16 Ekim 2011 Pazar

Süt Nedir


Temelde, bir ineğin sütü, doğa tarafından yavru inekler için dizayn edilmiş bir özdür, insanlar için değil. Başka türlerin yavruları için amaçlanmış sütü içen tek türüz, sütten kesme döneminden sonra bile süt  içmekte direnen tek türüz. Galiba büyüyüp evden ayrılma fikrine bir türlü dayanamıyoruz. Belki de bebeklik döneminde kalıp annemizin göğsünden ayrılmama fikri daha güzel geliyor, ama onun göğüsleri müsait değilse o zaman içi süt dolu başka bir annenin memesi de bize yeter, ister bir inek olsun ve isterse o sütü elde etmek için onun yavrularını öldürmek zorunda kalalım, hiç farketmez. İnsanların hayvanları öldürüp yemesinin doğal olmaması gibi süt içmek de aynen öyle, hiç doğal değil.

Veal (dana eti olmak için özellikle yetiştirilen buzağı ve danalar) kotletleri ve ucuz hamburgerlerin kolayca bulunabilmesi süt üretim çiftliklerinin gerçek bedeli aslında, ve zulmünü maskelemeyi beceriyor; peynir, süt, krem ve yağ paketleri de öyle. Vahşi hayatta yavrusunu emziren bir ineğin yanına yaklaşabilmek herhalde ancak hayal olurdu, meselâ bir ormanda ya da ineklerin doğal olarak yaşadığı Asya’da (??), süt elde etmek mümkün olmazdı. Yabani boğalar son derece koruyucular; ya bizi kan revan içinde bırakırlardı ya da önce kovalarlardı. Boğalardan paçayı sıyırsak bile hiç bir ineğin memesine ağzımızı dayayıp sütünü içmemize izin vereceğini sanmıyorum. İneğin yavrusuyla uğraşmamız gerekit, süt onun hakkı, buzağıyı itip tekmelememiz gerekit, ayrıca annenin kıpırdamamasını da temin etmek lazım olacaktı, emerken ya da memelerini sıkarken kaçmasını engellemek gerekecekti. Durum öyle absürd ki herhalde en süt düşkünü insan bile böyle birşeye girişmeyi aklının ucundan geçirmez. İnsanların ineklerin sütünü içebilmesi ancak sürüp giden kötülük dolu bir gelenekle mümkün olabiliyor, temelde bu hem sağlıksız hem de sapıkça bir eylem. Marketlerdeki süt ürünleri insanların ineklere karşı yüzyıllardır sürdürdüğü manipülasyon ve korkunç gaddarlığın bir sonucu- bu gaddarlık günümüzde süt ürünleri operasyonlarında kendini son derece iyi bir şekilde ifade ediyor.

Doğada bir inek bütün memeliler gibi yavrusunu doğurduktan sonra süt üretir, ve bunu yedi ay kadar klasik bir karın büyümesi ile yapar, 7 ya da 8 ay boyunca günde yaklaşık 50 kg süt üretir. Süt sığırları yabandaki benzerlerine kıyasla daha erken yaşta gebe bırakılırlar ve sürekli gebe bırakılırlar, hata önceki gebeliklerinden kaynaklı süt vermeye devam ederken bile. Böylesine yoğun şekilde böylesine anormal süt üretimi için zorlanmaları sonucunda ineklerin sağlığı bozulur. Normalde doğal olarak yirmi beş sene yaşarken süt endüstrisinde dört sene boyunca istismar edildikten sonra “üreticilikleri” düşer. Ardından mezbahadaki zulümlere dayanmaya zorlanırlar, ve sonra ucuz hamburger eti, deri ve hayvan yemi olmak için mezbahaya yollanırlar.

Her bir süt sığırı süt endüstrisinde gerektiğinden daha fazla buzağı üretmeye zorlandığı için buzağılar anında öldürülürler, ya da veal operasyonları için açık artırmaya çıkarılırlar ya da  biftek sürüleri oluşturmak için muhafaza edilir, 1 ya da 2  yaşında ise  öldürülürler. Bütün durumlarda bu buzağıların vücutlarının kısımları parçalama bölmelerinde balıkların kullanılamayacak kısımları, domuz, kümes hayvanları, trafik kazalarında  ölen hayvanlar, laboratuar hayvanları, ötenazi ile öldürülen köpekler, kediler, atlar ve diğer hayvanların yenemeyecek bölümleri ile birbirine karıştırılır, ardından pişirilir, mısıra, buğdaya, soyaya ve ineklere yem olarak verilen diğer parçalara katılır. Böylece inekler rutin bir şekilde diğer inekleri yemeye zorlanmıştır, ayrıca kendi yavrularının eti ve organları da cabası, yedikleri yemler bunlarla “zenginleştirilmiştir”. Bu olayın artık sona eriyor olmasının tek sebebi deli dana hastalığı, bu hastalık da artık rayından çıkmış tarım pratiklerinin direkt bir sonucu. Tarım Bakanlığı’nın geviş getiren hayvanların etinin geviş getiren hayvanlara yedirilmesini yasaklaması ineklerin diğer inekleri yeme olasılığını azaltmış oldu; ama gene de domuzlar, tavuklar, hindiler, balıklar, köpekler ve diğer hayvanlar gene bu şekilde besleniyor ve yemleniyorlar. Tarım Bakanlığı’nın  artık şöhret sahibi olmuş gevşek denetim ve yaptırım politikası sebebiyle bazı ineklerin hâlâ daha yamyamlığa zorlandığını düşünebiliriz.

Bu anormal ve tuhaf zulüm her sütten bıyığın arkasında sırıtmaya devam ediyor. Normal iş gibi bakılıyor, kimse de bu meseleyi hiç sorgulamadı; çünkü söz konusu hayvanlar artık süt endüstrisi tarafında bir nesneye indirgenmiş durumdalar, burada tek amaç en az bedeli ödeyerek en fazla sütü üretmekten başka bir şey değil. Tarım Bakanlığı süt üretim fazlasını satın alma garantisi verdiği için endüstri de üretimi artırıyor. Bu endüstri temel ve basit bağlantılar kurma yeteneği ve becerisini yitirmiş bir kültürel zekânın hem sonucudur, hem de bu sonucu sürdüren bir yapıdır.

Süt endüstrisi çalmaya dayanıyor: annelerden buzağılar çalınıyor, buzağılardan da annenin sütü çalınıyor. Bu durumun ne kadar zulüm dolu  olduğunu gerçekten anlamayacak kadar duyarsızlaşmışız, daha büyük bir ölçekte kültürümüzün dişiyi ve dişil prensibi nasıl bastırdığı, esir ettiği ve sömürdüğünün bir kanıtı bu.

Bütün memelilerin anneleri eğer yeni doğan yavruları tehlike altındaysa korkunç bir stres yaşar ve ellerinden gelen herşeyi onları korumak  için yaparlar. Anne insanlar bu duygunun ne denli derin olduğunu bilir, ayrıca çocuklarının kendilerinden alınmasının ne denli yıkıcı bir his olabileceğini bilirler. Anne sevgisi yavrusu için annenin kendini feda etmesini bile mümkün kılar. Bu tür derin anne şefkatini köpeklerde, ayılarda, fillerde, maymunlarda, geyik, asla, ve balinalarda görebiliriz: bütün memelilerde bu şefkat anneliği belirleyen net bir niteliktir. Bilim adamları, tarım ticaretiyle uğraşanlar ve teleologlar ya bunu reddeder ya da önemsiz kabul ederler, ve böyle yaptıkları için de kendi zekâlarının ve duyarlılıklarının kültürel yaralanmalar ve  herşeyden kopmada gösterdikleri beceri ile nasıl dağıldığını da kanıtlamış olurlar.

Bütün memeliler arasında annelik içgüdüsü en belirgin ve net olan canlılar, ineklerdir: nazik ve sabırlı gözler, buzağısını doğallıkla koruması, yalaması, beslemesi, ona dikkat etmesi ve buzağısı kendisinden alınınca yüksek sesle çıkardığı o acı sesi. Yavrusunu kendisinden alan ellerle mücadele edemez, bize insan sözcükleriyle konuşamaz, bize nasıl içinin yandığını anlatamaz. Ama gözleri gören ve kulakları işiten herkes için olay nettir. Onun acısını görmezden gelmek, buzağısını görmezden gelmek–hem de yüzlerce, binlerce, milyonlarca kez- kendi içsel iyiliğimizi görmezden gelip reddetmektir.

Burada hem derin hem de dehşet verici bir vebal söz konusu, buzağının annesinden emdiği sütü kıskanıp binlerce yıl önce sütün çalınması üzerine, annenin ve yavrularının öldürülmesini mitolojize ederek meşrulaştıran koca bir kültür inşa edildi: Tanrı bize süt ve bal topraklarını vaadetti. Bu vahşi hırsızlık esir edilmiş annelerden sütün çalınmasına sebep oluyordu, bu durum savaş tohumları, sömürü tohumları ekti, bunların hepsi neredeyse tamamen trajik bir şekilde görünmez bir hâl almıştır. Günümüzde kültürümüz sütü elde etme konusunda hiç kuşku duymuyor. Ayrıca süt tüketimi dünyanın her yerinde agresif bir tarzda tavsiye ediliyor. Böylesine devasa bir ölçekte böylesine utanç verici şiddet eylemlerine devam ettiğimiz sürece barıştan ümitvar olmamız mümkün mü?

Cehenneme Giden Dört Yol

Annelerinden alınan buzağılar muhakkak gaddar bir davranışa maruz kalma kaderini yaşıyorlar, anne  inek ise her zaman buna dair bir farkındalık sahibi. Hayvanlar gerçekten duyarlılar; bir çok kültür bunu idrak etmiştir, bilimsel bulgular da giderek artıyor. Anne inekler kendisini esir edip tecavüz eden ellerin, sütü için kendisine baskı yapan ellerin yavruları için iyi şeyler istemeyeceğini bilir. Süt endüstrisi tesislerinde doğan buzağı dört cehennemden birine doğru yol alacaktır. Eğer yavru bir dişi ise, o zaman aynen annesi gibi süt endüstrisinde bir köle olmak  için yetiştirilebilir. Annesinin satılması ve  sütünü kaybetmemek için yavru anneden doğar doğmaz kopartılabilir. Yavrunun boynuzları kopartılır, genelde bu işlem boynuzlarına basılan elektrikli bir kesme aletiyle yapılır. Modern süt endüstrisi yöneticiliği kitabında bu işlem şöyle anlatılıyor:

 “buzağıyı yan tarafına yatırın, dizinizi boynuna bastırın…boynuz koparıcı boynuz kısımlarında 5-20 saniye kadar tutulsa yeter. Hayvanın mücadele etmesi ve tüylerin yanması sebebiyle size daha uzun gelebilir…boynuz koparma  işlemi aletten gelen sesi duyduğunuzda bitmiş demektir. Boynuz kopartıcının ucu kafatasının kemiğine sürtünde çıkan sestir bu”.

Normalde doğal hayatında bir dana ilk üç ile beş yıl arasında anne olmaya hazır olmaz, ama süt endüstrisi için bu kadar zaman boyunca ondan süt almadan beslemek zaman kaybı olur. İnek yemi pahalı, bu yüzden operatörler hayvanı hemen üretime sokmak ister, bunun anlamı ise hayvanı mümkün kılan en kısa sürede gebe bırakmak demek, bu süre ise ya 1 sene ya da 1 seneden daha az, yani insan terimleriyle düşünürsek daha bir  çocukken! Gebe bırakma işlemi hormon manipülasyonu ile yapılır, aşırı derecede östrojen ve diğer hormonlar verilir, ayrıca gebe bırakılmak için hayvanları kızıştıran prostaglandin hormonu da enjekte edilir.

Bir çok vakada süt sığırı sene boyunca küçük bir otlağa ya da bölmeye kapatılır, aşırı sıcaklara maruz kalır, ancak yem yer ve tek bir yerde durur, böylece süt üretim makinesi haline dönüştürülmüş olur. Vajinasına sokulan sperm tabancısının ateşlenmesiyle suni yolla gebe bırakılır. Spermi ise sperm için sağılması gereken özel bir boğadan gelir, üretkenlik seviyesi düştüğünde ise bu boğa öldürülür.

Doğum yapar yapmaz, ineğin yavrusu hemen ondan çalınır, inek günde iki ya da  üç kez süt sağma makineleri tarafından sağılır. Artık süt onun tarafından yapılan bir şey değildir, onun maruz bırakıldığı bir şey haline gelmiştir. Makineler kesik ve yaralara sebep olur, bu da meme iltihabına yol açar, memeler enfeksiyon kapar, bu da modern süt endüstrisi tesislerinde son derece yaygındır. Bazen süt sağma makineleri elektroşok da verebilir, ciddi bir korku ve rahatsızlık yaratabilirler. İnek ayrıca “ıslatılabilir”, bu prosedür doğum yapan ineklerde erken laktasyonda oluşan metabolik hastalıkları azaltmak amacıyla yapılan rutin bir işlemdir. Galonlar dolusu besleyici solüsyon boğazından aşağı boşaltılır. Eğer sıvı hızlı boşaltılırsa hayvan boğulabilir, ya da sıkışırsa da boğulma olayı yaşanabilir.Lavaj adı verilen bir başka prosedürde ise kolostrum yapmak için yeni doğmuş buzağıya empoze edilebilir.

İnek sağılmaya başlandıktan sonra sperm tabancası ile tecavüz rafında bir kez daha suni yolla gebe bırakılır. Böylece aynı anda hem gebe bırakılır hem de süt vermeye devam eder, süt sağma makinesinden gebeliğinin sadece son iki ayında uzak tutulur. Doğum yapar yapmaz yavru gene inekten alınır, inek tekrar süt sağma makinesine geri döndürülür, tekrar tecavüze uğrar ve tekrar suni yolla gebe bırakılır.

Bunların hepsi anne ineklere büyük acılara sebep olur, sağlıkları hemen bozulur. Laktojen hormonlar ve kolesterolle yüklü yem ve doğal olmayan süt sağma süreleri ineklerin memelerinin ağrımasına yol açar, ayrıca memeler şişer, bazen yerlerde ve kendi dışkıları içinde sürünür, bu da meme iltihabının artmasona neden olur, bunun sonucunda ise antibiyotiklerinde daha çok kullanılması gerekir. Memeler doğada olacağından çok daha fazla büyür, ve sürekli öyle kalır, ayak bilekleri sürekli beton üzerinde durmaktan şişer ve  çürür.

Üç ile beş yıl sonra süt endüstrisi köleleri olan anne ineklerin artık takati kalmamıştır, bu hayvanlar aşırı kalabalık kamyonlarla mezbaha adı verilen son gaddarlıkla yüzleşmeye gönderilir. “düşmüş” hayvanların (koşullara dayanamayıp ölen, şok geçiren, kemikleri kırılan vb.) çoğu süt endüstrisindeki ineklerdir. Bu hayvanlar kamyondan inemeyecek denli zayıf, hastalıklı ya da yara bere içindedir. Kemikler aşırı protein almaktan ya da yüksek oranda süt üretmekten dolayı oluşan osteoporoz sebebiyle hemen kırılabilir.  Mezbahaya yapılan nakliyat sırasında günlerce aç ya da susuz aşırı soğuk ya da aşırı sıcakta yolculuk yapabilirler. Bazen kamyonların iç kısımlarında inekler gerçekten donarak ölür.

Eğer oldukları yere  çöküp kalırlarsa bu “düşmüş” hayvanlara elektrikli sopalarla şok verilir. Eğer hâlâ yerlerinden kalkamıyorlarsa o zaman zincirlerle sürüklenirler, derileri soyulur, tendonları ve bağ dokuları parçalanır, kemikleri kırılır. İnsancıl (?) bir şekilde ötenazi de uygulanmaz  bu hayvanlara, çünkü onlara sadece et gözüyle bakılır, ölü cesetlerin de  kesilmemesi gerekir (mundarlık durumu). Hayvanlar ânında öldürme noktalarına sürüklenir, orada vücutları hamburger eti olmak, hayvan yemi olmak, evcil hayvan maması olmak, deri, yapıştırıcı, jelatin ve diğer ürünler olmaları için paramparça edilir.

Aynı senaryolar sözde organik süt ürünleri üreten süt endüstrilerinde de uygulanıyor, ama yem organikse o zaman bazı hormonların ve diğer toksinlerin kullanımına sınırlama getiriliyor, ayrıca hapis bölmelerinde biraz daha fazla yer olabilir. Ama inekler gene bir kaç yıl sonra  öldürülürler ve aynı para mekanizması endüstriye yol vermeye devam eder: en ucuz bedeli ödeyerek en fazla süt üretilmeye çalışılır. Tek tek ineklerin değeri son derece düşüktür, çünkü gebelikleri maksimize etmek süt üretimini çok artırır, ve zaten her zaman için kullanabileceklerinden daha fazla sayıda buzağı ve dana vardır.

Bu durum bizi süt endüstrisi tesislerinde doğan buzağılar  için ikinci olası yola getiriyor: hayvanlar eğer biftek endüstrisi ve veal (özellikle dana eti yetiştiren endüstri) endüstrisi talebi azsa doğumdan hemen sonra  öldürülebilir. Genç midelerindeki maya peynir yapımı için önemlidir. Vücutları ise hayvan yemi olmak için kullanılır, derileri de daha pahalı deri olmak adına kullanılır. Bazen gebe inekler gönderilir mezbahaya. Bu durumda  hayvanlar kesilirken karınlarından düşen daha doğmamış buzağılar da mezbaha çalışanları tarafından öldürülürler (Türkiye’de geçen senelerde tanık olduğumuz-Bursa mıydı?- örnekte yaratıklar hem yavruyu ve anneyi öldürüyor hem de ne kadar kötü ve vicdansız olduklarını söyleyerek yavruyu öldüren adamla dalga geçiyorlardı… -). Daha doğmamış yavruların küçük ve ıslak vücutlarındaki yumuşak derileri almak için derileri yüzülür, fiyatı da oldukça yüksektir. Süt endüstrisindeki buzağılar için üçüncü bir olasılık ise veal endüstrisi için açık artımaya çıkarılmaları. Hem erkek hem de dişiler eğer süt endüstrisi için gereksizse bu korkunç karanlık ve feci seçeneğe doğru yollanır (organik süt endüstrisi de dahildir ).

Bu zavallı yaratıkların kısacık hayatlarında yaşadıkları istismar çok iyi biliniyor ve belgelenmiş durumda. Hayvanlar veal tesislerine gelir gelmez boyunlarından zincirleniyor ve veal bölmelerine tıkılıyorlar, daha bir kaç günlük ya da bir kaç aylık oluyorlar en fazla. Bölmeler küçücük olup buzağıların hareket etmesine engeldir, hayvanların kasları bu yüzden gelişemez ama “et”leri daha yumuşak olur. Karanlıkta tutulup bilerek demir bulunmayan bir beslenme tarzına maruz bırakılırlar, böylece derileri soluk renk olur, sırf bu sebeple fiyatları artar. Hayvanlar ulaşabildikleri bütün demirleri, mesela çivileri bile yalar ya da emerler. Bu korkunç esarete kendi dışkılarına sıvanmış durumda katlanırlar. Normalde neşeli oyuncu havaları ise içinde bulundukları acı ve çaresizlik sebebiyle yok edilir. Sıvı besinleri kimyasallar, ilaçlar, antibiyotiklerle doludur, üç ya da dört ay sonra hepsi de veal ve deri pazarları için öldürülmek üzere mezbahalara gönderilir.

Süt endüstrisi buzağıları için son seçenek ise eğer erkeklerse et endüstrisine satılıp biftek eti olmak için açık artırmaya çıkarılmaktır. Bu olayda ise  daha çok küçükken anestezi kullanılmadan hadım edilmenin korkunç acısına dayanmak zorunda kalırlar. Zavallı hayvanlar ayrıca defalarca 3.derece yanıklara sebep olacak şekilde damgalanırlar, boyunları da kırılır, bu işlem de son derece acı verir. Bir ya da bir buçuk sene boyunca kapalı kalırlar, mezbahaya gönderilecek denli kilo almaları sağlanacak şekilde otlamaya bırakılırlar, daha da kilo almaları  için yem tesislerine gönderilirler.

Yem tesislerinde yüzlerce ya da binlerce hadım hayvan bir kaç ay boyunca kokuşmuş bir şekilde, barınaksız bir halde tutulur, yem tesisi operatörleri onlara en çabuk ve en ucuza kilo aldıracak şekilde ne verirse onunla beslenirler, satıldıklarında aldıkları kilo başına  operatöre para ödenir. Zavallı hayvanlara et kompleksinde bir objeden hiç bir farkı olmadan Ralgro, Synocex, Rumensin gibi suni steroid büyüme promotanları ile müdahale edilir, normalde doğada olacaklarına kıyasla hem daha ağır hem de daha genç görünürler. İnekler normalde ot ile beslenir, normalde doğal hayatlarında tahıl yemez ama yem tesisi operatörleri de aynen süt endüstrisi operatörleri gibi hayvanlara tahıl vermenin hem büyümeyi hem de parayı çoğalttığını kavramış durumdadır. Tahıl genelde pahalı olduğu için hayvanlara kilo aldırması adına ekstra ve daha ucuz maddelerle desteklenir.

Süt endüstrisi tesislerinde doğan bir buzağının başına gelebilecek dört olası yolun hepsi istismar ve erken ölüm yoludur. Vahşi hayatta bovinler 20-30 sene yaşar, ama endüstri, buzağıları, danaları ve süt sığırlarını  birkaç aylıkken ya da bir kaç yıllıkken öldürdüğü için aslında bebekleri ve çocukları öldürüyor demektir. Bu anlamda kuzuları, domuzları, tavukları, hindileri, ve balıkları esir edip öldüren endüstrilere aynı şeyi yapıyorlar: hepsi de anormal derecede hızlı bir şekilde büyümeye zorlanıyor ve daha küçücükken katlediliyorlar. Aynen birbirimiz üzerinde yürüttüğümüz savaşlarda olduğu gibi, en çok çocuklar acı çekiyor ve çocuklar ölüyor. Hayvan gıdası kültürü, dişinin ve dişil olanın yani hayat verme ve besleme gücü olan canlıların, ve masumiyet ve büyüme güçleriyle dopdolu olan bebekler ve çocukların hem sömürülmesi hem de tahakküm altına alınmasını savunuyor.

O masum görünüşlü ve etkili pazarlama aleti, hani reklamlarda gördüğümüz o dudakların üzerindeki sütten bıyık aslında aklımıza gelebilecek en hastalıklı ve insanlık dışı bir endüstriyi saklayan bir maskeden başka bir şey değil. Bu uysal vejetaryen anneler ve bahtsız yavruları, doğumlarından  ölümlerine dek tahakküm altına alınıyor, doğalarına uygun olmayan bir biçimde kilo almaları sağlanıyor, böylece insanlar süt ürünleri ve inek etiyle kendilerine  kilo aldırabiliyorlar. İnsan bu korkunç fedâkârlıkları karşısında süt sığırlarının en azından insanlara gerçekten faydalı bir şey verebilmiş olmasını diliyor. Ama derin adaletten kaçış yok: onları esir ederek kendimizi esir etmiş oluyoruz; onları hasta ederek kendimizi hasta ediyoruz; onları öldürerek kendimizi öldürüyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder