Hayvan Hakları Neden (Hâlâ) Feminist Bir Konudur?
“Mutlu İnekler”
göklerde koşup oynuyor….
Satya online
sitesinden
Katrina Fox
Yakın zamanlarda
Sydney Avustralya’da son 15 yılda yapılan ilk feminist konferansı olan “F”’ye
katıldım. Hafta sonu süren programda bir çok farklı tartışma ve workshop
bulunuyordu.
Panellere en
azından farklı ırktan bir kişinin katılması
için çaba gösterilmişti. Konuşmacıların çoğu beyaz ayrıcalığının
farkındaydı ve bunu sorguluyordu, ayrıca bazı workshoplar erkekler ,seks
işçileri, transseksüel insanlar tarafından düzenleniyordu. Konferansta katılımcılık esası temel
alınmıştı ve herkese açıktı.
Şu an kadar
herşey iyi. Ancak bazı alanlarda ilerleme kaydedilirken gündemden ve gerçekten
de feminist bilinçten kayıp düşmüş bulunan bir alan vardı , işte bu alan, tür
ayrımcılığı: yani canlının hangi türe
ait olduğuna bakarak ona farklı değerler ve haklar atfetme durumu.
Bu durum en çok
ikram servisinde belli oluyordu, ikram servisinde hayvan eti parçalarının
dağıtıldığı bir bölüm vardı, hayvan eti parçaları arasında veal dana, çay ve
kahveye katmak üzere bol bol süt bulunuyordu. Konferans yemeği ise vejetaryen
olmayan bir restaurantta düzenlendi. Nihayetinde katıldığım konferans aslında
Felaket’in F’siymiş de haberim yokmuş.
Farklı baskı
biçimleri arasındaki bağlantı noktalarını kavrama başarısızlığından söz
ediyorum- söz konusu durumda kadınlar ve insan olmayan canlılar arasındaki
bağlantı noktalarını kavrayamamaktan…
Feminizm ve
hayvan hakları konuları ne şekilde kesişiyor?
Bütün hayvanlar
yoğun bir fabrika çiftçiliği sistemi içerisinde acı çekiyor, türlerin dişi
üyeleri ise genellikle en uzun süreli ve sinsi istismarlara maruz kalıyor:
* Kafes tavukları küçücük kafeslere diğer
tavuklarla beraber dolduruluyor. Gagaları sıcak bir giyotinle kesiliyor, bu
kesme eylemi uç noktalarda acı verici bir süreç, çoğu tavuk kısa hayatlarının
geri kalan süresi boyunca bir şeyler yemekte zorlanıyor. Bir sene boyunca hiç
durmadan yumurtlamaya zorlanıyorlar, vücutları mahvoluyor, kafeslerden
çıkarılıp kasalara dolduruluyor, mezbahaya gönderiliyorlar, mezbahalarda kesimi
beklemek için bir taşıma kayışına baş aşağı zincirlenerek asılıyorlar. Bu süreç
boyunca hayvanların çoğu bir çok kırıkla yaşamak zorunda kalıyor.
* Süt endüstrisi insan türünden olmayan
dişi hayvanların (feminist hareketin kadınların kendi vücutlarını ve üreme
sistemlerini kontrol etme hakkı uğruna mücadele etmeye verdiği önem düşünülünce
bu kesinlikle feminist bir konu) üretim sistemlerinin kontrol edilmesi üzerine inşa edilmiştir. İnekler
sürekli hamile bırakılır, böylece bebekleri (insanlar gibi dokuz ay taşıyarak)
ve bebeklerinin sütü bu hayvanlardan çalınabilir. İnekler yavrularını
kaybedince acıyla bağırıyor. Dişi danaların boynuzları ve meme başları anestezi
kullanmadan kesilir, bazı yerlerde kuyrukları da koparılır. Süt sağma
makineleri ineğin vücuduna bağlanır, bunun sonucunda büyük ağrıya sebep olan
enfeksiyonlar yaşanır, meme iltihabı gibi. Zoraki gebelik, doğum, hırsızlık ve
acı çemberi ineğin vücudu artık süt üretemeyene ve hayvan mezbahaya öldürülmek
üzere gönderilene dek sürüp gider.
* Dişi domuzlar zorla gebe bırakılıp domuz
bölmelerinde tutulurlar, domuz bölmeleri bu hayvanların sağa sola dönemeyeceği
kadar küçük yerlerdir, bu bölmelerde hayvanlar normalde sosyal yaratıklar
olduğu için sık sık delirir. Ölene dek bu bölmelerde tutulur ve sürekli gebe
bırakılırlar. Doğum sonrası doğum bölmelerinde yavrularına neredeyse temas
edemeden yavrularına süt vermeye zorlanırlar.
Damızlık
çiftlikleri
Damızlık
Çiftliklerinde “mutlu inekler”
* Hayvan hakları grupları mezbaha
çalışanlarının dişi hayvanları cinsel olarak istismar ettiğini filme çekmeyi
başardı.
* Bu sözler erkek hayvanların acı çekmediği
anlamına gelmiyor; elbette bir dişi hayvanın erkek yavruları da çok az parasal
değere sahip “yan ürünler” olarak görülüyor:
* Avustralya’da erkek danalar veal dana eti
olması için öldürülüyor, diğer ülkelerde de veal bölmelere gönderiliyorlar, bu
bölmeler çok küçük olduğu için hayvanlar sağa sola hareket edemiyor, kasları
atrofi geçiriyor. Etleri “yumuşak” ve renksiz olsun diye en temel besinlerden
yoksun bırakılıyorlar.
* Kafeslerde doğan erkek civcivlerden
anından kurtuluyorlar- genelde canlı canlı doğrandıkları makinelerin içine
atılıyorlar.
Bu yüzden, ironik
olması bir yana feminist bir konferansta yeşil milletvekili ve vegan Lee
Rhiannon’un kürtaj hakları konusunda konuşmak üzere davet edilmiş olması
gerçekten hayal kırıklığı yaratıyor. Buradaki ironi ise yemekte yenen şeyin
başka birisinin vücudu (olasılıkla bir dişinin) ve sıvıları (kesinlikle dişi)
olması ve insanlar kendi uğradıkları baskılardan ve bedensel üretimde özerklik
uğruna mücadele ederken bunları yiyip içebilmesi oluyordu.
Hayvan hakları
modern feminist gündemden neden çıktı?
70 ve 80’lerde
feminizm ve hayvan hakları arasında daha güçlü bir bağ vardı, ayrıca bu ikisi
arasındaki bağlar daha fazla kabul ediliyordu. Peki sonra ne oldu?
Ekofeminizm
terimi ve onun hayvanlarla ve çevreyle
bağlantısı günümüz feministlerinin zihninde ne gibi düşünceler uyandırıyor?
Bazıları bunu
kadınların dünyayla bağına ya da bazı ekofeministlerin porno karşıtı, seks
işçiliği karşıtı ya da transfobik söylemine bağlıyorlar. Bütün pornoların kötü
olduğu, bütün seks işçilerinin bilseler de bilmeseler de aslında bir kurban
olduğu ve cinsiyetinizi değiştirmek için cerrahi ve hormonal bir tedavi
geçirmenin doğal olmadığı şeklindeki genellemeler bir çok feministi
yabancılaştırmıştır, özellikle de eşcinsel ve genç feministleri.
Ancak bu
ekofeminizm içindeki söylemlerin yol almadığı anlamına gelmez-gerçekten de
ekofeminist teorinin çoğu özcülük kavramlarının ne kadar sorunlu ve gerici
olduğunu ortaya koymuştur
Ancak popüler
medyada ve blog dünyasının feminist bölümünde feministler beden imgesi, pop kültür
analizi –hip ve trendy konular gibi- ve
raunch kültürüne (alt sınıf davranışları ya da sosyal olarak anormal kabul
edilen cinsel davranış) odaklanırken ekofeminist teori bir kenara itiliyor,
“eski kafa” ya da “hiç cool değil” gibi bir şekilde bir kenara atılıyor,
oysa aslında ekofeminist teori eskisine
kıyasla çok daha bağlayıcı bir konuma gelmiş bulunuyor.
Elbette PETA gibi
hayvan hakları gruplarının da feminizm
ve hayvan hakları konularının birbiriyle bağının kopmasına seksist ve bazı
yerlerde ırkçı reklamları sebebiyle katkıda bulunduğunu söylememiz gerek.
Irk Meseleleri
Irk meselesi de
baskı çeşitlerinin kesişmesi konusuna dahil.
Sistah Vegan adlı
yeni kitabında Breeze Harper siyah ve vegan kadınların nasıl beslenip yemek
yediği, ekolojik sürdürülebilirliği nasıl algıladıkları, sağlık ve iyileşmeye
nasıl baktıkları, hayvan hakları, anne baba olmak, sosyal adalet, ruhsallık,
saç bakımı, ırk, cinsellik, kadıncılık, özgürlük ve kimlik konularında ne
düşündüklerini ortaya koyuyor ve son derece haklı olarak beyaz ırk
bilinçliliğinin ve popüler hayvan hakları hareketi ve vegan basmakalıplarının
hep aynı şeyi işaret ettiğini gösteriyor: ayrıcalık, beyaz ve zayıf bir vücut.
Kitaptaki bu
düşünceler Afrika diasporasından Kuzey Amerikalı kadınların düşüncelerini
yansıtıyor ve ortaya koyduğuna göre bu kadınlar veganizme hayvan hakları
aracılığıyla ulaşmamışlar. Aslında bir çoğu yeme biçimlerini değiştirerek
sağlıklı yiyecek seçimleri ya da çiğ gıdaları tercih ederek vücutları
üzerindeki sömürgeleştirmeye son veriyorlar.
Ancak, vegan olma
mesajını yayarken beyaz insanların ağırlıkta olduğu bir hayvan hakları
hareketinin ırk, sınıf ve cinsiyet konularını da düşünmelerini sağlamak önem
taşıyor: Organik, adil ticaret ve zulüm bulaşmamış yiyecekleri almaktansa Mc
Donalds’ın Happy Meal’ını almak daha ucuz olabilir. Bildiğimiz gibi yoksulluk
içinde yaşayan insanların çoğu Batı toplumlarındaki kurumlaşmış ırkçılık
sebebiyle daha çok siyah insanlardan oluşuyor.
İttifaklar ve
Koalisyonlar Kurmak
Bu yüzden
koalisyonlar kurarak baskı çeşitlerinin kesişmesine yönelik bir farkındalık
yaratmak önemli: kadınlar, feministler olarak adalet mücadelemizin ırkçılık,
homo/transfobi, sınıf ve tür ayrımcılığı ve etik olmayan şirketlerin utanmadan
“yiyecek” diye etiketlediği ürün promosyonları aracılığıyla gezegenin yıkıma uğratılması ve sağlığımızın
zarar görmesinin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğunu anlamamız gerekiyor.
Kolay bir şey
olduğunu söylemiyorum. İttifak kurmak kendi ayrıcalıklarımızı kabul edip
davranışlarımızda, eylemlerimizde ve hayat tarzlarımızda büyük değişimler
yaratmak demek. Breeze Harper’ın videosunda söylediği gibi: dönüşüm konforlu
bir şey değildir. Zordur; çünkü kimliklerimizi cinsiyet, ırk ve tür
üyeliğimizin sağladığı ayrıcalıkları sürdüren süreçlerle inşa ederiz.
Harper’a
göre birisi bir diğer insana yaklaşıp da
“senin eylemlerin bana zarar veriyor (seksist, homo/transfobik, ırkçı ya da tür
ayrımcısı), bir sorun olduğunu görüyorum, bu konuda konuşabilir miyiz?”
dediğinde genelde iki şey olur.
Birincisi,
karşımızdaki kişi savunma pozisyonu alır ve yaptığı şeyin başkalarına olumsuz
bir etkide bulunduğunu kabul etmeyi reddeder. İkincisi ise söz konusu kişi bir
aydınlanma ânı yaşayabilir, ardından farkındalık eksikliği ve başka canlıların
acı çekmesine neden olduğu sebebiyle kendini kötü hissedebilir.
Hayatımızın
farklı dönemlerinde bilgi ve farkındalığımızın arttığı idrak anları yaşarız. Bu
yüzden feministler olarak nihayet kendimizi
ırkçı veya homo/transfobik olmanın kabul edilebilir bir şey
olmadığını anlamaya açık olabiliriz, bu
bilinç, tür ayrımcısı olmamaya da açık olmamız noktasına kadar
genişletilebilmeli.
Multi milyar
dolarlık hayvancılık endüstrileri sütlerini bile isteye veren “mutlu inekler”
reklamlarıyla müthiş bir iş çıkardı, hayvancılıkta yaşanan her türden işkence
dolu pratikleri gizlemeyi de başardılar, yazının başlangıcında sözü edilen
işkenceler de dahil.
Çiftlik
hayvanları acı, korku, kayıp ve yas duyduları hissediyorlar. Onların
vücutlarını ve sıvılarını tüketerek onların işkence görmesi ve istismar
edilmelerine onay vermiş oluyoruz. Feministler olarak insan türünden olmayan canlılarınki de dahil
diğer canlıların mücadelelerine destek veren ve onları önemseyen bir etik
standarda sımsıkı tutunmalıyız, yoksa bizleri kadınlar olarak baskı altına alıp
ezmek isteyen ataerkillikten hiç bir farkımız kalmaz.
Buradaki mesele
insan YA DA hayvan hakları için mücadele etmek değil, feminist gündeme VEYA
hayvan haklarına katılmak da değil. Tecavüz kriz merkezi başlatmak yerine
dirikesim karşıtı bir gösteriye katılmanız gerekmiyor, ama en azından günlük tüketimlerimizde,
özellikle de feminist konferanslarda insan türünden olmayan canlıların
sömürülmesine destek vermemeyi seçebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder