Temelde, bir ineğin sütü, doğa tarafından yavru inekler
için dizayn edilmiş bir özdür, insanlar için değil. Başka türlerin yavruları
için amaçlanmış sütü içen tek türüz, sütten kesme döneminden sonra bile
süt içmekte direnen tek türüz. Galiba
büyüyüp evden ayrılma fikrine bir türlü dayanamıyoruz. Belki de bebeklik
döneminde kalıp annemizin göğsünden ayrılmama fikri daha güzel geliyor, ama
onun göğüsleri müsait değilse o zaman içi süt dolu başka bir annenin memesi de
bize yeter, ister bir inek olsun ve isterse o sütü elde etmek için onun
yavrularını öldürmek zorunda kalalım, hiç farketmez. İnsanların hayvanları
öldürüp yemesinin doğal olmaması gibi süt içmek de aynen öyle, hiç doğal değil.
Veal (dana eti
olmak için özellikle yetiştirilen buzağı ve danalar) kotletleri ve ucuz
hamburgerlerin kolayca bulunabilmesi süt üretim çiftliklerinin gerçek bedeli
aslında, ve zulmünü maskelemeyi beceriyor; peynir, süt, krem ve yağ paketleri
de öyle. Vahşi hayatta yavrusunu emziren bir ineğin yanına yaklaşabilmek
herhalde ancak hayal olurdu, meselâ bir ormanda ya da ineklerin doğal olarak
yaşadığı Asya’da (??), süt elde etmek mümkün olmazdı. Yabani boğalar son derece
koruyucular; ya bizi kan revan içinde bırakırlardı ya da önce kovalarlardı.
Boğalardan paçayı sıyırsak bile hiç bir ineğin memesine ağzımızı dayayıp sütünü
içmemize izin vereceğini sanmıyorum. İneğin yavrusuyla uğraşmamız gerekit, süt
onun hakkı, buzağıyı itip tekmelememiz gerekit, ayrıca annenin kıpırdamamasını
da temin etmek lazım olacaktı, emerken ya da memelerini sıkarken kaçmasını
engellemek gerekecekti. Durum öyle absürd ki herhalde en süt düşkünü insan bile
böyle birşeye girişmeyi aklının ucundan geçirmez. İnsanların ineklerin sütünü
içebilmesi ancak sürüp giden kötülük dolu bir gelenekle mümkün olabiliyor,
temelde bu hem sağlıksız hem de sapıkça bir eylem. Marketlerdeki süt ürünleri
insanların ineklere karşı yüzyıllardır sürdürdüğü manipülasyon ve korkunç
gaddarlığın bir sonucu- bu gaddarlık günümüzde süt ürünleri operasyonlarında
kendini son derece iyi bir şekilde ifade ediyor.
Doğada bir inek
bütün memeliler gibi yavrusunu doğurduktan sonra süt üretir, ve bunu yedi ay
kadar klasik bir karın büyümesi ile yapar, 7 ya da 8 ay boyunca günde yaklaşık
50 kg süt üretir. Süt sığırları yabandaki benzerlerine kıyasla daha erken yaşta
gebe bırakılırlar ve sürekli gebe bırakılırlar, hata önceki gebeliklerinden
kaynaklı süt vermeye devam ederken bile. Böylesine yoğun şekilde böylesine
anormal süt üretimi için zorlanmaları sonucunda ineklerin sağlığı bozulur.
Normalde doğal olarak yirmi beş sene yaşarken süt endüstrisinde dört sene
boyunca istismar edildikten sonra “üreticilikleri” düşer. Ardından mezbahadaki
zulümlere dayanmaya zorlanırlar, ve sonra ucuz hamburger eti, deri ve hayvan
yemi olmak için mezbahaya yollanırlar.
Her bir süt
sığırı süt endüstrisinde gerektiğinden daha fazla buzağı üretmeye zorlandığı
için buzağılar anında öldürülürler, ya da veal operasyonları için açık
artırmaya çıkarılırlar ya da biftek
sürüleri oluşturmak için muhafaza edilir, 1 ya da 2 yaşında ise
öldürülürler. Bütün durumlarda bu buzağıların vücutlarının kısımları
parçalama bölmelerinde balıkların kullanılamayacak kısımları, domuz, kümes
hayvanları, trafik kazalarında ölen
hayvanlar, laboratuar hayvanları, ötenazi ile öldürülen köpekler, kediler,
atlar ve diğer hayvanların yenemeyecek bölümleri ile birbirine karıştırılır,
ardından pişirilir, mısıra, buğdaya, soyaya ve ineklere yem olarak verilen
diğer parçalara katılır. Böylece inekler rutin bir şekilde diğer inekleri yemeye
zorlanmıştır, ayrıca kendi yavrularının eti ve organları da cabası, yedikleri
yemler bunlarla “zenginleştirilmiştir”. Bu olayın artık sona eriyor olmasının
tek sebebi deli dana hastalığı, bu hastalık da artık rayından çıkmış tarım
pratiklerinin direkt bir sonucu. Tarım Bakanlığı’nın geviş getiren hayvanların
etinin geviş getiren hayvanlara yedirilmesini yasaklaması ineklerin diğer
inekleri yeme olasılığını azaltmış oldu; ama gene de domuzlar, tavuklar,
hindiler, balıklar, köpekler ve diğer hayvanlar gene bu şekilde besleniyor ve
yemleniyorlar. Tarım Bakanlığı’nın artık
şöhret sahibi olmuş gevşek denetim ve yaptırım politikası sebebiyle bazı
ineklerin hâlâ daha yamyamlığa zorlandığını düşünebiliriz.
Bu anormal ve
tuhaf zulüm her sütten bıyığın arkasında sırıtmaya devam ediyor. Normal iş gibi
bakılıyor, kimse de bu meseleyi hiç sorgulamadı; çünkü söz konusu hayvanlar
artık süt endüstrisi tarafında bir nesneye indirgenmiş durumdalar, burada tek
amaç en az bedeli ödeyerek en fazla sütü üretmekten başka bir şey değil. Tarım
Bakanlığı süt üretim fazlasını satın alma garantisi verdiği için endüstri de
üretimi artırıyor. Bu endüstri temel ve basit bağlantılar kurma yeteneği ve
becerisini yitirmiş bir kültürel zekânın hem sonucudur, hem de bu sonucu
sürdüren bir yapıdır.
Süt endüstrisi
çalmaya dayanıyor: annelerden buzağılar çalınıyor, buzağılardan da annenin sütü
çalınıyor. Bu durumun ne kadar zulüm dolu
olduğunu gerçekten anlamayacak kadar duyarsızlaşmışız, daha büyük bir
ölçekte kültürümüzün dişiyi ve dişil prensibi nasıl bastırdığı, esir ettiği ve
sömürdüğünün bir kanıtı bu.
Bütün memelilerin
anneleri eğer yeni doğan yavruları tehlike altındaysa korkunç bir stres yaşar
ve ellerinden gelen herşeyi onları korumak
için yaparlar. Anne insanlar bu duygunun ne denli derin olduğunu bilir,
ayrıca çocuklarının kendilerinden alınmasının ne denli yıkıcı bir his
olabileceğini bilirler. Anne sevgisi yavrusu için annenin kendini feda etmesini
bile mümkün kılar. Bu tür derin anne şefkatini köpeklerde, ayılarda, fillerde,
maymunlarda, geyik, asla, ve balinalarda görebiliriz: bütün memelilerde bu
şefkat anneliği belirleyen net bir niteliktir. Bilim adamları, tarım
ticaretiyle uğraşanlar ve teleologlar ya bunu reddeder ya da önemsiz kabul
ederler, ve böyle yaptıkları için de kendi zekâlarının ve duyarlılıklarının
kültürel yaralanmalar ve herşeyden
kopmada gösterdikleri beceri ile nasıl dağıldığını da kanıtlamış olurlar.
Bütün memeliler
arasında annelik içgüdüsü en belirgin ve net olan canlılar, ineklerdir: nazik
ve sabırlı gözler, buzağısını doğallıkla koruması, yalaması, beslemesi, ona
dikkat etmesi ve buzağısı kendisinden alınınca yüksek sesle çıkardığı o acı
sesi. Yavrusunu kendisinden alan ellerle mücadele edemez, bize insan
sözcükleriyle konuşamaz, bize nasıl içinin yandığını anlatamaz. Ama gözleri
gören ve kulakları işiten herkes için olay nettir. Onun acısını görmezden
gelmek, buzağısını görmezden gelmek–hem de yüzlerce, binlerce, milyonlarca kez-
kendi içsel iyiliğimizi görmezden gelip reddetmektir.
Burada hem derin
hem de dehşet verici bir vebal söz konusu, buzağının annesinden emdiği sütü
kıskanıp binlerce yıl önce sütün çalınması üzerine, annenin ve yavrularının
öldürülmesini mitolojize ederek meşrulaştıran koca bir kültür inşa edildi:
Tanrı bize süt ve bal topraklarını vaadetti. Bu vahşi hırsızlık esir edilmiş
annelerden sütün çalınmasına sebep oluyordu, bu durum savaş tohumları, sömürü
tohumları ekti, bunların hepsi neredeyse tamamen trajik bir şekilde görünmez
bir hâl almıştır. Günümüzde kültürümüz sütü elde etme konusunda hiç kuşku
duymuyor. Ayrıca süt tüketimi dünyanın her yerinde agresif bir tarzda tavsiye
ediliyor. Böylesine devasa bir ölçekte böylesine utanç verici şiddet
eylemlerine devam ettiğimiz sürece barıştan ümitvar olmamız mümkün mü?
Cehenneme Giden
Dört Yol
Annelerinden
alınan buzağılar muhakkak gaddar bir davranışa maruz kalma kaderini yaşıyorlar,
anne inek ise her zaman buna dair bir
farkındalık sahibi. Hayvanlar gerçekten duyarlılar; bir çok kültür bunu idrak
etmiştir, bilimsel bulgular da giderek artıyor. Anne inekler kendisini esir
edip tecavüz eden ellerin, sütü için kendisine baskı yapan ellerin yavruları
için iyi şeyler istemeyeceğini bilir. Süt endüstrisi tesislerinde doğan buzağı
dört cehennemden birine doğru yol alacaktır. Eğer yavru bir dişi ise, o zaman
aynen annesi gibi süt endüstrisinde bir köle olmak için yetiştirilebilir. Annesinin satılması
ve sütünü kaybetmemek için yavru anneden
doğar doğmaz kopartılabilir. Yavrunun boynuzları kopartılır, genelde bu işlem
boynuzlarına basılan elektrikli bir kesme aletiyle yapılır. Modern süt
endüstrisi yöneticiliği kitabında bu işlem şöyle anlatılıyor:
“buzağıyı yan tarafına yatırın, dizinizi
boynuna bastırın…boynuz koparıcı boynuz kısımlarında 5-20 saniye kadar tutulsa
yeter. Hayvanın mücadele etmesi ve tüylerin yanması sebebiyle size daha uzun
gelebilir…boynuz koparma işlemi aletten
gelen sesi duyduğunuzda bitmiş demektir. Boynuz kopartıcının ucu kafatasının
kemiğine sürtünde çıkan sestir bu”.
Normalde doğal
hayatında bir dana ilk üç ile beş yıl arasında anne olmaya hazır olmaz, ama süt
endüstrisi için bu kadar zaman boyunca ondan süt almadan beslemek zaman kaybı
olur. İnek yemi pahalı, bu yüzden operatörler hayvanı hemen üretime sokmak
ister, bunun anlamı ise hayvanı mümkün kılan en kısa sürede gebe bırakmak
demek, bu süre ise ya 1 sene ya da 1 seneden daha az, yani insan terimleriyle
düşünürsek daha bir çocukken! Gebe
bırakma işlemi hormon manipülasyonu ile yapılır, aşırı derecede östrojen ve
diğer hormonlar verilir, ayrıca gebe bırakılmak için hayvanları kızıştıran
prostaglandin hormonu da enjekte edilir.
Bir çok vakada
süt sığırı sene boyunca küçük bir otlağa ya da bölmeye kapatılır, aşırı
sıcaklara maruz kalır, ancak yem yer ve tek bir yerde durur, böylece süt üretim
makinesi haline dönüştürülmüş olur. Vajinasına sokulan sperm tabancısının
ateşlenmesiyle suni yolla gebe bırakılır. Spermi ise sperm için sağılması
gereken özel bir boğadan gelir, üretkenlik seviyesi düştüğünde ise bu boğa
öldürülür.
Doğum yapar
yapmaz, ineğin yavrusu hemen ondan çalınır, inek günde iki ya da üç kez süt sağma makineleri tarafından
sağılır. Artık süt onun tarafından yapılan bir şey değildir, onun maruz
bırakıldığı bir şey haline gelmiştir. Makineler kesik ve yaralara sebep olur,
bu da meme iltihabına yol açar, memeler enfeksiyon kapar, bu da modern süt
endüstrisi tesislerinde son derece yaygındır. Bazen süt sağma makineleri
elektroşok da verebilir, ciddi bir korku ve rahatsızlık yaratabilirler. İnek
ayrıca “ıslatılabilir”, bu prosedür doğum yapan ineklerde erken laktasyonda
oluşan metabolik hastalıkları azaltmak amacıyla yapılan rutin bir işlemdir.
Galonlar dolusu besleyici solüsyon boğazından aşağı boşaltılır. Eğer sıvı hızlı
boşaltılırsa hayvan boğulabilir, ya da sıkışırsa da boğulma olayı
yaşanabilir.Lavaj adı verilen bir başka prosedürde ise kolostrum yapmak için
yeni doğmuş buzağıya empoze edilebilir.
İnek sağılmaya
başlandıktan sonra sperm tabancası ile tecavüz rafında bir kez daha suni yolla
gebe bırakılır. Böylece aynı anda hem gebe bırakılır hem de süt vermeye devam
eder, süt sağma makinesinden gebeliğinin sadece son iki ayında uzak tutulur.
Doğum yapar yapmaz yavru gene inekten alınır, inek tekrar süt sağma makinesine
geri döndürülür, tekrar tecavüze uğrar ve tekrar suni yolla gebe bırakılır.
Bunların hepsi
anne ineklere büyük acılara sebep olur, sağlıkları hemen bozulur. Laktojen
hormonlar ve kolesterolle yüklü yem ve doğal olmayan süt sağma süreleri
ineklerin memelerinin ağrımasına yol açar, ayrıca memeler şişer, bazen yerlerde
ve kendi dışkıları içinde sürünür, bu da meme iltihabının artmasona neden olur,
bunun sonucunda ise antibiyotiklerinde daha çok kullanılması gerekir. Memeler
doğada olacağından çok daha fazla büyür, ve sürekli öyle kalır, ayak bilekleri
sürekli beton üzerinde durmaktan şişer ve
çürür.
Üç ile beş yıl
sonra süt endüstrisi köleleri olan anne ineklerin artık takati kalmamıştır, bu
hayvanlar aşırı kalabalık kamyonlarla mezbaha adı verilen son gaddarlıkla
yüzleşmeye gönderilir. “düşmüş” hayvanların (koşullara dayanamayıp ölen, şok geçiren,
kemikleri kırılan vb.) çoğu süt endüstrisindeki ineklerdir. Bu hayvanlar
kamyondan inemeyecek denli zayıf, hastalıklı ya da yara bere içindedir.
Kemikler aşırı protein almaktan ya da yüksek oranda süt üretmekten dolayı
oluşan osteoporoz sebebiyle hemen kırılabilir.
Mezbahaya yapılan nakliyat sırasında günlerce aç ya da susuz aşırı soğuk
ya da aşırı sıcakta yolculuk yapabilirler. Bazen kamyonların iç kısımlarında
inekler gerçekten donarak ölür.
Eğer oldukları
yere çöküp kalırlarsa bu “düşmüş” hayvanlara
elektrikli sopalarla şok verilir. Eğer hâlâ yerlerinden kalkamıyorlarsa o zaman
zincirlerle sürüklenirler, derileri soyulur, tendonları ve bağ dokuları
parçalanır, kemikleri kırılır. İnsancıl (?) bir şekilde ötenazi de uygulanmaz bu hayvanlara, çünkü onlara sadece et gözüyle
bakılır, ölü cesetlerin de kesilmemesi
gerekir (mundarlık durumu). Hayvanlar ânında öldürme noktalarına sürüklenir,
orada vücutları hamburger eti olmak, hayvan yemi olmak, evcil hayvan maması
olmak, deri, yapıştırıcı, jelatin ve diğer ürünler olmaları için paramparça
edilir.
Aynı senaryolar
sözde organik süt ürünleri üreten süt endüstrilerinde de uygulanıyor, ama yem
organikse o zaman bazı hormonların ve diğer toksinlerin kullanımına sınırlama
getiriliyor, ayrıca hapis bölmelerinde biraz daha fazla yer olabilir. Ama
inekler gene bir kaç yıl sonra
öldürülürler ve aynı para mekanizması endüstriye yol vermeye devam eder:
en ucuz bedeli ödeyerek en fazla süt üretilmeye çalışılır. Tek tek ineklerin
değeri son derece düşüktür, çünkü gebelikleri maksimize etmek süt üretimini çok
artırır, ve zaten her zaman için kullanabileceklerinden daha fazla sayıda
buzağı ve dana vardır.
Bu durum bizi süt
endüstrisi tesislerinde doğan buzağılar
için ikinci olası yola getiriyor: hayvanlar eğer biftek endüstrisi ve
veal (özellikle dana eti yetiştiren endüstri) endüstrisi talebi azsa doğumdan
hemen sonra öldürülebilir. Genç
midelerindeki maya peynir yapımı için önemlidir. Vücutları ise hayvan yemi
olmak için kullanılır, derileri de daha pahalı deri olmak adına kullanılır.
Bazen gebe inekler gönderilir mezbahaya. Bu durumda hayvanlar kesilirken karınlarından düşen daha
doğmamış buzağılar da mezbaha çalışanları tarafından öldürülürler (Türkiye’de
geçen senelerde tanık olduğumuz-Bursa mıydı?- örnekte yaratıklar hem yavruyu ve
anneyi öldürüyor hem de ne kadar kötü ve vicdansız olduklarını söyleyerek
yavruyu öldüren adamla dalga geçiyorlardı… -). Daha doğmamış yavruların küçük
ve ıslak vücutlarındaki yumuşak derileri almak için derileri yüzülür, fiyatı da
oldukça yüksektir. Süt endüstrisindeki buzağılar için üçüncü bir olasılık ise
veal endüstrisi için açık artımaya çıkarılmaları. Hem erkek hem de dişiler eğer
süt endüstrisi için gereksizse bu korkunç karanlık ve feci seçeneğe doğru
yollanır (organik süt endüstrisi de dahildir ).
Bu zavallı
yaratıkların kısacık hayatlarında yaşadıkları istismar çok iyi biliniyor ve
belgelenmiş durumda. Hayvanlar veal tesislerine gelir gelmez boyunlarından
zincirleniyor ve veal bölmelerine tıkılıyorlar, daha bir kaç günlük ya da bir
kaç aylık oluyorlar en fazla. Bölmeler küçücük olup buzağıların hareket
etmesine engeldir, hayvanların kasları bu yüzden gelişemez ama “et”leri daha
yumuşak olur. Karanlıkta tutulup bilerek demir bulunmayan bir beslenme tarzına
maruz bırakılırlar, böylece derileri soluk renk olur, sırf bu sebeple fiyatları
artar. Hayvanlar ulaşabildikleri bütün demirleri, mesela çivileri bile yalar ya
da emerler. Bu korkunç esarete kendi dışkılarına sıvanmış durumda katlanırlar.
Normalde neşeli oyuncu havaları ise içinde bulundukları acı ve çaresizlik
sebebiyle yok edilir. Sıvı besinleri kimyasallar, ilaçlar, antibiyotiklerle
doludur, üç ya da dört ay sonra hepsi de veal ve deri pazarları için öldürülmek
üzere mezbahalara gönderilir.
Süt endüstrisi
buzağıları için son seçenek ise eğer erkeklerse et endüstrisine satılıp biftek
eti olmak için açık artırmaya çıkarılmaktır. Bu olayda ise daha çok küçükken anestezi kullanılmadan
hadım edilmenin korkunç acısına dayanmak zorunda kalırlar. Zavallı hayvanlar
ayrıca defalarca 3.derece yanıklara sebep olacak şekilde damgalanırlar,
boyunları da kırılır, bu işlem de son derece acı verir. Bir ya da bir buçuk
sene boyunca kapalı kalırlar, mezbahaya gönderilecek denli kilo almaları
sağlanacak şekilde otlamaya bırakılırlar, daha da kilo almaları için yem tesislerine gönderilirler.
Yem tesislerinde
yüzlerce ya da binlerce hadım hayvan bir kaç ay boyunca kokuşmuş bir şekilde,
barınaksız bir halde tutulur, yem tesisi operatörleri onlara en çabuk ve en
ucuza kilo aldıracak şekilde ne verirse onunla beslenirler, satıldıklarında
aldıkları kilo başına operatöre para
ödenir. Zavallı hayvanlara et kompleksinde bir objeden hiç bir farkı olmadan
Ralgro, Synocex, Rumensin gibi suni steroid büyüme promotanları ile müdahale
edilir, normalde doğada olacaklarına kıyasla hem daha ağır hem de daha genç
görünürler. İnekler normalde ot ile beslenir, normalde doğal hayatlarında tahıl
yemez ama yem tesisi operatörleri de aynen süt endüstrisi operatörleri gibi
hayvanlara tahıl vermenin hem büyümeyi hem de parayı çoğalttığını kavramış
durumdadır. Tahıl genelde pahalı olduğu için hayvanlara kilo aldırması adına
ekstra ve daha ucuz maddelerle desteklenir.
Süt endüstrisi
tesislerinde doğan bir buzağının başına gelebilecek dört olası yolun hepsi
istismar ve erken ölüm yoludur. Vahşi hayatta bovinler 20-30 sene yaşar, ama
endüstri, buzağıları, danaları ve süt sığırlarını birkaç aylıkken ya da bir kaç yıllıkken
öldürdüğü için aslında bebekleri ve çocukları öldürüyor demektir. Bu anlamda
kuzuları, domuzları, tavukları, hindileri, ve balıkları esir edip öldüren
endüstrilere aynı şeyi yapıyorlar: hepsi de anormal derecede hızlı bir şekilde
büyümeye zorlanıyor ve daha küçücükken katlediliyorlar. Aynen birbirimiz
üzerinde yürüttüğümüz savaşlarda olduğu gibi, en çok çocuklar acı çekiyor ve
çocuklar ölüyor. Hayvan gıdası kültürü, dişinin ve dişil olanın yani hayat
verme ve besleme gücü olan canlıların, ve masumiyet ve büyüme güçleriyle
dopdolu olan bebekler ve çocukların hem sömürülmesi hem de tahakküm altına
alınmasını savunuyor.
O masum görünüşlü
ve etkili pazarlama aleti, hani reklamlarda gördüğümüz o dudakların üzerindeki
sütten bıyık aslında aklımıza gelebilecek en hastalıklı ve insanlık dışı bir
endüstriyi saklayan bir maskeden başka bir şey değil. Bu uysal vejetaryen
anneler ve bahtsız yavruları, doğumlarından
ölümlerine dek tahakküm altına alınıyor, doğalarına uygun olmayan bir
biçimde kilo almaları sağlanıyor, böylece insanlar süt ürünleri ve inek etiyle
kendilerine kilo aldırabiliyorlar. İnsan
bu korkunç fedâkârlıkları karşısında süt sığırlarının en azından insanlara
gerçekten faydalı bir şey verebilmiş olmasını diliyor. Ama derin adaletten
kaçış yok: onları esir ederek kendimizi esir etmiş oluyoruz; onları hasta
ederek kendimizi hasta ediyoruz; onları öldürerek kendimizi öldürüyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder