Sınırları Muhafaza Etmek: Kimlik ve Siyaset
Kimlik sınırlar
yaratma, onları muhafaza etme ve değişik insan kategorileri yaratma üzerine
kurulu bir süreç. Bu yolla dünya iyi ambalajlanmış küçük kutucuklar şeklinde
paketlenebiliyor. Hiyerarşik toplumlardaki şiddet ve tahakküm bu kutucuklara
gereksinim duyuyor. Kimlik diye bir şey olmaksızın, efendiler ya da köleler,
patronlar ya da emekçiler, erkekler ya da kadınlar, beyazlar ya da siyahlar,
önderler ya da takipçiler, düzcinseller ve tersolar söz konusu olamaz.
Geçmişteki ya da
günümüzdeki haliyle toplumsal hareket kimliğe bir özgürleşme aracı olarak
başvurmaya çalışıyor sıklıkla.(1) Toplumsal cinsiyet, cinsel eğilim, sınıf,
etnik ve yeteneğe dair kimlikler üzerine kurulmuş hareketlerin hemen hepsi
hiyerarşiye ve baskıya karşı giriştikleri mücadelede başarılar elde ettiler.
Hiç bir şekilde geçmişe ve bugüne ait aktivizmin etkilerini azımsamak istemem.
Kişisel olarak söylemem gerekir ki, eğer feminist ve gey
özgürleşimi/eşitlikçiliği hareketleri olmasaydı bugüne dek daha zor koşullar
içinde yaşamış olurdum. Ama savunduğum şey kimlik siyasetinin hiyerarşiyle
mücadele kabiliyetinin sınırlı olduğu yönünde, çünkü bu tür bir siyaset yıkmaya
çalıştığı sistem ile aynı kökleri paylaşıyor. “Efendiye ait araçlar efendinin evini
parçalamaz.”(2)
Bundan hepimizin
aynı olması gerektiği anlamını mı çıkarmalıyız?Kimlik aynı zamanda “ben kimim?”
sorusuna verilen yanıttır. “Ne tür bir insanım?” sorusuna verilen yanıttan
farklıdır bu. “Kadın”, “beyaz” ve “düzcinsel” etiketleri bir kişinin farklı
hiyerarşiler içindeki konumu hakkında bir şeyler söyler. Bu konumlar, bu
kimlikler insanların kendilerini nasıl tasavvur ettikleri konusunda öneme
sahiptir. Ama “ben kimim?” sorusuna yanıt vermezler. Her birimiz biriciğizdir,
farklı şekillerde başka insanlarla benzeşiriz, onlardan ayrışırız. Hiyerarşik
anlamdaki kimliği ortadan kaldırmaya çalışmak (mesela, bazı hayvanlar
diğerlerinden daha eşittir) kişisel anlamdaki kimliği ortadan kaldırmaya
çalışmakla aynı şey değildir (mesela, ben halen Jamie olarak kalacağım).
Kimliğe dair sorunlar hakkında konuştuğumda bireylerden ziyade “kutucuklar”dan
bahsediyorum.
“Cinsel yönelim”i
örnek olarak ele alalım. İnsanların kadınlardan, erkeklerden ya da ikisinden
birden hoşlanmasına bağlı olarak üç kutuya yerleştirilebilecekleri düşünülür.
Yaygın bir düşünce de olsa, pek çok derde yol açtığını söylemek lazım. İnsanlar
nasıl gözüktüklerini ciddi biçimde dert edinirler ve “ne” olduklarının
başkaları tarafından farkına varılması için uğraş verirler. Başka insanların
“ne” olduğu konusu da kafamızı kurcalar -benim gibiler mi yoksa farklılar mı?
Kimileri bu tür şeylerden o kadar mutsuz ve tedirgin olurlar ki, fiziksel ya da
sözel olarak saldırmaya başlarlar başkalarına. Son olarak, insanlar “yanlış”
toplumsal cinsiyetten insanları arzuladıkları için acı çekerler ya da
başkalarında kendilerine dair böyle bir algı oluşmuşsa tedirginlik hissederler.
Alternatiflerden biri “herkese eşit fırsat aşıkları” olmaya çalışmak ve
herkesten hoşlanmaya çalışmaktır. Bunu başaranlar, arzuları daha az siyasal
doğruluk taşıyan insanlara karşı bir üstünlük hissine girebilirler. Bir diğer
alternatif ise insanları (ve kendimizi de) cinsel yönelimleri bağlamında
değerlendirmeyi bırakmak ve herkesin cinsel arzularının karmaşık bir yapı içerdiğini
ve biriciklik taşıdığını kavramak olabilir. Düzcinsel, terso ya da başka bir
şey olmaktan ziyade insanın kendisi olabilmesi, diğer insanları kategori
mensupları olarak değil de insan olarak görebilmesi anlamına gelir bu. Uğraşıp
didinseydik bile aynılaşamazdık hiç bir şekilde!
Siyasal kimliğin
neyi eksik?Kimlik insanları ayrıştırır. “Biz”i, “başkaları”ndan farklı
olduğumuza inanmaya yönlendirir. Uyumsallığa da teşvik eder insanları. Bir tür
kimliğe atfedilen kabul edilmiş kodlara uymaksızınbizden biri olduğumu başka
nasıl gösterebilirim ki? Benzerlik ve farka dair bu inşa, “özürlü insanlar”
gibi geleneksel kimlik grupları sözkonusu olduğunda da, “çevreciler” gibi
siyasal kimlikler sözkonusu olduğunda da mevcuttur. Biz ve onlar arasındaki bu
ayrım siyasal hareketler üzerinde ciddi etkilere sahiptir.
Kimlik yalıtımı
teşvik eder. Siyasal gettolar siyasal kimlikler olmaksızın var olamazlar; ve bu
tür gettolar da kimlikleri güçlendirir. Sadece “aktivistler”,
“aktivist-olmayanlar”dan ayrıştırılmazlar, ama geniş bir siyasal getto içinde
anarkistler, feministler ve çevreciler (ve başkaları) kendilerini ayrı
mücadelelere katılmış insanlar olarak görürler. Siyasal olarak etkin
olduklarını düşünen insanlar hem kendi aralarında ayrışırlar hem de kendilerini
“aktivist” kimliği paylaşmayan insanlardan ayrıştırırlar. Radikal bir toplumsal
dönüşüm arayışında etkin olmaya çabalayan bir hareket bu tür ayrışımlar üzerine
temellendirilemez.
Kimlik sosyal
görüngüyü bireylere indirger. Anarkizm ve ırkçılık gibi kavramlar toplumsaldır.
“Anarkist” ya da “ırkçı” gibi kelimelerin ima ettiği gibi bireyler tarafından
vücuda getirilmezler. Bundan ziyade fikir, pratik ve ilişkiler şeklinde
varolurlar. Pek çok toplumda, ırkçılık kurumsallaşmış ilişkilerimizin, düşünüş
biçimlerimizin içine sızmıştır. Irkçılık konusuna eleştirel yaklaşabiliriz ve
yaklaşmalıyız ama insanlara “ırkçı” tanımlamalarıyla saldırmak onları bizim
çabalarımızdan daha fazla yabancılaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Bunun
yanında söylemek gerekir ki, “ırkçılar”ın, biz ırkçı olmayanlardan
ayrıştırılabileceğine yönelik inanç tehlikeli bir fanteziden ibarettir. Benzer
biçimde, anarkizm her toplumun bünyesi içinde yer almaktadır. İnsanlar zor
kullanılmaksızın ortak amaçlara ulaşmak için işbirliğine gittiği her ortamda anarki
mevcuttur. İnsanların birbirleriyle tahakkümsüz biçimde ilişki kurabilmesi
gerektiği düşünüldüğü anlarda anarkizm kendini ortaya koyar. Sadece
“ırkçılar”daki ırkçılığı görmeye çalışırsak, ırkçılıkla etkin bir biçimde
mücadele etmemiz mümkün olmaz hiç bir zaman. Anarkizmi sadece “anarkistler”de
ararsak, bize gerekli olan pek çok önemli ilham kaynağını ıskalamış oluruz.
Kimlik saflık
düşüncesini özendirir. Feminizm gibi kavramların bireylerde cisimleneceğini
düşüncesi varsa ortada, o zaman bazıları diğerlerinden daha feminist hale
gelir. Bu da “gerçek feminist”in kim olduğu, nasıl davranması gerektiği
tartışmalarını (mesela feminizm ve düzcinsellik tartışmalarını) da beraberinde
getirir. Feminist saflık üzerine kurulu hiyerarşilerin oluşmasına neden olur (daha
fazla, daha iyi ya da daha az, daha kötü feministler) ve suçluluk duygusunu
teşvik eder (mesela insanın kendisine “gerçek feminist şöyle mi
düşünmeli/davranmalı?” diye sorması).
Siyasi kimlik
kişisel kimliği basite indirger. Feminist kimlikle alâkalı olan bir mesele de,
son derece karmaşık bir yapı içeren yaşamlarımızın tek bir boyutuna
yoğunlaşmamızı talep etmesidir. Feminist hareket genellikle ''kadınlara ilişkin
meseleler'in ne olduğuna dair belirli bir perspektif geliştirmiş olan beyaz
orta-sınıf kadınların ağırlığını koyduğu bir harekettir. Pek çok kadın katılım
konusunda etnisite ve sınıf meselelerini tanımak konusunda zaaf gösteren bir
kadın hareketi ile toplumsal cinsiyete yer vermeyen siyah ya da işçi sınıfı
hareketleri arasında kalmış hisseder kendini. Ne var ki özelleşmiş kimlik
siyaseti alternatifi son derece saçma bir noktaya da sürüklenebilir (özürlü,
cinsiyet değiştirmiş, lezbiyen, işçi sınıfı, beyaz-olmayan kadınlar topluluğu
gibi bir şey mesela). Benzer biçimde kendimi bir feminist, bir anarkist ve
cinsellik konusunda bir radikal olarak tanımladığımda birden üç farklı kişiye
dönüşürüm. Öte yandan, feminizmi, anarkizmi ve radikal cinsel siyaseti
savunuyorum dersem çeşitli görüşlere sahip tek bir şahıs konumunda olurum. (3)
Kimlik çoğunlukla
basit biçimde tanımlanmış yarar ve ilgiler tasavvur eder. Feminizm sadece
kadınlar içinmiş gibi sunulur; erkekler toplumsal cinsiyet sisteminden
bütünüyle yarar görüyormuş gibi algılanırlar. Pek çok erkek kurumsallaşmış bir
tahakküm biçimi olarak toplumsal cinsiyet sisteminden yararlanmaktadırlar
gerçekten de. Ama çıkarların sadece mevcut olan sistemlerden kaynaklandığını
düşünmeye başlarsak, insanların alternatif sistemlerden nasıl yarar
sağlayabileceğini görmekte zorlanabiliriz. İnsanları bambaşka bir toplum biçimi
yaratmak konusunda cesaretlendirmek ve onlara ilham vermek istiyorsak, neyi
yarar olarak gördüğümüzü birbirimizle paylaşmamız gerekir. Farklı değer
sistemlerinin (mesela tahakküm karşısında şefkat) farklı yararlarla
sonuçlandığını görmemiz gerekir.
Kimlik katılım
konusunda cesaret kırıcıdır. İnsanların üzerlerine yapıştırılacak etiketler
aracılığıyla dışlanacakları yönünde (ırkçı, homofobik, vs dışlamalar) bir
endişeleri mevcutsa girecekleri ortamda iyi bir şekilde karşılandıklarını
düşünmezler ve katılım göstermezler. Benzer biçimde, insanlar kendi yararlarına
olacağını düşünmedikleri sürece yine katılım göstermezler. Feminizmin sadece
kadınlar için olduğu düşüncesini sürdürürsek ya da erkeklerin feminizmi
destekleyebileceklerini ama kendi ayrıcalıkları konusunda suçlu hissetmeleri
gerektiğini söylersek, feminizmi desteklemelerinin kendilerine de yarar
getirebileceğini kavramalarına engel olmuş oluruz. İki şıkta da erkeklerin
feminist harekete katılım konusunda cesaretleri kırılmış olur. Radikal toplumsal
dönüşüm kitlesel ölçekli bir hareketlenmeyi gerektirir. Kimlik siyaseti, tanımı
gereği, bunu sağlayamayacaktır hiç bir zaman. ''Çevreciler'' gibi siyasi
kimlikler de benzer biçimde bir tür azınlık siyasetinin zeminine
dönüşebilirler.
Kimlik karşıtlaşma
üretir. Kimlik, dünyayı karşıt ikiliklere bölerek (erkek/kadın,
düzcinsel/terso, egemen sınıf/işçi sınıf, beyaz/siyah) birbirlerinden farklı
çıkarlara sahip olduklarını düşünen karşıt insan tipleri üretir. Bu tür
karşıtlaşmalar kişilerin bir insan olarak ortak çıkarlara sahip olduklarını
görmelerine engel olur. Birbirlerine yüklenen iki gücün karşıtlaşması pek az
şeyin değişebileceği anlamına gelir.
Kimlik, akışkan
olanı dondurur. Ne kişisel kimlik (''ben kimim'' türünden), ne de toplumsal
örgütlenme sabitlenmiş bir doğaya sahiptir; bunlar sürekli bir devingenlik
içerirler. Siyasal kimlikler bu akışkan süreçlerin, ayrışmış özellikler ve
çıkarlar içeren donmuş gerçeklikler olarak algılanmasını gerektirir. Kimlik ve
toplumun doğasını kavrayamayan siyasal kimlik radikal toplumsal dönüşümü
engellemekten başka bir işe yaramaz.
Mükemmel
olmayabilir ama yine de işe yarar bir strateji değil midir?Eğer bir şeyleri
değiştirmek konusunda fazla istekli değilseniz iyi bir strateji olduğunu
söyleyebilirsiniz tabii ki. Kimlik siyaseti egemen neo-liberal ideolojiyle
gayet güzel biçimde uyuşmaktadır. Ezilen kimlikler etrafında kurulan
topluluklar sivil hakların arttırılması konusunda devlet yapısı içinde lobi
faaliyetlerine girişebilirler. İlişkileri ve örgütlenme sistemlerini
değiştirmeksizin bireyleri korumaya yönelik bu düşünce, kapitalizmin ve temsili
''demokrasi''nin bireyci temeline gayet uygundur.
Bir stratejinin
kullanılabilir olabilmesi için mükemmel olması gerektiğini savunmam hiç bir
zaman ama en azından amaçları ile tutarlı olmasını beklerim. Amaçlar ve araçlar
ancak zihinlerimizde ayrıştırılabilir. Eğer amaç hiyerarşik toplumsal
ayrışımlardan (toplumsal cinsiyet, etnisite, ulusal kimlik, cinsel yönelim,
sınıf) kurtulmak ise, tam da bu tür ayrışımlar üzerine kurulmuş olan bir
stratejinin başarılı olması mümkün değildir.
Siyasal kimlik bu
kadar zayıf bir stratejiyse nasıl oluyor da bu kadar yaygın konumda?Kişisel
ölçekte siyasal kimlik bizi daha büyük bir bütünün parçası olmamızı ve
kendimizi özel hissetmemizi sağlıyor. Kısa erimde bunun oldukça başarılı bir
savunma mekanizması olduğu söylenebilir. Örneğin ben üzerime yapıştırılmaya
çalışılan damgayı bir onura dönüştürmeseydim içinde büyüdüğüm bu cinsiyetçi ve
homofobik atmosferden çok daha fazla yara almış biçimde çıkmış olurdum. Yine
de, başka insanlardan farklı ve ayrı hissetmenin uzun erimde ne psikolojik ne
de siyasi açıdan başarılı bir strateji olduğu söylenemez.
Siyasal kimliğin
alternatifi nedir?Eğer sorun sınırlar ise, aradaki tel örgüleri parçalayıp atmak
konusunda birbirimizi desteklemek ve cesaretlendirmek zorundayız. Sınırları
sökme yolunda kullanılacak iki önemli araç sistematik çözümlemeler ve şefkat
içeren stratejilerdir. Tahakkümün sadece gücü elinde tutan bireylerin
tutmayanlar üzerinde uyguladığı bir pratik olmadığını görmek zorundayız. Bunun
yerine yapmamız gereken, örgütlenme biçimlerinin (kurum ve ilişkileri de içerir
biçimde) nasıl sistematik olarak hiyerarşi ve sınır ürettiğini görebilmektir.
İnsanlar ancak kendi bireysel sorunlarının -- endişe, depresyon, yorgunluk,
öfke, yoksulluk, gereksiz çalışma, tatmin etmeyen cinsel yaşam, vs. --
benzersiz olmadığını, sistematik olarak üretildiğini kavradıklarında daha fazla
katılımda bulunmanın kendi yararlarına oldukları sonucuna varırlar. Bunun ötesinde,
insanların eylemleri sadece bütün tahakküm ve hiyerarşi biçimlerini azaltmaya
giriştiğinde etkinlik kazanabilir. Cinsel kimlik, cinsellik, kapitalizm, ırk ve
ulus devlet gibi kurgular birbirlerine bağımlı sistemlerdir. Her tahakküm
sistemi diğerini güçlendirme hizmeti görür. Bu her sorunu anında çözmemiz
gerektiği anlamına gelmez ama bütün sorunların insani meseleler olduğunu
görmemiz gerekir. Aynı zamanda belirli bir tahakküm sisteminin (kapitalizmin
bile!) diğer tüm tahakküm biçimlerinin kaynağı olduğuna yönelik düşüncelere
uzak durmamız gerekir.
Radikal siyaset
dışarıdan pek çekici gözükmez çünkü dünyadaki kötülükler üzerine yoğunlaşır. Bu
da insanların gündelik yaşamlarıyla alâkalı olarak umut vadeden ya da yapıcı
olan fazla bir şeye yer vermez. Eğer radikal değişime yönelik geniş ölçekli bir
toplumsal hareket görmek istiyorsak, insanlara değer verecekleri bir şey
sunabilmemiz gerekir. Başkalarının dertlerini dinlemek, onların sorunlarına
ilgi göstermek ve onları sistematik çözümler geliştirmek konusunda
cesaretlendirmek ve desteklemek şefkat gerektirir. Mevcut toplumun sıkıntı
yaratıcı yönlerini öne çıkarmaktansa insanlara daha iyi bir yaşam kalitesi
sunmak lazım.
Daha ayrıcalıklı
kategorilerde konumlanmış insanların da bir şekilde acı çektiğini görmemiz
gerekiyor. Hükmetme ve denetlemeye yönelik büyük bir ihtiyaç duyan insanların
en azından rekabet ve hiyerarşinin sonucu olan derin bir güvensizlik
duygusundan muzdarip oldukları söylenebilir. Güvensizlik, tahakküm ve denetim
diğer insanlarla tatminkâr ve anlamlı ilişkiler kurmak konusunda zorluklar
çıkarır. ''Ayrıcalıklı'' konumdaki insanlara saldırmak, bu sistemleri söküme
uğratmak yolunda pek fazla bir şey getirmez. Bu konumdaki insanlara da fazla
bir önem atfeder -- bu insanlar sistemin hem ürünü hem de üreticileridirler,
tıpkı geri kalan insanlar olan bizlerde olduğu gibi. Toplumumuzu radikal
biçimde yeniden örgütleyebilmemiz için sistematik tahakküm ve eziyeti azaltmayı
ve sistematik şefkati birlikte cesaretlendirmemiz gerekir. Bağlantısız ve çoğunlukla
tutarsızmış gibi gözüken tahakküm biçimlerinin birbirini güçlendirmesinde ve
korumasında olduğu gibi, toplumun şefkat üzerine örgütlenişi de sistematik ve
kendini sürdürebilir bir işleyişe bürünebilir.
İnsanları
cinsellik konusunda genel anlamda daha rahat olmaya cesaretlendirmek benim
kendi siyasi uğraşlarımdaki temel odaklardan biri olageldi. Ama cinsellik,
şefkat içeren ve sistematik bir yaklaşımın, kimliğin siyasallaştırılmasından
daha fazla şeyler kazandırabileceği alanlardan sadece bir tanesi.
Çekilen acıların
kaynaklarını (ne olursalar olsunlar) bulmak ve insanları bu acının azaltılması
için başkalarıyla ilişkiler kurmaları konusunda desteklemek ve
cesaretlendirmek. Şefkat ve işbirliği üzerine temellenen kurumlar inşa etmek
(sosyal merkezler, destek/tartışma grupları, aracı hizmetler, çocuk bakım
desteği, 'bomba değil yiyecek' türünde oluşumlar). Hayran olunan insanlara bunu
ifade etmek ve onların gösterdiği çabaları takdir etmek. Çevrelerini
değiştirmeye çalışan insanları desteklemek (işyerinde direniş oluşumları
örneğin). Otoriter konuma sahip ya da bu konumlara (ordu, polis, şirket
idaresi, vs.) meyleden insanlara alternatifler sunmak. İşbirliği ve şefkat
üzerine kurulu örgütlenmenin yararlarının ve hazlarının dünyayı elinde tutan
sınırlara ve bekçilere karşı güçlü bir tehdit olduğunu göstermek. Parçalanmış
gruplar, ''anti-herhangi bir şey'' gösteriler, arkadaş sıcaklığı taşımayan,
dışlayıcı toplantılar ve ütopyen ''devrim yapıldıktan sonra'' konuşmaları
korkarım ki aktivist gettoların dışında kalan insanların ilgisini çekmek
konusunda pek bir şey getirmeyecektir.
Jamie Heckert
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder