İlkelcilik
Üzerine Sıkça Sorulan Sorular
7 Nisan 2006
*Çoğu şey şimdi
daha iyi olmalı, fakat uygarlıktan önce yaşam daha sıkıcı, insanlıktan uzak ve
kısa değil miydi?
Bütün delillere
göre değil. Yiyecek, barınak ve yakıt çok boldu, ve bu ihtiyaçları
karşılamaktan başka çalışma yoktu. Ve eğer gerçekten yapmaktan hoşlandığın bir
şey çalışma mıdır? Meyveleri toplamak fabrikada çalışmakla aynı şey değildir.
Ne bir geyiğe sezdirmeden yaklaşmak, ne de bir kulübe yapmak veya biraz mantar
bulmak. Vahşi insan için yaşam çalışma ve boş vakit olarak bölünmemiştir. Her
şey kendi uygunluğunda eğlencelidir, yapılırken memnun edicidir.Medeni olmayan
tarz, küçük, sıkı örülü, göçebe gruplar içersinde orman mahsullerinin
toplanması ve avlanmasını gerektirir. Liderler, devletler, piramitler yoktur.
Bireyler, orman yaşamına adapte olmaları için milyonlarca yıl evrildikleri
şekilde insanın doğal çevresi içinde hayatta kalmak için pek çok yeteneğe
sahiptir.
Onların yaşam
tarzı akışkandır, ve yüksüz olarak toprak üzerinde seyahat ederler. Bu sebeple,
güç yapılarına, yiyeceğin stok edilmesine, hiyerarşilere ve toprağı eken
toplulukların diğer özelliklerine ihtiyaçları yoktur.
*Yanomamo’lar
hakkında televizyonda bir program gördüm ve korkunç insanlardı. Tamamen
toplayıcı-avcıları idealize etmiyorsun değil mi?
Yanomano’lar
çiftçilerdi – ormanda tahrip edilerek açılmış alanlarda muz, plantain ve mısır
yetiştirdiler, ve açık alanları yaktılar. Bahçecilik yiyeceklerinin %85’ini
sağlıyordu. Onlar toplayıcı-avcı göçebeler değildi, onlar yerleşik çiftçilerdi.
İnsanlar genelde kabile insanlarının farklı tipleriyle ilgili çok az anlayışa
sahip olmaya yönelmişlerdir ve hepsini birlikte, ilkel veya yerli olarak tek
bir gruba koyarlar. Fakat, kuş tüyü, G-string ve parlak kırmızı vücut boyası
olan herkes, göçebe toplayıcı değildir.
*Fakat
toplayıcı-avcılar içersinde dahi kabile şiddetinin olduğunu inkar etmiyorsun?
Evet, biraz
şiddet var – şimdi ve tekrardan kabileler arası kavga – fakat nadiren herhangi
biri ölüyor veya ciddi bir şekilde yaralanıyor, ve tüm maksat komşulara zarar
vermektense bir miktar şiddeti dışarı vermek gibi gözüküyor. Ve asla
komşularının toprağını almazlar, asla saldırmazlar, işgal etmezler ve yok
etmezler. Diğer tüm kabileleri kendileri gibi aynı olmaları için zorlamazlar.
*Pekala, tamam,
toplayıcı-avcı olarak mutlu olabilirdik, fakat bu çok uzun zaman önceydi ve
geri gidemeyiz, geriye dönemeyiz, dönebilir miyiz?
Bazı Kızılderili
Şeflerinin dediği gibi, “Eğer bir şeyi kaybedersek, onu bulmak için geri
gideriz.” Çok azı şimdi kaybolduğumuzu inkar edeceklerdir. Öyleyse, uygarlıktan
önce milyonlarca yıl boyunca neyin çalıştığına ve neyin dünyada bir çok yerdeki
uygar olmayan insanlar için hala işe yaramakta olduğuna bakmak mantıklı olur.
Bu insanlar bugün buradalar, öyleyse bu yaşam sadece geçmişteki bir şey değil,
burada, hemen şimdi yaşanmış olan bir yaşam.
Bunu başka bir
yoldan düşünelim.
Eğer atletler
öğrenmek isterlerse, toplayıcı-avcılara bakarlar:
“İnsanın fiziksel
aktivite şablonunun modeli spor salonları, atletik alanlar, veya uygulamalı
fizyoloji salonlarında değil, evrimsel tecrübelerin çok uzun süreçleri üzerinde
faaliyet gösteren doğal seleksiyon tarafından saptandı. Bu yazı, evrimin çağdaş
insan performansı için potansiyelini nasıl belirlediğini açıklar,.. ”
(Cordain, L.,
Gotshall, R.W., Eaton, S.B. Evolutionary aspects of exercise (Egzersizin
Evrimsel Görüşleri).
World Rev Nutr
Diet 1997; 81:49-60.)
http://www.thepaleodiet.com
Eğer beslenme
uzmanları öğrenmek isterlerse, toplayıcı-avcılara bakarlar:
Aşağıdaki bölüm,
Paleolitik yiyecek grupları üzerinde temellenmiş çağdaş beslenme tarzının
besinsel özelliklerini araştıran bir çalışmanın özetinden alıntıdır:
“Evrimci
biyologlar arasında, tüm türler gibi insanların, atalarının içinde bulundukları
şartlara – bu, atalarının hayatta kaldıkları çevreye ve bu sebeple genetik
yapılışlarını uygun bir duruma getirmiş çevre – genetik olarak adapte oldukları
konusunda büyüyen bir farkında olma durumu var. Aynı zamanda, 10,000 yıl önce
tarım ve hayvan çiftçiliğinin başlangıcı ile başlamış olan içersinde
bulundukları şartlardaki (örneğin, günlük besinlerde ve diğer yaşam tarzı
durumlarında) önce bulunmuş değişimler, insan genomunun düzenlenmesi için
evrimsel zaman ölçeği üzerinde çok güncel olarak meydana geldi. Çağdaş insan
beslenme tarzı ve genetik olarak belirlenmiş fizyolojimiz arasındaki
uyumsuzluğun sonucu olarak, uygarlığın sanki davet edilmiş hastalıklarının çoğu
meydana çıktı.
(The Nutritional
Characteristics of a Contemporary Diet Based Upon Paleolithic Food Groups
(Paleolitik Yiyecek Grupları Üzerinde Temellenmiş Çağdaş Beslenme Tarzının
Besinsel Özellikleri), Loren Cordain, PhD Department of Health and Exercise
Science, Colorado State University)
İçinde olduğumuz
karışıklıktan nasıl kurtulabileceğimizi öğrenmek istiyorsak, toplayıcı-avcılara
bakabiliriz. Bu, ilkelciliktir. Büyük programlar yok, herkesin kabul etmesi
gereken koyulmuş planlar yok, herhangi birisinin okuması gereken kitaplar yok.
Yalnızca insanlara delillere bakmasını sormak – toplayıcı-avcıların gerçek,
yaşayan delilleri – ve neler öğrenebileceğimizi görmek.
*Tamamen
toplayıcı-avcıları idealize ediyorsun – bebek ölüm oranları farklı bir resim
gösteriyor – bebeklerinin o yaşlarda ölmesini mi istiyorsun?
Bir kültürün
sağlık belirtisi olarak sadece bebek ölüm oranını almak çok sınırlayıcıdır.
İlkel insanlar
hasta çocuklarının doğumda ölmelerine izin verirler. Bazı makinelerde yıllarca
beyinlerin canlı kalması yerine bebeklerini sıvılar ile saklamazlar (Bu özel
doğuştan gelen anormallik Amerika’da her bin doğumdan ikisinde meydana gelir).
Uygar insan kimin yaşayacağına ve öleceğine karar verir. İlkel insan,
Yaşamın/Doğanın karar vermesine izin verir.
Kim bu kadar
fazla düzensizlik yarattı? Kim dünyayı aşırı kalabalıklaştırdı? Kim ormanları
yok etti, suyu kirletti, bütün petrolü çekti? Gerçekten burada cahil olanlar
kimler? Tanrılar gibi davranan, ve yok olmanın kıyısına bizi getirenler? Veya tanrılar
olmadıklarını bilen ve sağlıklı evlerinde özgürce yaşayanlar?
Bu küçük ölüm
oranlarını bir kenara koyalım ve ilkel insanların genel sağlıklarına bakalım,
uzun ve dolu dolu yaşayan güçlü, sağlıklı bir insan görürüz. Uygarlığın
rahatsızlıklarının hiçbirini (kanser, kalp hastalıkları, mafsal iltihabı)
yaşamazlar ve hastalandıkları zaman, etraflarında özgürce yetişen bitkileri ve
diğer iyileşme tekniklerini kullanarak çabucak iyileşirler. Bunlar çeşitli
kıtalar üzerinde insanlardı – uygarlık ile çok az veya hiçbir kontağı olmayan
insanlardı.
İlkel insan,
uygar ve evcilleşmiş insandan daha mutlu, daha sağlıklı ve daha dolu dolu
yaşar. Bunu destekleyen çokça antropolojik yazılar mevcuttur. Örneğin : “Orman
İnsanları”, Colin Turnbull ve “İlksel Bolluk Toplumu”, Marshall Sahlins. Açıkça
bilgileri gizlendiği yerden bulup çıkarmak çaba ve zaman alır, ilkel yaşamın
uygar önyargılar ile meylettirildiği gibi. Fakat ilkel hayatla karşılaştırılmış
uygar yaşamın yoksulluğu ve sağlıksızlığı hakkında şaşırtıcı gerçekleri
gösterir.
*Peki Hazda ne
olacak? Hazda ölümlerinin yedisinden bir tanesi kadının çocukluğunda
gerçekleşiyor, öyleyse uygarlık ve onun modern ilaçları olmadan pek çok kadın
çocuklukta ölecek. Bunun uygun olduğunu düşünüyor musun?
Bu tartışmalarda
benzer olduğu gibi, uygarlık ile kirlenmiş insanların örnekleri “ilkel”
örnekler gibi kullanılıyor. Hazda, bazı bölgelerdeki gerçek olmayan toplama
kampları içersinde sürüye katılmıştır. Onların bazıları çiftçililik yapar ve
yıllarca da yapmıştı. Ayrıca misyonerlerce çocukları çalınmıştır ve kültürleri
pek çok durumda uygarlık ile temas ederek bozulmuştur.
Kişisel bir
arkadaş Hazda ile pek çok yılını geçirmişti ve bütün kilise mütevelli heyeti
üyeleri, ona uygarlıkla ile temas kurmadan önce, onların mutlu ve sağlıklı
olduklarını söylemiştir. Misyonerler ve diğer parazitler geldiğinde ve önceden
hayatın kıyaslanamayacak şekilde daha iyi olduğunu söylediklerinde,
kültürlerinin çöküşüne çok fazla üzgündüler. Fıkra tarzında? Evet. Eğer
bakarsanız çok daha fazla örnek bulacaksınız, fakat bakmazsanız, uygarlık kendi
eleştirilerini ilan etmeyeceği gibi, onları hiçbir zaman bulamayacaksınız.
Kadının, modern
ilaçlar olmadan güvenli bir şekilde çocuğu olmayacağı fikri aslında çok
eğlendirici, nitekim makine olmadan doğuramayacaksak, çok uzun zaman önce
kesinlikle ölmemiz gerekirdi.! Doğum, doktorlar ve makinelerin dokunuşuyla,
yardımdan çok engellenmiş olan karmaşık, güzel bir süreçtir. Derin bir duyusal
deneyimdir – ziyadesiyle zevk veren – ve bazı riskler taşırken (ne taşımaz ki?)
, anne ve bebek için pürüzsüz ve yeterli olması için tasarlanmıştır. Müdahale
edilmeyen doğumlarda, gerilim yoktur ve gerilimin eksikliği ile kolay doğum
gerçekleşir.
*Tamam, pekala
çocuk doğumu hastane gerektiren bir hastalık olmayabilir, fakat peki ya bütün
kanser kurbanları ve modern hekimliğe ihtiyaç duyan diğerleri?
İlaçlarımız
çözdüklerinden çok fazla problem ortaya çıkarırlar, kökeninden çok,
semptomlarını tedavi eder, ve her zaman uygar yaşamın sebep olduğu veya
şiddetlendirdiği problemlere/hastalıklara karşılık verir. İnsanların çoğunlukla
düşündükleri bir şey olan modern hekimlik, yaşayan uygara dair bir bonustur.
Diğer benzer fikir, ilkel insanların rahatsız oldukları ve kendilerini daha iyi
yapmak için (bizim gibi) bizim uygar hekimliğimize ihtiyaç duyduklarıdır. Bu
görüşün altında yatan kültürel olarak ırkçı maksat, hemen hemen bütün uygar
insanların sahip olduğu ve ispatlanacak şekilde hatalı olan kültürel üstünlük
kompleksini kuvvetlendirir.
Yerlileri
uygarlaştırmaya gitmek için misyonerlerin ve yardım çalışanlarının verdiği
büyük bahanelerden biri sağlık tedbirlerinin sağlanmasıdır. Tüm ilkel kültüre
yabancı olan hekimlik ve beden hakkında fikirler ile ilkellere hücum ederler.
Misyonerler ve yardım çalışanları, tedavi etmeye gittiklerini, ve iki nesil
içersinde herkesin daha önce asla ölmedikleri hastalıklardan sinekler gibi
düşmeye başladıklarını söyler.
Modern hekimlik,
kendi uygar dünya bakışının semptomlarına, bazı temel kusurlara sahiptir. Bu
kusurlardan biri, bedenin ilaçlar, doktorlar ve diğer makinelerce tamir
edilmesi gereken bir makine (karmaşık bir makine, fakat her şeye rağmen bir
makine) olduğu fikridir. Halbuki, bütün ilaçların aslında yaptıkları bedende
bir tepkimeyi harekete geçirmektir. Kendileri her hangi bir şeyi tedavi
etmezler. Bir kemiği iyileştirmek, bir enfeksiyonla savaşmak, vs. için bedeni
harekete geçirirler. Ne çeşit bir medikal sistem, temel tanımlaması açıkça
yanlış olduğunda, geçerli olabilir?
Bizim
hekimliğimiz, bir şeyi iyileştirirken, genelde daha ciddi bir rahatsızlığa,
diğerine sebep olur. Tüm bedenin zararı için bedenin bir parçası gibi davranır.
Bedene ve doğanın kendisine başvurduğumuz yolun bulgusalıdır. Makinelere
indirgenmiş bir şey ve işlemden geçmiş kimyasallar, uzman beyaz önlüklülerce
tedavi edilmiş olmaktır. Tek tedavi insanların kendilerinden gelir diye
bilmekten ziyade – sadece bireysel beden kendisini tekrardan canlandırabilir.
Başka yerde problemlere sebep olan kimyasallarla bedeni bombardımana uğratmak,
hiçbir şekilde gerçek bir çözüm olmayan kısa dönem çözümlerdir ve tamamlayıcı
olarak dar görüşlü uygar kültürümüzün göstericisidir.
*Hadi, yapma,
işlerin daha kötüye gittiğini nasıl söyleyebilirsin? Örneğin, insanlar 200 yıl
önce Londra’da tifodan ölüyorlardı. En azından şimdi, çoğu bulaşıcı hastalıklar
tedavi edilebilir ve temiz sağlık tedbirlerimiz var.
Aşırı
kalabalıklaşma, kirli su, kirli yiyecek ve zayıf sağlık tedbirleriyle ilişki
hastalıkların (parazit hastalıkları, dizanteri, tifo ve paratifo humması,
solucanlar vs.) hepsi uygarlığın hastalıklarıdır. Son birkaç on yıldaki sağlık
tedbirlerindeki gelişmeler, ilkel topluluklarda bulunmamış ve uygarlığın sebep
olduğu problemlere tepkilerdir.
“hemen hemen
izole şartlar altında yaşarken, uygarlıktan bağımsız olarak ilkel insan diş
rahatsızlıklarına karşı bağışıklığını tamamlamıştı. Vücut deformasyondan
bağımsızdı… Yavrulamaya ait oran, misal permit doğumu gibi, zorluksuzdu ve az
yada hiç acısızdı… Bulaşıcı hastalıklara karşı direnç yüksekti, az insan hasta
olur, ve bunlar da çoğunlukla çabucak iyileşirlerdi. Yozlaştırıcı hastalıklar
nadirdir, hatta ileri yaşamlarda da… Zihinsel şikayetler aynı derecede nadir…
Yaşam süresi uzun, bir çok yaşam yüzyılı aşkın…
İlkelin iyi
sağlığının sadece izafi izolasyon durumları altında mümkün olması bir
gerçektir. Uygarlık ile kontağı, beslenme alışkanlıklarını değiştirmeye
elverişli olduğu gibi, çok kolayca hastalanmaya dayanamaz ve geçmişin eşsiz
bağışıklığının tamamını kaybeder. ”
“İlkel İnsan ve
Yiyeceği”, Arnold de Vries (1952).”
Farklı bir
perspektiften bakmayı denemelisiniz. İlk olarak suyun nasıl bu kadar
kirlendiği? Her şeyin nasıl bu kadar sağlıksız olduğu? Uygar problemlere uygar
çözümler. Çemberin dışından bakmayı deneyin.
*Fakat senin
bahsettiğin bu uygar olmayan insanlar bizim yaşam tarzımızı bilmiyorlar. Eğer
bilselerdi, seçmezler miydi?
Elbetteki bizim
hakkımızda bir çok şey biliyorlar, fakat kendi tarzları ile mutlular,
milyonlarca yıldır çalışan tarzlarından, ve bizim yolumuzu reddediyorlar.
Modern gelişim ve uygarlık ile hiçbir şey yapmak istemeyen ve kendi yaşam
tarzlarını korumak için savaşmış ve hala savaşan yerli insanların belgelenmiş
örnekleri vardır.
Bir Hadza üyesi,
Mahiya, bir ara Avrupa’yı ziyaret etmişti. Çocuklarını okula göndermemenin
Hadzaların sorumsuzlukları olduğunu söyleyen NGO temsilcilerince sürekli
eleştirilmiş ve kendisine saldırılmıştı. “Kişi zamanın çarkını geri dönemez”,
demişlerdi, “toplayıcıların ve avcıların zamanı geçti”.
Mahiya onlara
Hadzabe’nin eski zamanlardan beri toplayıcı-avcılar olarak özgürce yaşamakta
olduklarını, ve yaşamaya devam edeceklerini söyledi. Hadzabe’nin okullar,
kiliseler, hastaneler ve devlet baskısı olmadan, doğa ile yaşamın hala mümkün
olduğunu göstermek için mutlu ve hazır olduğunu söyledi.
Mahiya kendi
insanlarının toprağına memnuniyetle döndü, patolojik fikirli insanlarla dolu
bulduğu, doğal ve engel olunmamış seksüel davranışların olmadığı, yay ve ok ile
avlanacak bir yerin olmadığı, yaşlı insanların bir kenara atıldığı, genellikle
çocuklar için yerlerin köpekler için yerlerden daha az olduğu, hemen hemen her
adımın bir talimat ile engellendiği, ve yaşamın amacının para kazanmak olduğu
Avrupa’yı terk etmekten mutluydu.
*Peki eğer bu
doğruysa, bu uygar olmayan insanların neden hiçbiri kalmadı, herkes uygarlığı nasıl
kucakladı?
Pek fazla yok,
ama hala dünya üzerinde vahşi kalmış arazilerde uygar olmayan insanların
milyonlarcası var. Fakat asimile edilmek için sürekli bir baskı altındalar,
yağma ve talan etmek için arzulu madenciler, petrol şirketleri, kerestecilerce
topraklarının tecavüze uğratıldığı üzere. Uygarlığın faaliyetleri, bu insanları
ölüm acısı altında değişmeleri için zorlamaktadır.
İlkel insanların
değişimleri, misyonerlerin çocuklarını kaçırması, misyoner okullarına
zorlanmaları, animist dinlerinin pratiğinin yasaklanması, ormanların kesilmesi,
yiyecek ve enerji kaynaklarının yok edilmesi, vb. baskıları içermektedir. Uygar
olmayan insanların merhametsiz değiştirilme metotları çok iyi belgelenmiştir.
Hatta papa, misyonerlerin Avustralya’da çocukların çalınması ve tevkif
merkezlerinde insanları hapsetmeleri için özür dilemiştir. Uygar insanların
ilkel insanlara nasıl davrandıklarının cevabı, bilmek isteyenler için
mevcuttur. Evine ve ailene karşı yapılan hırçın, iğrenç saldırılardan hayatta
kalmak için nasıl tepki vereceğini hayal edebilir misin? Eminim ki, çok fazla
zaman geçmeden haça ve çapaya elini uzatmayacaksın bile.
Hatta asimilasyon
başladıktan sonra, süreç acı verici ve şiddetlidir. Bir kere kültürleri
misyonerler tarafından yok edildiğinde boşluk, alkolizm, Hıristiyanlık,
duygusuzluk ve kitle medyası ile dolduruldu. Hayatta kalmamış veya bunun gibi
bir dünyada hayatta kalmak istemeyen ilkel insanlar hakkında pek bir şey
bilmiyoruz. Belki de köle yaşamını, yaşamaya değer olarak görmediler.
*Pekala şimdi,
bizler bu çağdayız, toplayıcı-avcılar gibi tekrardan yaşamaya başlayamayız –
milyarlarca insan toplayıcılık ve avcılık yapamaz, öyleyse koca nüfusun
gelişimini desteklemek için çiftçiliğe ve uygarlığa ihtiyacımız yok mu?
Şiddetli nüfus
azalması gönüllü olarak isteyelim ya da istemeyelim olacaktır. Belli nedenler
için bunların hepsini gönüllü ve tedricen yapmamız daha iyidir, eğer yapmazsak,
insan nüfusu her halükarda kesilecektir. Dünya sadece belli miktarda yaşam
formlarını destekleyebilir. Eğer belli bir tür içersinde çok yüksek miktarda
artış varsa, gezegen kendi geri savaşır ve dengeyi kurar. Yaşam dünya için çok
önemli bir şeydir, yaşamın herhangi belli bir formu için değil. Gezegen
tarafından desteklenen çok fazla insan var ve bununla ilgili olarak bir şey
yapmazsak, gezegen yapacak. Zaten görüyoruz… belalar, kıtlıklar, deniz
baskınları… er geç bu çığ gibi artacak, değiştirmeye başlayana kadar.
Diğer yaşam
formları gibi bizler de biyolojinin aynı kanunlarının tesiri altındayız ve eğer
dünyayı diğer yaşam formlarının bebeklerine zarar veren insan bebekleri ile
doldurmayı sürdürürsek, bir gün hiç kimsenin bebeği için bir gelecek olmayacak.
*Doğanın
kanunları? Ne hakkında konuşuyorsun sen? İnsanlar olarak bizler seçim ve özgür
iradeye sahibiz, doğa kanunlarının etkisi altında değiliz.
Önemli
olduklarını düşünmesen de, doğa kanunları vardır. İzole edilmiş varlığın,
karşılıklı yardımlaşma, yaşamın ağı gibi budala şeyler konusunda tasalanmaman
gerektiğini söylese bile, bununla beraber hepsi oradalar. Doğanın kanunları.
Veya Tolstoy’un açıklamasıyla, “Doğa kanunları ile ilgilenmeye bilirsiniz,
fakat doğanın kanunları elbette sizinle ilgileniyor.”
Eğer bütün
petrolü kullanır, bütün gezegeni kazarsak, nehirleri zehirlersek, ormanları
çöle çevirirsek ve yaşamın hepsini “genetik kölemiz ve mutantımız” yaparsak,
akıbetimizi anlayacağız. Bizler, ne yer, ne içer, ne soluyorsak oyuz. Eğer
yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz her şeyi yok edersek sonra çok büyük bir
karışıklık içersine gireriz.
Bu özellikle
memnuniyet verici bir düşünce değildir. Evimiz, gezegenimiz üzerindeki
eylemlerimizin akıbeti hakkında düşünce, beni coşkunca bir neşe ile
zıplatmıyor. Fakat içinde olduğumuz bu karışık durum ile yüzleşmeliyiz ve yaşam
ağına bağlı olduğumuzu, doğanın parçası olduğumuzu, ve yaşamın geri kalanına
neler yaptığımızı, kendimize neler yaptığımızı kabul etmeliyiz. (bizim
dışımızdaki yaşama ve kendi kendimize ne yaptığımızı) Hayatı yok ettiğimizi –
kendimizi yok ettiğimizi anlamak için.
*Öyleyse,
kitlesel açlık ve sosyal çöküş görmek istiyorsun?
Zaten kitlesel
açlık ve sosyal çöküş var. Her gün açlıktan ölen milyonlarca insan var ve
toplumumuz tamamen çökmüş durumda. Doğası gereği baskı ve hiyerarşi içeren bir
şeyi onarmaktan öte, onu tamamen alt üst etmeliyiz ve çalışan bir şeyler
bulmalıyız.
“Çalışma”
dediğimde, ormansızlaştırmaya, toprak yüzeyi erozyonuna, sellere, kıtlıklara,
eşitsizliğe, hiyerarşiye, zehirlenmiş su, besin ve havaya, ve evimizin tamamen
yıkımına yol açmayan bir şeyi kastediyorum. Sürdürülebilir bir şeyi
kastediyorum (ve organik tarım sürdürülebilir değil – aşağıdaki çiftçilik
bölümüne bakınız). Toplayıcı-avcı yaşam tarzı sürdürülebilirdir. İnsan
tarihinin büyük bir parçasında çalışmıştı ve son zamanlarda çiftçiliğe ve
uygarlığa başladık. Ayrıca dünyadaki uygar olmayan insanlar için hala işliyor,
fakat elbette uygarlık onları bozabilecek her şeyi yapıyor, öyle ki uygarlığa
daha fazla alternatif ve ilham yok.
*Çıkarına
kullanmak ve kontrol etmek yine de insanlık hali değil mi?
Uygarlık içersinde
yetişmiş insanlar için, beyin yıkama işlemlerine maruz kalmış (okul, kolej, TV,
vs.) dünyadaki tüm yaşamın insanlar için kontrol altına alınması onlar için
doğal gözükür. Onlar insan üstünlüğüne inanmak için eğitildiler.
Bu bakış açısının
kibirliliği ve ahmaklığı, gülünç güç oyunları ile kafası meşgul edilmiş ve akıl
kontrolüne, nükleer güce, vs. baş vurmadan hayatlarını yaşamaktan mutlu olan bu
kültürlere aşikardır.
Elbette diğer
herkesin haksızca davrandığını düşündüğün bir yerde yetişmek, bunun normal
olduğunu, deli gibi davranmak için normal bir yol olduğunu düşünmeni
sağlayacaktır. Fakat gerçekten bu yaşamak için delice bir yoldur!
Bütün dinler
çeşitli benzer fikirlere/dogmalara sahiptir – bunlardan biri insanların dünyayı
yönetmek için tanrıdan bir emire sahip olduğudur. Bunu düşündüğünde garip bir
fikirdir çünkü neden insan bu göreve sahip olmalıdır? Örnek olarak, onları bir
çiçekten daha iyi yapan nedir? Bir çiçek insandan farklı bir güce ve enerjiye
sahiptir, fakat insanlardan daha az enerjiye ve güce sahip olduğunu düşünen
sadece insanlardır.
*Öyleyse insan
öldürmenin bir çiçeği öldürmek ile aynı şey olduğunu düşünüyorsun?
Çoğu insan,
insanlar ve doğanın geri kalanı arasında seçime indirgen yaptığını düşünür
gözükürler. Gerçekten bizler yaşamın ağının geri kalanından ayrılmaz olmamıza
rağmen; ağın bir parçası yok olduğunda, herkesin düşünüş tarzını etkiler.
İnsanları soludukları havadan, içtikleri sudan, yedikleri yiyecekten
ayıramazsın. Dağlardaki mahsullerin üzerine saçılmış bir zehir nehirlerin içine
akacak ve akıntı yönünde içme suyuna akacaktır. Rusya’daki nükleer reaktör
patlaması yirmi yıl sonra Galler’deki toprağı ekilemez yapar.
Uygar
propagandacılar, insanların dünya üzerindeki yaşamın geri kalanından ayrı
olduğu inancını yaratmaktan hoşlanır, fakat kendi gözlerimiz ile bunun mümkün
olmadığını görebiliriz. Bir insanın yaşamı içinden çıkılmaz suretle çiçeklerin
yaşamına bağlanmıştır. Ve çiçekler her hangi bir insan gibi önemli derecede
yaşama hakkına sahiptir, herhangi bir yaşam formunun yaşam hakkına sahip olduğu
kadar. Bir sivrisinek veya mantar gibi pekala yaşam hakkına sahibiz.
*Ben dindar
değilim, fakat hala insanın sivrisinekten bilinç üstünlüğüne sahip olduğunu
düşünüyorum.
Bütün uygar
insanlar kalplerinde dindardır. Şimdi şu dini fikirler bazı gruplar içersinde
pek moda değiller, gizlenmiş, derinlere saklanmışlardır. Dini fikirler
kültürümüzün hala birer parçasıdır.
İnsanın diğer
yaşam formlarından üstün olduğu fikri, çoğu uygar insanı rahatsız eden yaygın
ve derinlere tutturulmuş dini bir fikirdir. Bu, altı milyarın üzerinde insan
yaşam formu ve daha az kurt, ayı ve hemen hemen diğer yaşam formlarının
bulunduğu şimdiki duruma götürür. İnsan olmayan yaşam formları her gün yok
edilmektedir, kitlesel açlığa, evlerinin yok edilmesine, zehirli yaşam
tarzlarımızdan zehirlenmeye maruz kalmaktadırlar. Gezegen ızdırap, acı ve zevk
ve sefa dolu yıkımla doludur. Şimdi kaynama noktasına ulaşıyor ve insanlar
nesillerinin tükenmesi yolunda bir sonraki tür. Bunu değiştirmek için yollar
aramaya başlayacağımızı düşünebilirsin. Doğa ile, uygar olmayan kendi doğamız
ile uyum içinde yaşamaya başlamak.
*Hey, tüm bunlar
mistik, anlaşılması güç büyü ve ayinler gibi geliyor. İlkelcilik bana dinin
özellikle çirkin bir şekli olarak gözüküyor.
Gerçekte
ilkelcilik, bütün dinlerden program sürücüleri, özgürlükten nefret eden
kampanyalar olarak sakınır. Din, bizler Yaşamın mevcut deneyimlerinden
ayrıldığımız zaman doğan özellikle uygar bir huydur ve onlara ritüel ve
anlaşılması güç büyü veya ayin ile vekalet etmeye başladı. Din her zaman
durumun kazancını ilerletti ve insanları kendi bireyselliklerini bazı yekpare
güç yapılarına bırakmaya zorladı.
*Fakat yok etmek
insan doğasındadır – Amerika’ya geldiklerinde neler olduğuna bir bak. İnsanlar
geldiğinde, bir neslin kitlesel tükenişi meydan geldi.
İnsanlar en az
35000 yıldır Amerika’dalar. Kitlesel soy kırım 17-15 bin ve 13-11 bin önce yer
aldı.
27,000 yıl önceki
taş aletler Alaska’da bulundu ve 21,000 ve 25,000 yıl önceki insan kalıntıları
ve eserleri Güney Amerika’da bulundu. “Amerika insan yerleşimi üzerine çok
makul sonuç, yerleşimin en az 35,000 yıl önce başladığıdır, fakat daha sonraki
tarihlerde göç dalgalarını da kapsamış olması da olasıdır. ” (- “İnsan Evrimi”
; Roger Lewin).
Dünyanın her
yerinde meydana gelmiş kitlesel nesil tükenmesi, kitlesel sellerin,
depremlerin, volkanizmanın, gelgite bağlı dalgalanmalar ve süratli bir şekilde
gerçekleşmiş Buzul Çağı yok oluşu tarafından meydana gelmiş fenomenlerin
sonucuydu. Bunun mükemmel tarifi, Graham Hancocks’un “Tanrıların Parmak İzleri”
kitabında bulunabilir.
İnsanların
gelişi, kitlesel nesil tükenişi ile aynı zamanda meydana gelmedi – Buzul Çağı
yok oluşu bunu yaptı. Yaklaşık 17,000 yıl önce, “Tazewell Yükselimi”
maksimumdaydı. Daha sonra erimeye başladı, birden bire ve çarpıcı olarak, iki
bin yıldan daha az sürede milyonlarca mil buzullardan arındı. Bu hızlı buzlu
kalkması kitlesel nesil tükenişi ile rastlaşmaktadır.
İnsanlar
doğalarından yıkıcıdır argümanı tamamen bunu göstermez. Yıkıcı olanlar uygar
insanlardır insan doğası değil, ve eğer yapmaya karar verirsek
kendimizi/şeylerimizi değiştirebiliriz.
*Şeylerin
değişmek zorunda olduğuna katılıyorum, fakat onu tamamen fırlatıp atmadan
uygarlığa ıslahlar yapamaz mıyız?
Uygarlığa sahip
olup, hiyerarşiye, köleliğe ve baskıya sahip olmamanın yolu yoktur. Hatta,
şimdi sahip olduğumuz uygarlıktan daha küçük ölçekli eski uygarlıklar hiyerarşi
ve kölelik üzerine kurulmuşlardı. Eğer zorlanmasalardı, insanların piramitler
veya Newgrange3 gibi projelerde tüm gün köle gibi çalışacaklarını düşünür
müsün?
Ve uygarlığın var
olduğu tüm yerler egemenlik altına alındı ve kısa süre içinde tüketildi. Bu
yerlerin yok edildiğini fark ederek, Plato Yunanistan’daki tüm ağaçların
kesilmesine karşı önceden haber verdi, İncil şimdi çöl olan yerlerde
ormanlardan bahseder, büyük Lübnan Selvisi yok edildi, İspanyadaki Romalıların
iri sulama projeleri çölleşmelere yol açtı, Kuzey Afrika Mısırlılar tarafından
yok edildi, Meksika’daki uygarlıklar Meksika çöllerine sebebiyet verdiler,
ormanlar yok edildikten sonra Avrupa’daki çok sayıdaki kıtlıklar, Afikanın
çoğunun büyük bir kısmı peşin para ile satın alınan mahsullerce bu yüzyıl yok
edildi – yıkımın katoloğu devam eder ve devam ediyor. İnsanın toplayıcılık ve
avcılığın sürdürülebilir yollarını bırakıp onun yerine tarıma dönmesiyle her
saniye devam etmektedir.
Doğal olarak
yıkıcı olan herhangi bir şeyi ıslah etmenin tamamiyle hiçbir anlamı yoktur. Yok
etmek ve genişlemek uygarlığın doğasıdır. Yaşama hiçbir saygı yoktur, öyleyse
düşünce olmadan hepsini çabucak yer. İnsafsızca, mesuliyetini düşünmeden
hareket eder.
Bir bağımlı gibi,
düşkünlüğünü tatmin etmek için her şeyi yapacak.
Bu kölemsi
alışkanlığı tepmekten daha azı yapacaktır. Hayatta kalmamız ona bağlı.
*Pekala, eğer
organik, küçük ölçekli tarıma geçseydik, ekolojik felaketi önleyebilir miydik?
Yukarıda da
belirtildiği gibi, organik, makinalaştırılmamış tarım dahi sürdürülebilir
değildir. Toprak madenciliğinin bu fenomeni hakkında daha fazla görmek için :
“Toprağın üst
tabakası ve Uygarlık ”
http://soilandhealth.org/copyform.asp?bookcode=010113
Amish hiçbir
makine yada kimyasal kullanmadı ve şimdiye kadar toprağın üst kısmı 250 yılda
yarı yarıya azaldı! Neredeyse Avrupa ormanlarının hepsi Orta Çağlarda –
organik, makinalaştırılmamış tarım ile yok edildi. Yerküre, çiftçiliğin
uygulandığı/uygulanmakta olduğu yerlerin örnekleri ile karmakarışık edildi.
Çinin, Güney ve Kuzey Amerika’nın, Mısır’ın, İspanya’nın, İtalya’nın,
Yunanistan’ın, Kıbrıs’ın, Hindistan’ın, Afrika’nın, Avrupa’nın ve Rusya’nın bir
zamanlar orman, şimdi çölleştirilmiş veya temizlenmiş alanları.
Kolombiya, Kuzey
Amerika’daki toprak erozyonun 14 yıl boyunca tetkik ölçüleri aşağıdaki
değerleri bulup meydana çıkardı:
Mısır
arazilerindeki yıllık ortalama erozyon miktarı 19.7 ton, buğday arazilerindeki
10.1 ton ve sıra ile farklı ekinler ekilen (mısır, buğday, pamuk) arazilerde
2.7 ton. Mahsullerin sırayla ekilmesi erozyonun miktarını düşürüyorsa da, onu
durdurmuyor. (“Erozyon Kontrolüyle İlişkideki Ekin Ekme Sistemleri” (Cropping
Systems in relation to Erosion Control); M F Miller, Misouri Zirai Deneysel
İstasyonu, 1936.)
Çin uygarlığının
beşiği, endüstrileşmemiş, düşük seviyeli devamlı tarım için iyi bir örnektir:
“Toprak erozyonu,
daha sonra şimdiki gibi, toprak yorgunluğunu takip etti. Kuzey-doğu
bölgesindeki Çin uygarlığının eski evi, savaşın herhangi modern motorlarından
çok daha yıkıcı güçlerce izleri bırakılmış koca bir meydan savaşını andırır.”
(“Dünyanın
Tecavüzü (The Rape of the Earth)”; G.V. Jacks ve R.O. Whyte, 1939)
Eğer düşük bir
nüfus ve çok geniş alan varsa, ormanda bir alan harap edilerek ve yakılarak
veya swidden5 tarım sürdürülebilir olabilir.
Harap etme ve
yakma, “swidden” tarımdır. Kulağa pek yıkıcı gelmiyor, fakat ismi “swidden”
olarak değiştirmek onun yıkıcılığını değiştirmez. Bütün tarımlar toprağı
tüketirler, mineralsizleştirirler, yapısını değiştirirler, hatta toprak
erozyonuna yol açarlar.
“Örneğin, Ulusal
Sağlık Enstitüleri’nden Dr. Arthur Sorenson tarafından Yeni Gine Güney önünün
güncel çalışması, bölgenin, Merkezi Alanların 400 mil karesinden fazla ilksel
orman habitatlarında büyük ölçekli geri alınamaz hasar verildiğini gösterir.
Bakire ormanların içersinde derinlerde yerleşme hareketinin ardından, Sık Kunai
çimi terk edilmiş bahçe yeri ve ufak köy mevkilerinin yerini almıştır. Ormanın
genel bozuşması, bahçeciliğin yıllarca sürdüğü bölgelerde gözükebilmektedir.”
(- Marvin Harris,
“Cows, Pigs, Wars, and Witches”, Vintage Books, New York, 1989 (Orijinal olarak
1974’te basıldı).
Tarımın yaklaşık
10bin yıl boyunca sürmesini sağlamayı idare ettik (insan tarihinin ufacık
kısmı), fakat onu daha fazla yapamayacağımıza dair izler var. Hemen hemen
petrolü, gazı, ormanları, temiz suyu, topraktaki mineralleri, vs. bitirdik.
Öyleyse daha uzun süre devam edemeyecek gibi.
*Bütün duyduğum
“Sonumuz Geldi”. Bu ne çeşit bir kötümser bakış açısıdır..!
Uygarlığımızın
sonu geldi. Bizim gelmek zorunda değil. İnsanlar ve uygarlık ister istemez
birlikte gitmek zorunda değiller – gerçekte var oluşumuzun çoğunda birlikte yol
almadılar. İlkelciler insanlara oturup kıyamet gününü beklemelerini teşvik
etmiyor – onlar bunun hakkında bir şeyler yapmaya çalışıyorlar.
Fakat mevcut
sistemle ilgili şeyleri yapıyoruz. X grubundayız, x aktivitesini yapıyoruz, x
mektuplarını yazıyoruz, x binalarını işgal ediyoruz, vs. problem kendileri için
bizim geri kalanımızı köle yapan elit bir azınlık tarafından yaratıldı ve bir
kere bu sistem yıkıldığında ve yerine x sistemi geldiğinde, her şey iyi
olacaktır. İşleri daha iyi yapmak için uygarlığı başından defedip kurtulmak
zorunda değilsin.
*Birkaç soru
sormak için benim sıram. Kesin olarak işçilerin kendi kölelik araçlarını
sahiplenmeleri şeyleri nasıl değiştirecek? Anarşistlerce sahiplenilmiş
fabrikalar doğanın kanunlarına nasıl ihanet edecek ve ham maddeyi, elektriği,
vs. nasıl türetecek? Kesinlikle bu işçici ütopya nasıl çalışacak?
6 milyar işçi
etrafta araba kullanıyor, bulaşık makinesi alıyor, dünyanın tüm madenini
çıkarıyorlar, sanki yarın yokmuş gibi.
Ve, böyle geçinip
gittiğimizde herhangi bir yarın olmayacak!!
Bu geçmişteki
uygarlıklar ve günümüze ulaşan bizim uygarlığımızda doğru olabilir, fakat hiç
durmadan gelişiyoruz ve bir gün bütün ana problemlerin icabına bakacağız.
Şimdi
gerçekleştirilen bilimsel araştırmaların çoğu askeri araştırmalardır. Öyleyse
bu insanların sahip olacağı görüş açılarının türünü tahmin edebilirsin.
Bütün
teknolojimiz zararlıdır – hatta görünüşe bakılırsa “yeşil” teknoloji
madenciliğe, madeni işlemeye, üretim fabrikalarına, vs. ihtiyaç duyar. Hala,
şımarık veletler gibi, hepsi için hakkımız olduğunda diretiyoruz. “O benim! Onu
istiyorum! Benim! ”
*Bu bilim karşıtı
saçmalıkları daha önce duymuştum. İlkelciliğin bilim ile tam olarak problemi
nedir?
İlkelcilerin
bilim karşıtı oldukları gibi bir mit var. Başka birisi hakkında konuşamam,
fakat benim kişisel görüşüm, bilime baş vurduğumuz yolda çok büyük bir problem
var ve haddi zatında bilim ile bir problem değil. Bilimi uyguladığımız yolumuz,
onu diğer bütün konulardan izole etmeyi gerektirir ve onun gerçeklerini
kavramak için yalnızca bizim nedenlerimizi kullanır. Her ne kadar, bazı bilim
insanlarının bütün sanatlar ile (maji, simya, şiir sanatı ve hekimlik gibi)
tecrübeli olduğu Avrupa’da hermetik gelenek varsa, genel değişim saf bilimi
ayırmaktadır. Bilim insanları laboratuarları içersinde kilitli hale geldiler,
üzerlerinde çalışıyor oldukları her türlü, belirli şeyler üzerine zar zor
odaklanmışlardır. Ahlakiyat bu insanlar ile dahi gösterilmez. Atom bombaları
yapabilirler veya hayvanları klonlayabilirler veya HAARP projeleri yapabilirler
ve hala geceleri rahat uyuyabilirler. Bilim yaşamdan koparılmıştır,
varoluşumuzu oluşturan diğer her şeyden.
Bilimimiz nedenin
üstünlüğü üzerine temellenmiştir, bilimsel sanılan sezgi veya bilginin diğer
çeşitleri üzerine değil. Bilmenin diğer yolları “isterik”, “mantıksız” ve
“batıl” olarak etiketlendirilmiştir. Neden aslında pek de iyi çalışmayan
bizlerin bir parçasıdır – çok mantıklı yaratıklar değiliz, daha çok duygusal,
sezgi ile anlaşılan varlıklarız. Gerçekleri idrak etmek için sadece nedeni
kullanarak kendimizi gereksizce daraltıyoruz. İçine açılmanın dışında evreni
kuşatmayı deniyoruz. Onu hissedin.
Bizim bilimimiz,
içine edilmiş, güce aç dünya görüşümüzün bir ürünüdür. F. David Peat’ın
“Blackfoot Physics” kitabında; bir beyaz Amerikalı bilim insanı Yerli
Amerikalılarla çalışmaya gider. Onların biliminin herhangi bir batı biliminden
çok daha karmaşık olduğunu anlar, sadece şimdiki ileri kuantum fiziğinde neler
olduğuyla karşılaştırılabilir. Batı biliminin dar ve kontrol merkezli olduğunu
bulur, oysaki yerli bilimi hikayelerden, şarkıdan, ahlaktan, tabiattan, yaşam
tarzından, vs.den ayrılmaz. Bu sebepten bilimi yaşamlarını uyum ve denge
içersinde yaşamak adına yardım etmek için kullanırlar, Arapları bombalamak yada
bilgisayarlar yapmak için değil.
Bizimkisi gibi
bir dünya görüşü ile, bilimimizin ürettiği her şey tehlikeli olacaktır. Ana
problemlerimiz için teknolojik çözümler ümit etmek, balta kullanan bir
manyaktan baltasını alarak ona bir silahı nasıl kullanacağını göstermektir!
Problemlerimiz bilimimizce, dünya görüşümüzce, yaratıldı, bundan dolayı şeyler
daha iyi olmadan önce bunu değiştirmeliyiz.
Zaten
biyo-bilgisayarlar ve güneş enerjisi geliştirmiştik – bu teknolojiler uygarlığı
devam ettirmek için kullanılabilir. Ayrıca, Japonya’da yoğurt kültürleri
üzerinden bilgisayarlar yapıyorlar.
Bu, sadece
silikonun gezegendeki en bol kimyasallardan biri olduğu için kum üzerinden
bilgisayarlar yapabilirsiniz gibi bir şey! Bütün imal tekniği onu uygarlığa
bağlı yapan şeydir.
Her hangi bir şey
üzerinden bir transistörün nasıl yapılacağına dair milyonlarca teori
bulunmaktadır. Ve elbette bu transistörlerden birini çalışır yapmak için
düzenlenen binlerce deneme. Herhangi kullanımda yer alan bir transistör,
fiziksel olarak küçük ve ekonomik güç tüketimine sahip olduğu kadar, dayanıklı
ve emniyetli olmalıdır. İlaveten, mikroişlemciler gibi elektronik devrelerde
kullanılacak bu transistörler, mikroskobik olarak küçük ve üretimlerinin hızlı
ve ucuz olması için büyüme süreçlerinin bazı ağ türleriyle üretilmiş olabilmesi
gerekmektedir. Bundan dolayı aktif kimyasallar ve/ya biyolojik işlemler, eğer
biri silikon-teknolojiye alternatif düşünmeye başladığında akla gelecek en son
şeydir. Elektrik anahtarı olarak kullanılmış biyo-kimyasal işlemler doğal
olarak kaotik, kararsız, önceden bilinemez, kontrol edilemez, gürültücü,
ışıktan, ısıdan, titreşimden, kirlenmeden, ve sayısız elektromanyetik ışıma
türevlerinden engellemeye maruzdur.
Japonların bu
“süt”le alakası olan bakteriyel transistörleri, belki de binanın yarısını ve
tüm gerekli aletler için kilowat’larca enerji gerektiren milyar dolarlık
laboratuarlarda bir kaç saniyeliğine muhafaza edilmiştir. Ve gerçek şu ki,
bakterinin canlı tutulması için sürekli olarak özel maddelerle beslenmek
zorunda oluşu ilk sırada tüm şeyi tamamen uygulanamaz yapar – ve her halükarda
bakteri, çevresel koşulların ve zamanın değişimi ile bile belli belirsiz
değişecektir, böyle bir ayarlama ile herhangi bir tutarlılığı reddedecektir.
Teknolojinin telli-fantezi yaratıcı öneren kimseleri asla böyle fikirlerin
nasıl mümkün veya pratikte nasıl uygulanabilir olabileceklerini zihinlerinde
tartmazlar. Onlar, tekno dünyalarına “kurtarıcı” olarak duydukları herhangi
yeni teoriye sadece inanırlar.
Süthane
bilgisayarlar sadece bir örnek – hidrojen yakıt hücreleri diğer bir örnek veya
bir dev güneş panelinin dünyaya güç sağlayabilirdi iddiası. Alternatif enerji
ve alternatif ürünler fikri, onların hepsinin uygarlığın varoluşuna bağlı
olduğudur. Bütün bu ümitsizlik işinde her şeye çare bulmakla gerçekten yanlış
olan şey, ne olursa olsun uygarlığı kurtarma tavrıdır. Yüksek teknolojinin
küresel sistemleri bize gizem, esaret ve zehirler getirmişti – bütün bunları
bilirken neden her şeyin devam etmesini sağlamak isteriz?
Uygarlık yüksek
teknolojinin küresel bir sistemi olmak zorunda değil – yerine küçük ölçekli,
sürdürülebilir topluluklara sahip olabiliriz.
Ve bu topluluklar
istedikleri her şeyi nasıl yapacaklar. Arzuladıkları tüm uygar şeyleri. Sadece
bilgisayarları değil – fakat kaşık veya kürek gibi şeylere ne demeli?
Metalleri, alaşımları ve bileşikleri düşünün – maden çıkarma, tasfiye etme,
işleme veya onlar için gerekli bu malzemeleri ve enerjiyi – ve onlar için
malzemeler ve enerji girdileri ile tüm ilgili teknolojileri. Kimyasallar,
plastikler, bakır teller, yalıtım, hassas yarı iletkenler, kapasitörler, hassas
kristaller, tüm test ve ölçüm ekipmanları ve bunlar için ayar ekipmanları, vs.
Eski geri
dönüşümlü şeyleri kullanabilir miydik?
Hepsi tekrardan
endüstriyel sistemin tamamını eksiksiz gerekli bulan geri dönüşümü toplamayı,
taşımayı, depolamayı, yeniden işlemden geçirmeyi, yeniden çalışmayı, tamiratı
vs. gerektirir.
Fakat plastik, örneğin,
günümüzde tabii şekilde geleneksel süthaneler kullanarak yaratılabilinir.
Böylelikle zararlı olmayan bir teknolojiye sahip olabiliriz.
Biyolojik olarak
türemiş polimerler (biyo-plastikler), alternatif “yeşil” ürünlerin en kötü
örneğidir! Uygulamaların %99.99’unda normal plastikler için doğrudan yerine
kullanılamazlar. Çünkü yaklaşık milyonlarca farklı tipte plastik vardır ve
çünkü onların her birinin özel bir amacı vardır ve diğer bir tip ile bu şekilde
değiştirilemezler. Halen beklentilere uyan başka kandırmaca örnekler vardır.
Elbette zamanla bunun hepsi birine uçaklar yapmak hakkındaki diğer “mucize”
teorilerinin bazılarını okumuş olduğuna işaret edilmektedir. Teknolojiye inanış
gerçekten aşırı derecede şaşırtıyor. Ve sorgulanması gereken bu inançtır.
Fakat teknoloji
hakkına sahibiz. Belirli standartlarda yaşama hakkımız var.
Bir zamanlar biri
şöyle demişti: “Benim yumruğumu sallama “hakkı”m, senin burnunun başladığı
yerde biter”. Teknoloji ve çiftçilik sürdürülebilir olmadığı ve doğası gereği
yok edici olduğundan, var olmak için haklara sahip değiller.
“Haklar” fikri
ebeveynlerinden yardım için bakınan bir çocuk, kralına bakan bir serf,
efendisine bakan bir köle gibidir. Eğer özgürsek, her hangi birinden
haklarımızı talep etmemize gerek yoktur – en azından sadece para kazanmakla ve
iktidarını yaymakla ilgili olan birleşik bir devletten.
Şu anda sıcak duş
ve bilgisayar oyunları hakkımız, dünyanın yok edilmesine ve sömürülmesine
bağlıdır. Biblolarımız, şu an madenlerin ve petrol alanlarının olduğu yerlerde
yaşamaya çalışmış sayısız yerlinin kanları ile ıslaktır. Hangi hak, dünyayı yok
etmeliyiz çünkü kendimiz ve doğa ile uyumlu bir şekilde yaşayamıyoruz anlamına
gelir.
*Pekala, doğa ile
uyum içinde yaşamak her zaman çok iyidir, fakat bu yerlilerin Shakspeare’i yok,
yoksa var mı?
Sorudan “Bu cahil
medeniyet görmemişlerin uygarların sahip olduğu gibi sanat/fikri
eser/bilinçleri yok” diye tercüme ediliyor. Bu görüş tamamen uygar olmayan
insanların yaşamlarının eksik anlaşılması üzerinde temellenir.
Yabanıl insan
için, sanat tüketilen bir şey değildir. Eğlence değildir. Dünyayı anlamanın,
önemli mesajları aktarmanın bir yoludur. Karışık olarak planlanmış çiçekte
güzelliği görebilmektir. Veya kayalara çarpan dalgalardaki müziği duymak. Veya
tepede uçan kaz sürüsünde, uzaklarda kayboldukları gibi birbirlerini
çağırışlarında… Çok sayıda, çeşitli, şaşırtıcı yerlerdeki güzelliği
deneyimleyebildiğinde, kimin sanata ihtiyacı vardır? Duvara saplanmış bir tablo
ölü bir şekilde asılı durur. Kaydedilmiş bir eser aynı müziği tekrar ve tekrar
monoton bir makamla okur. Herhangi bir yolda değişmeyen, dönüşmeyen,
şaşırtmayan tahmin edilebilir deneyimler..
Shakspeare
bunların hepsinden sonra öldü. Dünyası kısır, tek boyutlu, entelektüel bir
dünya. Yabanıl, bir ziyafette bulunduktan sonra ağırbaşlı yemekli bir partiye
gidiyor. Benim adamımla aşk yaptıktan sonra vibratör kullanıyor. Taze
böğürtlenlerden atıştırdıktan sonra, donmuş, mikrodalga akşam yemeğini yiyor.
Sanatı bölmelere
ayırdığımız yol, uygarlığın diğer semptomudur, dünya görüşümüzün diğer sonucu.
Eğer onun
hakkında düşünmeye başlar ve etrafına bakarsan, bu kutsal ineklerin bir çoğunun
çürümüş leşler olduğunu göreceksin. Onların birkaçını burada tanımlamayı
denedim, fakat kendin dışında düşünmeye başlamak gerçekten sana kalmış.
Bozukluğa, çürüyen ete bakmak acı verir. Fakat özgürlük, bilgi olmadan,
gerçekten görme olmadan imkansızdır.
Her şeyi sorgula.
Uygarlık hakkında konuşmuş olduğun her şeyi. Ve büyük, pohpohlanmış, kan
damlayan yalandan bahsetmiş olduğunu göreceksin.
*İlkelcilik
çocuksu bir yaşamın çocuksu görüşüdür, yetişkin bir bakış açısından eksiktir,
ciddi olarak algılayacağımızı nasıl umabilirsin?
İlkel çocuktan
daha üstün olan babacı uygar yetişkin.
Yağmalamaya,
sömürüye ve köleleştirmeye bir özür olarak kendi cahil çocuksu vesaretleri
doğrultusunda yetişkin sorumluluklarını kullanan Muhafazakarlar ile çok benzer
bir fikir. Böyle medeni ırkçı tutumlar pek fazla değişmedi.
Misyonerler,
çalışma, zaman ve din gibi sorumlulukları çocuksu ilkellere öğretme
vazifelerinden bahsettiler. İlkel insanın şimdiye kadar yapmış olduğu herhangi
bir şey çocuksu olarak yargılandı, çünkü misyonerler, çalışmama ahlakı, “burada
ve şimdi yaşamak” ve “var olan her şey yaşar” gibi değerleri saymayan tamamen
farklı bir dünya görüşünden geliyorlardı. Farklı dünya görüşleri hoştur, ayrı
tutulan her yerdeki misyonerler ve uygar temsilciler hiçbir zaman diğer dünya
görüşlerini bırakmazlar. Onlar, dünya görüşlerini zorla dine dönüştürdüler ve
yok ettiler, yağma ve talan ettiler. Hepsi elbette çocuklarının idarelerinin en
iyisi için!
*O şekilde ifade
etmedim! Benim söylemek istediğim, ilkelcilik bize herhangi bir eylem programı
vermiyor – çözümlerde eksiği var.
İlkelcilik bir
kurtuluş programı vermez. Bir din değildir. Hatta bir program da değildir.
“Daha fazla
programa ihtiyacımız yok, yeni bakış açılarına ihtiyacımız var. ”
-Daniel Quinn,
“B’nin Öyküsü-
İlkelci bir
kitapta “devrimi nasıl kazanabilirsin” konulu ayrıntılar bulmayı ümit etme. Bu
öyle bir şey değil.
Hepimiz kendi
bakış açılarımızı, bu karmaşanın dışında yollarımızı ortaya atmalıyız. Bu
kolektif örgüte ihtiyaç duymaz – aksine – hep birlikte düşünmek için,
arkadaşlık ve uyumluluk içersinde olmaya ihtiyacımız var. Fakat ilkelcilik sana
kolay bir cevap vermeyecek, veya belki de hiçbir suretle uzun bir zaman için
her hangi bir cevap.
Ve belki de bu
“Sıkça Sorulan Sorular” gibi şeyler zaman kaybı çünkü insanlar “programlar” ve
“eylem günleri” ve organize edilmiş aktiviteler arıyorlar. Yaptıklar ve düşündükleriyle
konuşulmak istiyorlar.
İçinde
bulunduğumuz durumun dehşeti oldukça karşı konulamaz ve en kolay şey onu inkar
etmek, o kadar kötü olmadığı iddiasında bulunmak. Toplu hafıza kaybı,
kültürümüzü, kendisine ve tüm yaşama acı veren travmanın dehşetini cesaretle
karşılamasını durdurmak için bir aygıttır.
SSS’lardan ve
kitaplardan daha çok, kendi sesimizde yürümeye ve sessizliğe ve günlere, ve
insan olmayanların seslerini dinlemeye haftalara ihtiyacımız var. Makul
tartışmalardan çok daha fazla bu şeylere ihtiyacımız var çünkü sadece
kendimizi/dünyayı tekrar sevmeyi öğrendiğimiz bu hislerimiz ile
bağlandığımızdadır. Ve değişimin geleceği bu aşktandır.
Bu ilkelciliğin
diğer anlamıdır. İlk hislerimiz, yabanıllığımız, bunlarsız boş bir kabuğuz.
Kendimizi iyileştirdiğimizde ve kendimizi yeniden vahşileştirdiğimizde değişimi
göreceğiz. Değişim olacağız.
1 Musa
paradisiaca; bunun pişirilerek yenen meyvesi. Bir tür muz.
2 Hadzabe,
Ngorongoro Krateri ve Serengeti’nin güneyi, kuzeybatı Tanzanya’daki Eyasi Gölü yakının
yaşayan küçük fakat eski bir Buşman grubudur. Doğu Namibia ve Kalahari’deki
diğer gruplarla benzer olan “klik” dilini hala kullanmayı sürdüren son kalan
kültürlerden biridirler.
3 Yaklaşık olarak
İÖ 3200 yılında inşa edilmiş, Newgrange’ deki Eski Çağa ait Koridor Mezar.
4 Jacop Amman’ın
takipçileri olan ve başlıca 18. yy.da Amerika’ya yerleşmiş, Mennonite’nin katı
mezhebine bağlı kişiler.
5 Endonezya’nın
bazı bölgelerinde hala uygulanan, tahrip etme ve yakma tarımı. Ormanın dalgalı
bir şekilde açıklık hale getirilmesi ve uzun nadas süreleri ile kısa toprağı
işleme sürelerinin bulunduğu tarım sistemi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder