15 Ekim 2011 Cumartesi

Brennan Browne - Gerçekle Başa Çıkamıyoruz


  Gerçekle Başa Çıkamıyoruz


Brennan Browne

İnsanların kişisel aydınlanma düzeylerinden söz ederken şair Maya Angelous bir keresinde  “daha iyisini bildiğin zaman daha iyisini yaparsın” demişti. Türümüz hızla kolektif bir delilik durumuna girdiği, etik ve sağduyusu halen sağlam olan azınlığı cezalandırmaya kesin kararlı olduğu için, bu sade gözlem gerçekten de kulağa yanlış geliyor. Eğer bir kaç istisna ile beraber adalet gerçekten varsa insanlık doğaya karşı işlediği suçlar sebebiyle çağlar önce mahkemeye çıkarılmalıydı.

Sadece daha iyisini yapmamakla kalmadık,  bir tür olarak ne kadar aşağılara indiğimiz hakkında kendimize yalanlar söylemek için bile isteye işler çevirdik.

Cinayet eylemlerini sterilize eden yumuşatmalar-  “uyutmak” – aslında tek amaca- kendimizi derinden derine aldatmaya hizmet etmek amacıyla söylenmiş piçleşmiş sözcük oyunları sadece.  Bizi duygusal ve psikolojik anlamda inkâra yönelten, en savunmasız canlılara karşı sürdürdüğümüz suçlarımızı bir şekilde iyilik dolu, makbul bir dile dönüştürünce sanki daha az kötülük dolu olduğunu düşünmeye bizi inandıran yalanlar. Doğaları gereği, bu tür sözcük oyunları eylemsizliğe, vurdumduymazlığa ve son derece baskıcı ve ahlâksız insan davranışlarının kabul edilmesine yol açıyor.
Kendi yaygın psikopatimizi sürdürmek için bu tür araçlara başvuruyoruz. Bir tür olarak gerçeklikten daha fazla uzaklaşıp daha hasta bir hâl aldıkça insan krallığının dışında yer alan herşeye karşı sürüp giden savaşın sebep olduğu suçluluk hissinden kendimizi tamamen kurtarmak adına bu semantik koltuk değneklerine daha çok gereksinim duyuyoruz.  İnsan olmayan canlılarla olan ilişkilerimizi en çok belirleyen şey, kurbanlarımızı değersizleştirip suçlamak oldu. Sebep olduğumuz felaketlerden dolayı sorumluluğu kendimiz yükleneceğimiz yerde öfkemizi üzerlerine boşaltmak için sesi çıkmayan günah keçileri arıyoruz. Hatanın her seferinde %100 insanda olması önemli değil; kendimize söylediğimiz yalanlar artık daha akıl dışı ve göz boyayıcı davranışları da içine alacak şekilde çoğalmaya devam ediyor.

Bubonik vebayı düşünelim mesela; bu hastalık aslında 14. yüzyılda Orta Avrupa ve Asya’daki bakımsız ve sıkış tıkış yaşam koşullarında, insan dışkısı ile ortaya çıktı; ama suçlu her zaman fareler olacak. Bugüne dek, dünyanın her yerinde daima sövülen ve gaddarca yok edilen fareler bu haksız mirasın yükünü hâlâ taşıyor. Genel olarak kemirgenler suçluluk hissi sebebiyle muhakkak insanlar tarafından hedef gösterilmiştir. Hanta virüsünden kuduza ve medyanın şişirdiği ve paranoyakça şişirilmiş diğer salgınlar sebebiyle herşeyin sorumlusu olerak görülmeye devam ediyorlar.  Vebanın gerçek suçlusu olan ve hastalığı her yere yayan pirelerden pek kimse söz etmez. Belki bunun sebebi insanlığın hemen kıstırılıp yok edilemeyen türlere  kıyasla kolayca görülebilen bir türü şeytanlaştırması daha kolay olmasıdır.

“Vahşi melez soylar” ise cadı avlarının en son kurbanları. Giderek dünyanın her yerinde daha fazla dışlanan, suçlanan ve “içi kötülük dolu olmak” sebebiyle öldürülen bu hayvanlar konusunda bu vahşi histeride gözlerden kaçan en önemli nokta içi kötülükle dolu olmanın (tıbbi bir durum bile olsa) SADECE insanlar tarafından yaratılmış olduğu. Hiç bir soy doğuştan “içi kötülükle dolu” doğmaz, ancak insanlar öğretirse bunu öğrenebilir. Bu da insanlığın anlamsız şiddete ve aptallığa olan eğiliminin bir başka önemli kanıtı- insanların müdahalesi olmasa ortaya çıkmayacak bir sürü problem yaratılıyor.

Günümüze dek, Homo sapiens- Latince “bilge insan, bilen insan”- hiç birşey öğrenemedi. Bizler kendimizin sebep olduğu (gerçek ya da hayali) tek yönlü ve sonu gelmek bilmeyen kan davalarında kurban ettiğimiz kuzular haline dönüşen canlılardan caniler yaratmaya hiç pes etmeden devam ediyoruz.

Bir tür olarak iğrenç alışkanlıklarımızın Vebaya yol açması gibi, diğer canlıları maruz bıraktığımız barbarca yaşam koşulları ve bu canlıların çektiği acılara karşı gösterdiğimiz kibir dolu küçümsemelerimiz bizi durdurmaya gücü yetmeyenlere büyük zarar vermeye devam ediyor. Salgınlar bir boşluk içerisinde yaratılmazlar. Salgınlar canlı varlıkları dolar işareti dışında birşey olarak görmeyi reddeden açgözlü çıkarcı insanlar tarafından meydana getirilirler.

Sözde Domuz ve Kuş gripleri de insan mühendisliği ürünü toplama kamplarındaki koşullarla alakalıydı- bu da rezil bir pisliğe sebep oldu- hayvanlarla fazla bir ilgisi yoktu. Bu masum canlar insanın o miyop kendini beğenmişliği sebebiyle  iki kez mağdur edildiler: önce hastalığın hızla yayıldığı atmosferleri yaratarak, ikinci olarak da canavarca “çözümleri” sebebiyle.  Yüz milyonlarca hayvanın en adi, en insanlık dışı şekillerde kitlesel olarak öldürülmesi bu felaketlere sebep olan kendi ahlâki eylemlerimizi incelemekten daha fazla işimize geldi ve çıkarımıza uydu. İnsanın tarih boyunca süren embesillik sunağına trilyonlarca hayvan kurban edildi. Utanç verici, dehşet verici bir miras.

Ne yazık ki, insan, hiç utanmadan, olduğuna İNANDIĞI kişiyle çok gurur duyuyor. Hiç düşünmeden ortaya bir takım bahaneler atıyor, bütün bunlar despotların grotesk eylemlerini temize çıkarmaya yarıyor- gelenek, kültür, din, tıbbi ilerleme, gıda, eğlence ve nice insan olmayan canlının haşere denerek yok edilmesiyle ortaya çıkan tür kıyımı. Tanrı rolü oynuyoruz, tabii o bilgelik bizde yok, gezegene ve evrene yönelik bir hürmet ve şefkat duygusu bizde yok. Aslında sürekli medenîlik ve üstünlük taslayan merhametsiz vahşiler olduğumuzu kanıtlıyoruz.

Bu yaygın ve bariz ikiyüzlülüğe meydana okuyacak kadar empati  kurabilen ve algısı gelişmiş her insan toplumun şamar oğlanı oluyor. Sadece insanlığın sistematik olarak her gün işkence edip öldürdüğü canlıların hakları ve rahatını kaale aldığı için suçlanmakla kalmıyorlar ; bu kurbanlar adına eylemler düzenleyenlerin kişisel özgürlüklerini kısıtlayıp istismarcıları koruyan kanunlar düzenleyen iktidar sahipleri tarafından da cezalandırılıyorlar. Demokrasi, barış ve özgürlüğün yüceliğini dile getirip kendimizi göklere çıkarırken sonu gelmeyen kan dökücülüğümüzle ilgili gerçekleri söyleme cüreti gösteren herkese saldırıp onları alaşağı ediyor, hapse yolluyoruz.  İhtiyaçlarımızı gidermek için önümüzde bulunan herşeyi manipüle edip öldürme hakkını derin bir küçümsemeyle elimize geçirmişiz, sonuçların ne olduğunu zerre kadar umursamıyoruz bile.

Eğer kendimizle ilgili en korkunç gerçeği açık bir şekilde kabul edemezsek, o zaman  tarihsel olarak kanıtladığımız gibi, yıkıcı, kuruntulu, bahaneler üreten bir tür olmaktan başka bir şey başaramayacağız. Devasa kötülüğüyle ilgili gerçeği ortadan kaldırmak için elindeki kaynakları –zaman, enerji, para, kanun, cezalar – böylesine israf eden bir ırk  için hiç mi hiç  ümit yok.

Hayvan hakları kavramı, BÜTÜN canlıların mağdur edilmeden- zulümden uzak- yaşamasına izin verilmesi “hakkı” olduğu düşüncesinin altını çiziyor. Bu, HER canlının uğrunda mücadele ettiği  bir hak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder