Yaralanacağı
Yerden Vur
9 Mart 2007
Ted Kaczynski
1. Bu Makalenin
Amacı
Bu makalenin
amacı, insan çatışmasının çok basit bir ilkesine, tekno-endüstriyel sistemin
düşmanlarının dikkate almaz göründükleri bir ilkeye dikkat çekmektir. Söz
konusu ilke, herhangi bir çatışma biçiminde, eğer kazanmak istiyorsanız,
düşmanınızın yaralanacağı yerine vurmanız gerektiğidir.
“Yaralanacağı
yerden vurmak”tan bahsettiğimde illaki fiziksel darbelere ya da fiziksel
şiddetin başka herhangi bir biçimine gönderme yapıyor olmadığımı açıklamak
zorundayım. Örneğin sözlü tartışmada “yaralanacağı yerden vurmak”,
iddialarınızı rakibinizin pozisyonunun en zayıf olduğu noktaya yöneltmeniz
anlamına gelir. Başkanlık seçiminde, “yaralanacağı yerden vurmak”, seçimle
ilgili hayati olayları barındıran durumları rakibinizden kazanmanız anlamına
gelir. Ben yine de, bu tartışmayı yürütürken fiziksel çarpışmayla benzerlikler
kuracağım, çünkü bu daha etkili ve açık bir yol.
Birisi size
yumruk attığında, kendiniz onun yumruğuna vurarak savunamazsınız, çünkü onu bu
yolla yaralayamazsınız. Kavgayı kazanmak için yaralanacağı yerden vurmanız
gerekir. Bu da demektir ki, yumruğun ardına geçmeli ve o kişinin bedeninin
duyarlı ve zayıf yerlerine vurmalısınız.
Bir kereste
şirketine ait bir buldozerin evinizin yakınındaki ormanı yıktığını ve sizin de
onu durdurmak istediğinizi farz edin. Toprağı yaran ve ağaçları alaşağı eden, o
buldozerin kepçesidir ama kepçeye bir balyoz indirmek zaman kaybı olacaktır.
Eğer balyozla kepçe üzerinde uzun ve zorlu bir çalışma yürütürseniz, ona
kullanılmaz hale gelecek zararı vermeyi başarabilirsiniz (1). Fakat buldozerin
geri kalanıyla kıyaslandığında, kepçe görece ucuz ve kolay yenilenebilirdir.
Kepçe, yalnızca, buldozerin toprağa vurmak için kullandığı “yumruk”tur.
Makineyi yenmek için “yumruğun” ardına geçmeniz ve buldozerin hayati
parçalarına saldırmanız gerekir. Örneğin motor, radikallerin iyi bildiği
araçlarla, az bir zaman ve çaba harcayarak tahrip edilebilir.
Bu noktada,
kimseye bir buldozeri tahrip etmesini tavsiye etmediğimi vurgulamalıyım (kendi
malı olmadığı sürece). Ya da bu makaledeki herhangi bir nokta, herhangi türden
illegal bir faaliyeti tavsiye ediyor gibi de yorumlanmamalıdır. Ben bir
mahkumum ve eğer illegal faaliyeti özendirecek olsaydım, bu makalenin
hapishanenin dışına çıkmasına izin bile verilmezdi. Buldozer benzeşimini
kullanıyorum, çünkü bu açık ve etkili; ve aynı zamanda radikaller tarafından
takdir edilecektir.
2. Teknoloji
Hedeftir
“Çağdaş tarihsel
süreci belirleyen temel değişken(in) teknolojik gelişme tarafından sağlandı”ğı
(Celso Furtado) genel olarak kabul edilir. Teknoloji, dünyanın mevcut
durumundan – geri kalan her şeyden daha fazla – sorumludur ve dünyanın gelecekteki
gelişimini kontrol edecektir. Bu yüzden ortadan kaldırmamız gereken “buldozer”,
modern teknolojinin ta kendisidir. Çoğu radikal bunun farkındadır ve bu nedenle
görevin tekno-endüstriyel sistemin tümünü yok etmek olduğunu anlamaktadır. Ama
malesef, sistemi yaralandığı yerden vurma gerekliliğine çok az dikkat
edilmiştir.
McDonald’s ya da
Sturbuck’s ı tarumar etmek anlamsızdır. McDonald’s ya da Sturbuck’s i iplediğim
için söylemiyorum. Birisinin bunları dağıtıp dağıtmaması umurumda değil. Fakat
bu, devrimci faaliyet değildir. Dünyadaki tüm fast-food zinciri yok edilse bile
tekno-endüstriyel sistem sonuçta asgari düzeyde bir zarara uğrayacaktır, çünkü
sistem, fast-food zinciri olmadan da rahatlıkla yaşamaya devam edebilir.
McDonald’s ya da Sturbuck’s a saldırdığınızda, yaralanacağı yerden vuruyor
olmuyorsunuz.
Bundan birkaç ay
önce Danimarkalı genç bir adamdan mektup aldım. Genç adam tekno-endüstriyel
sistemin yok edilmesi gerektiğine inanıyordu, çünkü – söylediği gibi – “Böyle
devam edersek ne olacak?”. Bununla birlikte, göründüğü kadarıyla onun
“devrimci” faaliyeti kürk çiftliklerine baskın yapmaktı. Bu faaliyet,
tekno-endüstriyel sistemi zayıflatma aracı olarak, tamamen kullanışsızdır.
Hayvan özgürlükçüleri kürk endüstrisini tamamen yok etmekte başarılı olsalar
bile, sisteme hiç zarar vermiş olmayacaklar çünkü sistem kürkler olmadan da
mükemmel bir şekilde işleyebilir.
Vahşi hayvanları
kafeslere tıkmanın dayanılmaz olduğuna ve bu uygulamaya son vermenin soylu bir
amaç olduğuna katılıyorum. Fakat başka soylu amaçlar da vardır: trafik
kazalarının önüne geçmek, evsizler için barınak sağlamak ya da yaşlıların yolda
karşıdan karşıya geçmesini sağlamak gibi. Yine de yeterince aptal olmayan kimse
bunu devrimci faaliyetle karıştırmaz ya da bunların sistemi zayıf düşürecek
şeyler olduğunu sanmaz.
3. Kereste
Endüstrisi İkincil Bir Sorundur.
Başka bir örneği
ele alırsak, aklı başında olan kimse, gerçek vahşi hayat gibi bir şeyin
tekno-endüstriyel sistem var olmaya devam ettiği sürece hayatta kalabileceğine
inanmaz. Çoğu çevreci radikal, bunun sistemin çöküşü için neden ve umut olduğu
konusunda hem fikir. Fakat pratikte, tüm yaptıkları kereste endüstrisine
saldırmak.
Kereste
endüstrisine saldırmalarına kesinlikle hiçbir itirazım yok. Aslında bu, kalben
yakın hissettiğim bir sorundur ve radikallerin kereste endüstrisine karşı
kazandıkları başarılardan keyif alıyorum. Buna ek olarak, burada açıklama
ihtiyacı hissettiğim nedenlerle, kereste endüstrisine karşı çıkmanın sistemi
yıkma çabalarının bir öğesi olması gerektiğini düşünüyorum.
Fakat kereste
endüstrisine saldırmak sisteme karşı çalışmak için kendi başına etkili bir yol
değildir; hatta pek mümkün olmasa da, radikaller dünyanın her tarafındaki
keresteciliği durdurmayı başarsalar dahi, bu, sistemi alaşağı etmeyecektir. Ve
vahşi hayatı kalıcı bir şekilde kurtaramayacaktır. Politik iklim er ya da geç
değişecek ve kerestecilik yeniden başlayacaktır. Kerestecilik dirilmese bile,
vahşi hayatın yok edileceği ya da yok edilmese de uysallaştırılacağı ve evcilleştirileceği
başka olaylar olacaktır. Madencilik ve maden araştırmaları, asit yağmuru, iklim
değişiklikleri ve türlerin nesillerinin tükenişi vahşi hayatı tahrip ediyor;
vahşi hayat – diğer şeylerin yanı sıra, hayvanların elektronik takibi,
nehirlerin planlı üretilen balıklarla doldurulması ve genetik müdaheleye
uğramış ağaçların dikilmesini kapsayan yollarla – yeniden yaratım, bilimsel
çalışma ve kaynak yönetimi aracılığıyla uysallaştırılıyor ve evcilleştiriliyor.
Vahşi hayat
yalnızca tekno-endüstriyel sistemin yok edilmesiyle kalıcı bir şekilde
korulanabilir ve sistemi kereste endüstrisine saldırarak yok edemezsiniz.
Sistem kereste endüstrisi ölse de kolaylıkla ayakta kalabilir, çünkü odun
ürünleri sistem için faydalı olsa da, gerekirse başka malzemelerle değiştirilebilir.
Sonuç olarak,
kereste endüstrisine saldırdığınızda sisteme yaralanacağı yerden vuruyor
olmuyorsunuz. Kereste endüstrisi yalnızca, sistemin vahşi hayatı tahrip ettiği
“yumruk”tur (ya da yumruklardan biridir) ve aynı yumruk yumruğa kavgada olduğu
gibi, yumruğa vurarak kazanmazsınız. Yumruğun ardına geçmeli ve sistemin en
duyarlı ve hayati organına vurmalısınız. Tabii, barışçıl protestolar gibi yasal
araçlarla.
4. Sistemin
Dayanıklı Olmasının Nedeni
Tekno-endüstriyel
sistem, sözde “demokratik” yapısı ve sonuçtaki esnekliğine bağlı olarak,
olağanüstü derecede dayanıklıdır. Diktatoryal sistemler katı olmaya
eğilimlidirler; sisteme isabetli bir şekilde zarar verecek onu zayıflatacak
toplumsal gerilimler ve direniş inşa edilebilir ve bunlar devrime yol açabilir.
Fakat “demokratik” sistemde, toplumsal gerilim ve direniş tehlikeli bir şekilde
inşa edildiğinde, sistem bu gerilimleri güvenli bir seviyeye çekmek için
yeterince esner ve yeterince uzlaşır.
1960’larda
insanlar, daha çok büyük şehirlerimizin havasındaki görünür ve koklanabilir
pislik kendilerini fiziksel olarak rahatsız etmeye başladığı için, çevre
kirliliğinin ciddi bir sorun olduğunu fark ettiler. Çevre Koruma Ajansı’nın
kurulmasına ve sorunun azaltılması için önlemler alınmasına yetecek kadar
protsto baş gösterdi. Tabii ki, kirlilik sorunlarımızın çözülmekten çok çok
uzak olduğunu hepimiz biliyoruz. Ancak halkın şikayetlerinin durulmasını ve
sistem üstündeki baskının birkaç yıllığına azalmasını sağlayacak müdahaleler
yapıldı.
Bu nedenle,
sisteme saldırmak bir lastik parçasına vurmaya benziyor. Çekiçle bir darbe bir
döküm demiri tuzla buz edilebilir çünkü döküm demir katı ve kırılgandır. Fakat
lastik parçasını ona hiç zarar vermeden yumruklayabilirsiniz çünkü esnektir:
Protestonun önünde size yol verir, protestonun gücünü ve önemini yitirmesine
yetecek kadar… Sonra sistem geri seker.
Bu yüzden,
sisteme yaralanacağı yerden vurmak için, sistemin geri tepmeyeceği, sonuna
kadar savaşacağı konular seçmek zorundasınız. Çünkü ihtiyacınız olan, sistemle
uzlaşmak değil, ölüm kalım mücadelesidir.
5. Sisteme Kendi
Değerlerine Göre Saldırmak Yararsızdır
Sisteme onun
teknolojik-temlli değerlerine göre değil, sistemin değerleriyle uyuşmaz olan
değerlere göre saldırmak kesinlikle esastır. Sisteme onun değerlerine göre
saldırdığınız sürece, sistemi yaralanacağı yerden vurmuş olmazsınız, sistemin
yol vererek ve geri teperek protestonun altını boşaltmasına izin vermiş
olursunuz.
Örneğin, eğer
kereste endüstrisine öncelikle ormanlara su kaynaklarını ve yeniden yaratım
fırsatlarını korumak için gerek duyulduğu temelinde saldırırsanız, sistem kendi
değerlerinden taviz vermeden protestonun içini boşaltmak için zemin sağlar: Su
kaynakları ve yeniden yaratım sistemin değerleriyle tamamen uyumludur ve eğer
sistem esnerse, su kaynakları ve yeniden yaratım adına keresteciliği
kısıtlarsa, o halde yalnızca kendi değerler kodu için taktiksel olarak geri
çekilmiş olur, yoksa stratejik bir bozguna uğramış olmaz.
Mağdurlaştırma
konularını (ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi ya da yoksulluk gibi) öne
sürerseniz, sistemin değerleriyle çatışıyor ve hatta sistemi esnemesi ve
uzlaşması için bile zorluyor olmazsınız. Doğrudan sisteme yardım ediyor
olursunuz. Sistemin en bilgeli destekleyicileri, ırkçılık, cinsiyetçilik,
homofobi ve yoksulluğun sisteme zararlı olduğunun farkındadır ve bu nedenle
sistemin kendisi mağdurlaştırmanın bu ve benzeri biçimleriyle savaşmaya
uğraşır.
“Sweatshop”lar
(2), düşük ücret ve berbat çalışma koşullarıyla bazı şirketlere kar getiriyor
olabilir, ama sistemin bilge destekleyicileri işçilere daha uygun
davranıldığında bir bütün olarak sistemin daha iyi işlediğini çok iyi
biliyorlar. Sweatshop’ları konu edindiğinizde sistemi zayıflatmıyor, onu
güçlendiriyorsunuz.
Çoğu radikal,
ırkçılık, cinsiyetçilik ve sweatshop’lar gibi gereksiz konular üzerine
odaklanmanın cazibesine kapılıyorlar, çünkü bu daha kolay. Sistemin taviz
verebileceği ve Ralph Nader, Winona La Duke, işçi sendikaları ve diğer tüm
pembe reformculardan destek görebilecekleri bir konu seçiyorlar. Belki sistem
baskı altında biraz geri adım atacak, eylemciler çabalarının belli bazı
sonuçlarını görecekler ve bir şeyler başardıkları gibi tatminkar bir illüzyon
elde edecekler. Fakat gerçekte, tekno-endüstriyel sistemi yok etmek yolunda hiç
ama hiçbir şey başarmış olmayacaklar.
Küreselleşme
konusu teknoloji sorunuyla tamamen ilgisiz değildir. “Küreselleşme” adı verilen
ekonomik ve politik tedbirler paketi, ekonomik büyümeyi ve sonuçta teknolojik
ilerlemeyi teşvik ediyor. Yine de, küreselleşme önemi az olan bir konudur ve
devrimciler için iyi seçilmiş bir hedef değildir. Sistem küreselleşme konusunda
zarar görmeden zemin sağlayabilir. Küreselleşmeyi aslında sona erdirmeden,
protestoların içini boşaltmak amacıyla küreselleşmenin olumsuz çevresel ve
ekonomik sonuçlarını hafifletebilir. Hatta sıkıştığında, küreselleşmeye toptan
son vermek için uğraşabilir bile. Büyüme ve ilerleme yine de sürecektir, sadece
biraz daha düşük bir düzeyde. Ve küreselleşmeyle savaştığınızda sistemin asıl
değerlerin saldırmış olmuyorsunuz. Küreselleşme karşıtlığı, işçiler için uygun
ücretleri muhafaza etmek ve çevreyi korumaktan hareket ediyor ve bunların her
ikisi de sistemin değerleriyle tam anlamıyla uyumludur. (Sistem, kendi çıkarı
için, çevresel bozulmanın çok ileri gitmesine izin veremez.) sonuçta,
küreselleşmeyle savaştığınızda sistemi gerçekten yaralandığı yerden vurmuş
olmuyorsunuz. Çabalarınız bir reformu teşvik edebilir, fakat tekno-endüstriyel
sistemin alaşağı edilmesi amacı için faydasızdır.
6. Radikaller
Sisteme Kesin Sonuç Getiren Noktalardan Saldırmalıdır.
Tekno-endüstriyel
sistemin imhası doğrultusunda etkili çalışmak için devrimciler, sisteme
kendisinin zemin sağlamaktan çekineceği noktalarda saldırmalıdır. Sistemin
hayati organlarına saldırmalılar. Tabii, “saldırı” sözcüğünü kullandığımda
fiziksel saldırıya gönderme yapmıyorum, yalnızca yasal protesto ve direniş
biçimlerinden söz ediyorum.
Sistemin hayati
organlarına örnekler şunlardır:
A. Elektrik gücü
endüstrisi. Sistem tamamen elektrik gücü şebekesine bağımlıdır.
B. İletişim
endüstrisi. Telefon, radyo, televizyon, e-posta ve benzerleri aracılığıyla
hızlı iletişim olmadan sistem hayatta kalamaz.
C. Bilgisayar
endüstrisi. Hepimiz biliyoruz ki, bilgisayarlar olmadan sistem çabukça çöker.
D. Propaganda
endüstrisi. Propaganda endüstrisi, eğlence endüstrisini, eğitim sistemini,
gazeteciliği, reklamcılığı, halkla ilişkileri ve aşağı yukarı tüm politika ve
akıl sağlığı endüstrisini kapsar. Sistem, insanlar yeterince yumuşak başlı ve
uyumlu olmadıkları ve sistemin onlarda ihtiyaç duyduğu alışkanlıklara sahip
olmadıkları sürece işleyemez. İnsanlara bu tür düşünme ve davranışları öğretmek
propaganda endüstrisinin işlevidir.
E. Biyoteknoloji
endüstrisi. Sistem (bildiği kadarıyla) ileri biyoteknolojiye henüz fiziksel
olarak bağımlı değil. Bununla birlikte, kendisi için kritik bir öneme sahip
olan Biyoteknoloji konusu üzerinden karşıtlığa yol vermeye katlanamaz. Bunu
birazdan tartışacağım.
Tekrar: Sistemin
bu hayati organlarına saldırdığınızda, bunlara sistemin değerlerine göre değil,
sistemin değerleriyle uyuşmaz olan değerlere göre saldırmanız zorunludur.
Örneğin, elektrik gücü endüstrisine çevreyi kirlettiğinden hareketle
saldırırsanız, sistem elektrik üretmenin daha temiz yöntemlerini geliştirerek protestonun
içini boşaltabilir.
Hatta daha da
beteri, sistem tamamen rüzgar ve güneş enerjisine geçebilir. Bu durum çevresel
tahribatı azaltmak için çok işe yarayabilir ama tekno-endüstriyel sisteme son
vermez. Ya da sistemin esas değerleri için bir bozgunu temsil etmez. Sisteme
karşı herhangi bir şey başarmak için, bir ilke olarak, elektriğe bağımlılığın
insanları sisteme bağımlı kılması zemininde, elektrik gücü üretiminin tümüme
saldırmalısınız. Bu, sistemin değerleriyle bağdaşmaz bir zemindir.
7. Biyoteknoloji
Politik Saldırı İçin En İyi Hedef Olabilir.
Politik saldırı
için bekli de en umut verici hedef Biyoteknoloji endüstrisidir. Her ne kadar
devrimciler azınlıklar tarafından tatbik edilse de, genel nüfustan bir derecede
destek, sempati ya da en azından rıza gelmesi yararlı olur. Bu tür bir destek
ya da rıza kazanmak politik eylemin hedeflerinden biridir. Politik saldırınızı,
örneğin, elektrik gücü endüstrisine yoğunlaştıracak olursanız, radikal bir
azınlık dışındakilerden destek almak aşırı derecede zor olacaktır, çünkü çoğu
insan yaşama tarzlarındaki değişikliklere direnir, özellikle de onları rahatsız
eden değişikliklere. Bu nedenle, çok azı elektrik kullanımına son vermeyi
isteyecektir.
Fakat insanlar
henüz kendilerini ileri biyoteknolojiye elektriğe olduğu kadar bağımlı
hissetmiyorlar. Biyoteknolojiyi yok etmek hayatlarını radikal bir şekilde
değiştirmeyecek. Aksine, biyoteknolojinin süre giden gelişmesinin hayat
tarzlarını dönüştüreceği ve uzun zamandır var olan insan değerlerini sileceği
insanlara gösterebilir. Böylece radikaller, biyoteknolojiye meydan okurken,
insanın değişime yönelik doğal direnişini kendi lehlerine seferber etmeyi
başarabilirler.
Ve Biyoteknoloji
sistemin kaybetmeyi göze alamayacağı bir konudur. Sistemin sonuna kadar savaşmak
zorunda kalacağı bir konudur, ki ihtiyacımız da tam olarak bu. Fakat –bir kez
daha yineleyecek olursam- biyoteknolojiye sistemin kendi değerlerine göre
değil, sisteminkilerle bağdaşmaz olan değerlere göre saldırmak zorunludur.
Örneğin biyoteknolojiye öncelikle onun çevreye zarar verebileceği veya genetik
müdahaleye uğramış yiyeceklerin sağlığa zararlı olabileceği üzerinden
saldırırsanız, sistem zemin sağlayarak veya uzlaşarak –örneğin, genetik
araştırmalarda yüksek gözetim ve genetik müdahaleye uğramış mısırlarda özenli
tahlil ve denetimi ortaya koyarak- saldırınızı hafifletecektir. İnsanların
endişeleri böylece azalacak ve protesto sindirilecektir.
8. İlke Olarak
Tüm Biyoteknolojiye Saldırılmalıdır.
Böylece,
biyoteknolojinin şu yada bu olumsuz sonucunu protesto etmek yerine, (a)
biyoteknolojinin canlıların tümüne hakaret olduğu; (b) sistemin eline çok fazla
güç verdiği; (c) binlerce yıldır var olan temel insan değerlerini radikal bir
şekilde dönüştüreceği; ve sistemin değerleriyle bağdaşmaz olan benzer gerekçeler
dayanarak, ilke olarak modern biyoteknolojinin tümüne saldırmalısınız.
Bu tür saldırıya
karşılık, sistem karşılamak ve savaşmak zorunda kalacaktır. Aşırı düzeyde
esneyerek saldırıyı hafifletmeye kalkışamaz, çünkü biyoteknoloji tüm teknolojik
ilerleme girişimi için çok merkezidir ve sistem, esnediğinde taktiksel bir geri
çekilme yapıyor olmayacak, değerler kodunda büyük bir stratejik bozguna uğruyor
olacaktır. Sistemin bu değerleri yavaş yavaş yıpratılacak ve kapı, sistemin
temellerini yaracak sonraki politik saldırılar için açılacaktır.
Doğru, ABD
Temsilciler Meclisi yakın zamanda insan kopyalamanın yasaklanması yönünde oy
kullandı ve en azından bazı kongre üyeleri bunun için doğru gerekçeler
gösterdiler. Okuduğum gerekçeler dinsel terimlerle çerçevelenmişti, fakat söz
konusu dinsel terimler hakkında ne düşünürseniz düşünün, bu gerekçeler
teknolojik olarak kabul edilemez gerekçelerdi. Ve önemli olan da bu.
Bu nedenle,
kongre üyelerinin insan kopyalama üzerine yaptıkları oylama, sistem için hakiki
bir bozgundur. Fakat bu, çok ama çok küçük bir bozgundu, çünkü yasaklanmanın
kapsamı çok dar –biyoteknolojinin ufacık bir bölümü etkilendi- ve zaten yakın
gelecekte insan kopyalama sistem için az bir pratik faydaya sahip olacak. Fakat
Temsilciler Meclisi’nin hareketi, bunun sistemin zayıf bir noktası olduğunu ve
biyoteknolojinin tümüne yönelik daha geniş bir saldırının sisteme ve onun
değerlerin büyük bir zarar verebileceğini akla getiriyor.
9. Radikaller
Biyoteknolojiye Henüz Etkili Bir Şekilde Saldıramıyor.
Bazı radikaller
biyoteknolojiye politik veya fiziksel olarak saldırıyorlar, ama bildiğim
kadarıyla biyoteknolojiye karşıtlıklarını sistemin kendi değerlerine göre
açıklıyorlar. Yani temel şikayetleri, çevresel yıkım ve sağlığa zarar riskleri.
Ve biyoteknoloji
endüstrisine yaralanacağı yerden vurmuyorlar. Yeniden fiziksel çarpışmayla
benzerlik kurarsam, farz edin ki kendinizi dev bir ahtopota karşı savunmak
zorundasınız. Ahtapotun dokunaçlarının ucuna vurarak etkili bir şekilde
savaşamazsınız. Kafasına saldırmak zorundasınız. Faaliyetlerini okuduğum
kadarıyla, biyoteknolojiye karşı çalışan radikaller hala ahtapotun
dokunaçlarının ucuna vurmaktan daha fazla bir şey yapmıyorlar. Sıradan
çiftçileri genetik müdahaleye uğramış tohumları ekmemeleri konusunda ayrı ayrı
ikna etmeye çalışıyorlar. Fakat Amerika’da binlerce çiftlik var, bu yüzden
çiftçileri ayrı ayrı ikna etmek, genetik mühendisliğiyle savaşmak için aşırı
derecede verimsiz bir yol. Biyoteknolojik işle uğraşan araştırmacı bilim
adamlarını ya da Monsanto gibi şirketlerin yöneticilerini biyoteknoloji
endüstrisini terk etmeleri konusunda ikna etmek çok daha etkili olacaktır. İyi
araştırmacı bilim adamları özel yetenekleri ve kapsamlı eğitimleri olan
insanlardır, bu nedenle yenilerini bulmak zor olur. Aynısı, şirketlerin yüksek
yöneticileri için de geçerli. Bunların birkaçını biyoteknolojiden uzaklaşmaları
yönünde ikna etmek, biyoteknolojiye, bin çiftçiyi genetik müdahaleye uğramış
tohumları ekmemesi konusunda ikna etmekten çok daha fazla zarar verecektir.
10. Yaralanacağı
Yerden Vur.
Sisteme politik
saldırı için biyoteknolojinin en iyi konu olduğunu düşünmekte haklı olup
olmadığım tartışmaya açıktır. Fakat bugün radikallerin, enerjilerinin çoğunu
teknolojik sistemin ayakta kalmasıyla hemen hemen hiç ilgisi olmayan konulara
harcadıkları tartışmasız. Hatta doğru konuyu işaret ettiklerinde bile,
yaralanacağı yerden vurmuyorlar. Bu yüzden radikallerin küreselleşme üzerinde
öfkeli tepinmeler yapmak için sonraki dünya ticaret zirvesine koşturmak yerine,
üzerine düşünmek için zaman ayırmaları gereken şey, sisteme gerçekten
yaralanacağı yerden nasıl vuracakları olmalıdır. Yasal yollarla tabi…
(1) Vurguların
tümü Kaczynski’ye aittir.
(2) Sweatshop:
İşçilerin düşük ücret karşılığında, kötü koşullarda uzun mesaiyle çalıştığı iş
yeri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder