ÖFKE
Buyursun hayvan
eti savunucusu,
savunduğu şeyin
uygunluğu için
kararı bizzat
verdirecek deneyi gerçekleştirsin…
Canlı bir koyunu
kendi dişleri ile parçalasın,
kafasını iç
organlarına gömsün,
susuzluğunu sıcak
kanla gidersin;
bu korkunç işi
yaptığında
doğasının karşı
konulmaz içgüdüsü
muhakemesine
karşı ayaklandığında da
‘Doğa beni bu iş
için yarattı,’ desin.
İşte o zaman,
sadece o zaman
haklı çıkacaktır.
2-
Percy Shelly
Doğal Beslenmenin Doğrulanışı: Seçilmiş
Şiirler, Alıntılar ve Mektuplar’dan bir alıntı…
Görmezden gelmek
ve tüketmek insanlığa sevmek ve saymaktan çok daha kolay geliyor. Gün geçtikçe
hayvanları öldürmenin ahlaki açıdan savunulamazlığı daha çok insanı tercih
ettiği nekrofilimsi beslenme alışkanlıklarını sorgulatmaya itiyor. Eski hayvan
öldürme geleneğine karşı sesler daha fazla yükseliyor ama bu korkunç ve acılı
beslenme tercihinin çok derin kökleri var.
Bir milyon yıl önce Homo Erectus erkekleri katliamlarıyla böbürlenip parmaklarındaki
kanı yalarken, besin üreten nüfusun yüzde seksenini oluşturan Homo Erectus
kadınları bakliyat, tohum, kök, böğürtlen ve yumru topluyordu. Hatta daha sonra
bunları ektiler.
Et yemek
ilkelliktir. İnsanlar açısından et yemenin evrimle ilgisi yoktur ve hemen hemen
tüm sözü geçen antropolog ve evrim biyologu bunu söylemiştir. Tahripkar arazi kullanımının, enerji ve su
israfının, doğal sulardaki kirlenmenin, ve istenmeyen kimyasallar kullanımının
tümüyle et sanayiinden kaynaklandığını inandırıcı istatistiklerle birçok
kaynaktan doğrulatabilmek çok basit artık günümüzde. Fakat bu kaynak yönelimli
vaazların ahlaki boyutu milyar dolarlık kapitalist şirketler ve onların
koruyucusu politikacılar tarafından sürekli maniple edilmektedir tabii ki hedef
kitlesi tüketicilerinin onayı alınarak. ‘Avlanmak doğaldır’ diyen ve bu haklı
etobur mirasımızı bırakmamız halinde doğada nüfus patlaması yaşanacağını iddia
ederek vızıldananlardan gelen türcü sesler sesimizi bastırmaya devam ediyor. Bu
fazlasıyla palavradır! Gene de pek çok kişi, bir sürü bilimsel ıvır zıvırla
kafa karıştırıp, hem çevremize iyi bakıp hem de et yemeye devam edebileceğimizi
ustaca öne sürebiliyor. Bundan da,
buğdayın, çavdarın ya da yulafın öldürülmesinin bir sığırın mezbahada kesilmesi
kadar acılı ve iğrenç olduğu izlenimi yaratarak vejetaryenlerin ahlaki
dayanaklarının bulunmadığı sonucuna varılıyor.
Bu çarpıtmanın
mantıksızlığı, garezi ve abesliği akılları karıştırıyor, yüreklerle alay
ediyor. Hayatları boyu hayvan öldüren insanlar, işlerine gelmediği zaman ayağa
fırlayıp domatesleri savunmaya girişiyor.
İnsanlığın ahlaki
meburiyetine karşı sorumluluğumuza değinmeden çevreciliği savunurmuş gibi
yapmak, Yahudi katliamına ya da o katliamın kurbanlarını kurtarma çabasına
değinmeden ‘İkinci Dünya Savaşı sırasında Üçüncü Reich’in çevreye verdiği
zarar’ üzerine, mızıldanmaktan
farksızdır. Dünyanın biyolojik tarihinde
bir türün diğerleri üzerinde, yani insanoğlunun kendini beğenmiş ve karşısında
direnç bulmayan katliamına -ki et yemek, bu vahşetin en hesaplanmış, en geniş
ve en acımasuız kısmıdır- karşı gösterilen duyarsızlık bana canavarca cehalet
ve bencillikten başkasını düşündürmemektedir.
Bu cehalet,
ayartıcı bin yılın yıpranmış mantığının vurdumduymazlığını, bencilliğini ve
hoşgörüsüzlüğünü maskelemektedir ki aynı mantık, bugün kendini çevreci ilan
etme küstahlığını gösterenler tarafından sahiplenilmiştir.
Ahlaki boyut
gözardı edilerek çevre bilincine ve çevremizdeki ekolojik katliam sorununa
çözüm üretilemez.
Türlerin büyük
bir hızla tükendiği, hayvanların evrensel bir kuşatma altında oldukları ve
böylesi bir katliam için insani nedenlerin teşhis edilemeyecek denli çokluğuna
dair gerçeklerde tartışılacak bir yan yoktur. Pek çok türün tükendiğine dair
onca bilgimiz varken, insan nasıl et yemeye devam edebilir?
Bunların tümü, et
yemekle çevreciliğin birbirine uyumlu güçler olduğunu öne sürenlerin
açgözlüğünde, aptallığında ve tembelliğinde birleşiyor. Et yemekle çevrecilik
uyumlu değildir. Et yemek dildeki tat alma cisimciklerinin bir işlevidir; kontrol edilebilir. Kasabın masum bir hayvanı
katletmesi için gerekli içgüdü, sırf yemek için mahallemizdeki bir kasabı
öldürmeye bizi itecek içgüdüden daha fazla değildir. Et bağımlılık yaratan bir
kimyasal madde değildir. Birkaç diğer
türde yoksa da, bizde bunu aşacak güç mevcuttur. Dünya üzerindeki enerji
transferinin yüzde doksan sekizinin et yemekten değil, bitkisel beslenmeden
geldiğini unutmayınız.
Bunu bir kere
sahiden farkettiğinizde, farkındalığınız devam eder; çünkü bu, karmaşık
değişimler dünyasında bilincinizin açıklığı ve ahlaki yeganeliğiniz haline
gelir. İnsan nasıl bisiklet kullanmayı,
bıraksa bile unutmazsa, yağmur ormanlarının, mercan resiflerinin, deltaların
yok edilişinin felaket veya nükleer savaşın son olduğunu da unutmaz.
Karnabahar
yapraklarının, bir hindi kadar acıya karşı duyarlı ve çaresiz olduğu tartışması
doğru ya da yanlış olabilir. Her canlı organizmanın acı çektiği şüphe götürmez
bir gerçektir. Ama tartışma hayvanlarla
bitkiler arasındaki tüm farklılıkları sıfıra indirgeyerek HER ŞEYİN
öldürülmesini meşru kılmayı amaçlayanlar tarafından saptırılmaktadır. Hayatta
kalacaksak, şiddeti en aza indirgemeliyiz: insanın içindeki katili değiştirmek
için, tıpkı tedavi altına alınmış alkolikler gibi adım adım önlemler almalıyız.
Bunun başka yolu yoktur.
Et yiyenler,
insanın içindeki katilin, bu gezegen çapındaki felaketin farkına varmıyorlar
çünkü hayvanlara yönelik gündelik kötülüklerini yüzlerine vuracak bir yaptırım
veya fikir birliği ya da yemek için öldüren insanlara karşı bir önyargı
oluşmamıştır. Dünyadaki pek çok kültür avcılarına gururla bakar, yeteneklerine
ve üretkenliklerine bayılır. Genel görüşten cesaret alan, kan hevesinin
bedelinden muaf et yiyicisi, her saniye acılar içinde yok edilen milyarlarca
hayvana karşı mutlu bir cehalet içinde kasaplığı durmaksızın savunmaya devam
etmek için her türlü istihkama, diğer et yiyicilerin saf büyüklüğüne sahiptir.
Öldüren o kadınlar, erkekler ve gençler, tüm canlılar arasında insaniyetten en
uzak duranlardır. Hayvanlar öldürdüğü için insanın da vicdanı sızlamadan
öldürebileceğini söylemek en başta her şeyden önce vicdanın büyülü amacı ve
varlık nedenini yadsımaktır. Biz çobanız, daha iyisini biliriz; hatta bazıları
hayvani evrimin önderleri olduğumuzu bile söyleyebilir. Eğer bu doğruysa, o
zaman Dünya’ya erdemli, nazik ve düşünülmüş bir örnek yaratmak sorumluluğunu
taşıyoruz demektir. Kontrol altına alınmamış et tüketimi herkes için ekolojik,
tıbbi, ve ruhsal bir felakettir.
Et yemek, özen ve
kendine hakimiyete açgözlülükle karşılık verecek ve yarım milyar yıllık
biyolojik çabanın ulaştığı yaşam gücüyle alay ederek bu inanç sisteminin yüzüne
tükürmektedir.
Sadece Birleşik
Devletler’de her sene yaklaşık yedi milyar memeli ve kanatlının yenmeye mahkum
edilmesine sırtımızı dönerken, sözde gezegenimizi önemsiyormuşuz gibi
gösteriler yapamayız. Uluslararası düzeyde tüketilen hayvan sayısı hiç
hesaplanmamıştır ama on milyarlarca olduğu kesindir. Sadece bir lokanta
zinciri, pek çoğunun arasında sadece bir tanesi, ilanlarında yüz milyon hamburger
sattığını ilan etmektedir. Ve bu durum
devam etmektedir.
Doğanın, yürek,
beyin ve bilinçle ödüllendirilmiş çocukları sıfatıyla daha iyisini becermek
zorundayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder