerken birisi bana küfrederse, onu görmezden gelebilir, ışıklarımı yakarak karşılık verebilir, kaba bir harekette bulunabilir, bağırabilir, sonsuz alternatif kombinasyonlardan oluşan şekillerde küfür edebilirim, ya da gazeteye yazı yazabilir, polise bildirebilir veya tebessüm edebilirim. Bu repertuardan nasıl bir seçim yapılabilir? Cevabı, ahlâkta gizli. Sıkı bir yetiştirilme ve ahlâki koşullanma ile çok geniş bir olası tepki repertuarı oluşturulabilir, bu tür durumlarla karşılaşıldığında söz konusu huzursuzluklar ve endişeler minimum düzeye indirilebilir.

Böylece  ciddi yasal ve gerçekten de ölümcül komplikasyonlardan da uzak durulmuş oluyor. İnsan türünün ahlâki kodlara sahip tek tür olduğunu söylemiyorum. Muhakkak ki bir çok türün ebeveynleri yavrularına belli davranış kalıplarının yanlış olduğunu (meselâ annenin kulağını ya da patisini ısırmak gibi) öğretiyor. Aynı türden olan farklı topluluklar aynen bizim gibi farklı kültürlere sahip olabilir. Ama insanların ahlâki kodları  bir çok diğer türden sadece büyük beynimiz sebebiyle değil dilimizin kompleksitesi sebebiyle de  çok daha kompleksite ve çeşitlilik arz ediyor.

Söylediğim şey, ahlâk kapasitemizin bir takım kararlar almamıza yardımcı olduğu. Bir kriz anında  çok fazla düşünmek zorunda değiliz. Bu durum  reaksiyon süresini yükseltirken genelde anksiyeteyi azaltır. Ama muhakkak birbirine  uyumlu bireylerin var olduğu bir toplum yaratmaya yardım eder, bu bireyler olaylara benzer şekilde tepkiler göstermeye eğilimlidirler. Belki de ahlâkta bir çeşit hayatta kalmayı başarma değeri vardır.

İkinci soru şu: “ahlâkı nasıl seçeriz?”. Doğru ve yanlış için nesnel bir kriter var mı, yoksa ahlâk bir çeşit damak tadı meselesi mi? Kişisel olarak  doğru ve yanlışın arkeolojik kalıntılar gibi keşfedilmeyi beklediğini kabul edemem. Ama  davranışımı bir çeşit rasyonel programa dayandırmaya çalışabilirim, yani tutarlı olmak ya da  evrenselleştirilebilen bir takım kurallara uymaya çalışmak gibi bir şey yapabilirim, yani meselâ birisi para kazanmak adına birilerine acı  çektirmenin yanlış olduğuna inanıyorsa o zaman bu kurallar tutarlı bir şekilde uygulanabilmelidir, sadece akraba ve arkadaşlarımıza değil, yabancılara ve farklı ırktan insanlara ya da farklı tür üyelerine de uygulanabilmelidir. Ayrıca  çocukluktan beri “şunu yapma, bunu yapma seni şımarık çocuk “ gib cümlelerle bana öğretilen suçluluk hissi yerine vicdanımın sesini dinleyebilirim. Hayır, empatiye dayanan o hakîki vicdan sesinden söz etmiyorum. Bu kapasite bence içsel bir şey olup bebeklikten itibaren bütün çocuklarda bulunabilir. Onlar başka hayvanların da insanlar gibi acı çekebildiğini bilirler. Haklılar. Geçmişte yetişkinler çocukların beynini yıkamaya çalıştılar, kendilerinin de kendi ebeveynleri  tarafından beyinleri yıkanmıştı, hepsi de diğer hayvanların kendilerinden tamamen farklı olduğuna inanıyordu. Bu durum   çocukların diğer türleri sömürüyor olmaktan kaynaklı o suçluluk duygusunun sebep olduğu rahatsızlık hissini yaşamadan büyümelerine izin veriyordu.

O halde burada söylediğim şey, kendi açımdan acı çekmenin kötü bir şey olduğunu bilmem gibi, duyguları olan diğer canlılar  için de aynı derecede kötü olduğunu söylemekten ibaret. Burada işte bu altruistik sıçrayışı gerçekleştirmiş oluyorum.  Ne kadar yukarı sıçradığım da diğer canlılarla olan tanışıklığım, onlardan korkmam ve alan, gıda ya da güvenlik ihtiyaçlarım tarafından belirlenmiş durumdadır. Ahlâki çember, yavaş yavaş aile ve kabileden yabancıları ve diğer ırktan olan insanları da biçimde kadar genişledi. Artık diğer türleri de bu çembere dahil etmek zorundayız. Ahlâk tamamen başkalarını düşünmekle ilgili bir olgu.

Etikteki problemlerden biri bana göre iki farklı şeyin birbirine karıştırılmasından kaynaklanıyor: davranış teorileri ve ahlâk kodları. Elbette bütün duygu sahibi canlılar mutlu olmak isteyip acıdan da uzak durmaya çalışıyor-bu  bütün davranış teorilerinin en temel yasası. Ama ahlâk doğal olarak yapmaya meyilli olduğumuz şeylerle  ilgili değildir, ahlâk, doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi yapmakla ilgilidir. Ahlâk doğal itkilerimize çok ters bir şekilde gelişebilir, kişisel  çıkarlarımıza ters düşebilir. Bazen başkalarına yönelik sempatimiz ahlâklı davranışlar sergilememizi kolaylaştırabilir ama bazen bu tam tersi davranışlar sergilememize sebep olan durumlar oluşabilir; işte bu tür koşullarda  doğru ve yanlışla ilgili rasyonel bilişsel duygularımız bizi ahlâklı olmayan davranışlara iten gerekçelere üstün gelebilmelidir. Temelde ahlâk başka canlılara nasıl davrandığımla ilgilidir. Başkalarına mutluluk ve keyif mi yoksa acı mı verdiğimizle  ilgilidir; onları mutlu ettiğine inandığım şeyleri yapıp yapmadığımla  ilgilidir. Konfüçyüs’ün söylediği gibi “sana yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma”.

Peki “öteki”leri nasıl tanımlıyoruz? Elbette  bu tanıma insanları, insan olmayan canlılar ve hatta bilinçli olduklarına dair bir kuşku meydana gelmişse geleceğin makinelerini de dahil etmeliyiz. Sentientizm derken bunu kastediyorum. Bir grubun acılarını ve zevklerini başka bir grubun zevk ve acılarıyla değiştirmeye izin vermez bu bakış. Faydalanmacı değiş tokuş modelinin zayıflığı ise meselâ bir sadistin zevklerinin kurbanlarına uyguladığı acıları meşrulaştırmasına izin vermesidir. Elbette bilinçlilik ve duygu sahibi olma durumu (yani sentient olmak) bireyle sınırlanmıştır; başkalarına transfer edilemez. Bu yüzden  bireyler arasında değiş tokuş yapamazsınız, her birey bu yüzden dokunulmazdır; sentientizm budur. Ve bence bu, bin yılın en büyük ahlâki karşı çıkışını oluşturuyor

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder