15 Ekim 2011 Cumartesi

Global Disaster Söyleşi (Kemal Mete)


Global Disaster’dan Kemal Mete ile Söyleşi
5 Mayıs 2006

Global Disaster sitesinin yapımcısı Kemal Mete ile kısa bir sohbet gerçekleştirdik. Siteyi bilmeyenleriniz için söyleyeyim; Global Disaster, küresel iklim felaketlerinin, kapitalizmin ve uygarlığın yarattığı felaketlerin, doğal felaketlerin, yorumların, haberlerin yer aldığı bir site. Takip etmenizi tavsiye ederim.
Elfun : Merhaba, öncelikle böyle bir felaket tellallığı yapma fikri aklına nereden geldi?

Kemal : Öteden beri dünyanın kararlı dengesinin nereden ve nasıl kaynaklandığını,insanın doğa ile olan ilişkisi üzerine düşünüyordum. Burak Eldem‘in “2012 Marduk’la Randevu” adlı kitabı bende önemli etkiler yaptı diyebilirim. Eldem kitabında “insanlık tarihinin izini doğal veya doğal olmayan felaketlerin izini sürerek okuyabiliriz” diyordu. Ayrıca son 10-15 yıl içerisinde dünyanın ikliminde ve kararlı dengesinde önemli sapmalar olduğunu öğrenmeye başladım. Bu ilgimi çekti, bir nevi felaketlerin izini sürebilirsem belki olabilecekleri önceden kestirebilirim ve bunu en azından siteyi takip edenlere önceden duyurabilirim diye düşündüm.


Küresel ölçekli bir felaketin yaklaştığını düşünüyorum. Bunu hükümetlerin yayımladığı raporlardan, enerjinin tükenmesinden,insanların yaşadığı gerilimden ve ABD’nin, İsrail’in “felaketin pek zarar vermeyeceği” bölgelere alelacele saldırmalarından anlayabiliyoruz. Bu arada ABD Meksika sınırına’da duvar örüyormuş. Zaten oldum olası İsrail duvarını da anlayabilmiş değilim. Her neyse küresel ısınma ve onun yarattığı yaratacağı felaketleri öngörmek çokta zor değil aslında. Konu ile ilgili biraz abartılı da olsa “The Day after Tomorrow” filmini izlemeyenlere tavsiye ederim. Yeni bir buzul çağının eşiğinde olabiliriz. Yada nükleer bir kışın? Bu felaketler ya doğanın kendisi tarafından başlatılacak yada insanlık kendisini yok edecek.

Elfun : Olabilecek felaketlerin önceden kestirilebileceğini söylüyorsun. Bahsettiğin üzere, ABD ve İsrail’in davranışları sence gerçekten felaketlerin farkında olduklarına işaret mi (Şu duvar örme örneğindeki gibi)? Eğer gelecek olanları bugünden bilebiliyorsak, bu bende sanki dünyanın kaderi çizilmiş izlenimini yarattı. Ve eğer olacaklar kesin ise, bize dünyanın kaderini kabul edip, sadece beklemek düşüyor gibi. Yani tüm o toplumsal, ekolojist mücadeleler boşa kürek çekmek gibi. Sen ne diyorsun?

Kemal : Olabilecek felaketlerin hepsi elbette önceden kestirilemez ama olabilecekler hakkında bir fikir yürütülebilir. Henüz bir depremin ne zaman olacağını bilemiyoruz (ama hayvanlar biliyor). Şöyle açıklayayım. 2000 yılı ve öncesi ile 2005 yılında yaşanan kasırga sayısındaki artışı çok rahat izleyebiliriz.Her sene kasırgalar daha şiddetli daha yıkıcı oluyor ve bu kasırgaların sayısı artıyor. 2006′da daha fazla kasırga yaşayacağımızı bilimadamları da söylüyor,ki bunun neredeyse tek sebebi küresel ısınma. ABD ve İsrail gibi dünyanın finans kapitaline yön verenlerin bu “gerçekleşecek” felaketten haberdar olduklarına neredeyse eminim. 2004 yılında bir Pentagon İklim raporu İngiliz The Obsorver Gazetesinde yayımlandığında hiç şüphem kalmamıştı. Elbette o haber “özellikle” sızdırıldı.Ancak, hiç kimse çöküşe doğru gidildiğini inkar edemez. ABD’nin Orta Doğu’da ve Orta Asya’da sığınaklar inşaa ettirdiği haberleri, Kanada yakınlarında 2 milyon kişilik büyük bir sığınağın yapıldığı haberleri elbette “Acaba ABD birşeye mi hazırlanıyor?” sorusunu akla getiriyor. Olabilecekleri imparatorluğun sahipleri biliyor.

Bize bunu kabul edip beklemek düşmüyor bence. Eğer bunların olabileceğini biliyorsak eğer buna karşı mücadele etmeli.çöküş sonrası hayatta kalabilecek şekilde kendimizi şimdiden hazırlamalıyız. Evet biraz da öyle şimdiki ekolojik mücadeleler, çevreci hareket bu çöküşü engelleyemecek. Çünkü zaten geri dönüşü olmayan bir noktaya geldik. Uygarlığın çöpünde ve pisliğinde zaten boğuluyorduk. Kutup ayıları ve su aygırlarıda nesli tükenen hayvanlar listesine alındı biliyorsunuz. Bence çöküşün şartlarını hızlandırmalı ve uygarlığı yoketmenin yolunu bulmalıyız.

Elfun : “Ekolojik mücadeleler, çevreci hareket bu çöküşü engelleyemeyecek.” Bunu biraz açabilir misin?

Kemal : Robert Duncan’ın “Energy, Population and Industrial Civilazation” adlı metninde 2008 gibi enerji kaynaklarının tükenişinin doruk noktasına ulaşacağını (yani çöküşün start alışı) buna bağlı olarakta 2030-2040 yılları sonra dünya nüfusunun 1 milyar düzeyine düşeceğini öngörüyor. Yani 5 milyar insanın yokolduğu bir dünya… Yine Yabanıl sitesinde yayımlanan Tez #16: Teknoloji çöküşü durduramaz (Jason Godesky) metninde teknolojik ilerleme ile uygarlığın yarattığı çöküş arasında bir paralellik kurduktan sonra, insanlığın çöküşü durdurmak için yine teknolojiye sarılacağı ve bu kısır döngü içinde boğulacağı anlatılıyor. Tıpkı Blair’in Kyoto ile ilgili yaptığı açıklamalarda olduğu gibi. “Evet enerji sıkıntısı artık geri dönülemez bir noktaya gelmiştir. Bir iklim politikası yaratmak zorundayız. Ancak enerji açığını kapatmak için Nükleer Santrallere ihtiyacımız var.”

Jason Godesky metninde “…Sistemik problemlere hiçbir teknik çözüm mümkün değildir; yalnızca sistemi değiştirerek çözülebilirler..” diyor. Çevreci mücadele de sistemi değiştirmekten çok işleyişini düzenlemek işlevini üstlenmiş durumda. Bu reformist hareketler uygarlığın ve kapitalizmin aslında ömrünün daha da uzun olması için çabalıyorlar. Bu sebeple burjuva çevreciliğinden hiçbir şey beklememek gerek. Aksine dünyayı şimdi değiştirebilmek için, şimdiden çabalamak zorundayız. Daha radikal, daha etkili mücadele biçimlerini (mesela ALF/ELF tarzı) benimsemezsek, sistemin süpablarından birine dönüşmemiz kaçınılmazdır.

Çevreci hareketlerin iyi niyetli olduğunu düşünmek istiyorum, bu örgütlerin içinde iyi niyetli insanlar muhakkak vardır da ama mesela hem doğa yokolmasın hem erozyona karşı duralım diyeceksin hemde bir üniversitenin kampüs alanı için ormanların kesilmesine sesini çıkarmayacak ve dahi yer vereceksin. Hem enerji sorunu için uğraştığını söyleyeceksin ama ikinci başkanın nükleer santral ihalelerine giren bir şirketin sahibi olacak?! Bu işin ana TEMAsı buraya kadar işte. Ve dikkatimi çeken bir başka şeyde; çevreci örgütlerin temelden değilde üst sınıflara mensup insanlar tarafından kurulduğu ve “işletildiği”. Bu çirkin ve ikiyüzlü ilişkinin pervasızca işlemesinde halkın sessiz kalması ya da ilgilenmeyişi de etkili sanırım.

İnsanmerkezci bakış açısı savaşlara göz yumuyorken ağaca, börtü böceğe mi ses çıkaracaktı allasen. Sokakta kediye taş atan, köpek tekmelerken gülen insan elbette çevreci örgütlerin burjuva derneği olduğunu görmezden gelir yada ilgilenmez. Ama ekoloji burjuva derneklerine yada siyasi partilerine bırakılacak kadar önemsiz bir konu değil.

Elfun : Yaşlı dünyamızda yaşanan bu kadar çok insan kaynaklı (daha doğrusu uygarlığın sebep olduğu) felaket örneği varken. Uygarlığın gezegeni ve üzerinde yaşayan biz sakinlerini sürüklediği felaket konusunda bu kadar çok ve detaylı çalışma, bilgi ve özellikle örneğe sahipken. İnsanlığın(?) bu denli sessiz ve umursamaz kalmasının (bahsettiğin şekliyle çevrecileri/ekolojistleri de buna dahil ediyorum) nedeni sence ne olabilir peki?

Kemal : Bir çok sebebi var bunun. Uygarlığın en büyük uyuşturucu, en büyük yatıştırıcı olduğu gerçeği, dinsel mitlerden beslenen antroposentrizm, sınırsız insan aptallığı, sistemin köşeye sıkıştırdığı bunalttığı insanın hayatını idame ettirmekten başka birşey düşünememesi vb.

Kazcynski’nin “Ahmaklar Gemisi” örneğini şu sıralar sıkça kullanıyorum (Elfun kardeşime teşekkürler). Orada gemi bir buzdağına doğru ilerlerken, üzerindeki insanlar ait oldukları siyasi görüşleri çerçevesinde bir takım haklar peşindeydiler. BU metafor o kısa hikayede o kadar net ve yalın işlenmiştiki bir arkadaşım, “Bunun üzerine söz söylemek başka bir aptallıktır” demişti. Orada herşey net olacak. Yıkılması gereken bir başka yanlış anlama, “insanın doğanın ve yaratılan herşeyin efendisi olduğu” yanılsaması. Oysa üzerinde yaşayan ve bizi kuşatan hayat veren doğa insan yada bir başka zeki varlık üzerinde böylesi bir tahakküm algılayışı geliştirmemiş. Foucault hümanizmin öldüğünü ilan ederken. Nietzsche “insanca, pek insanca” derken hümanist aporia’nın reddedilmesi gerektiğini söylüyordu. Gerçektende hümanizma dinsel kökenleri yumuşatılmış bir “insansevicilik”ten başka birşey değildir. Ve insanın gözü kendisinin iktidarını yüceltmekle o kadar meşguldür ki,çöküşe doğru gidileceği düşüncesini kabul edemez. Bu tip çöküşleri ne kadar sık yaşarsa yaşan,tarihsel belleğinde bu izleri ne kadar taşırsa taşısın insan küstahlığı yine kendi seviciliğine yenik düşüyor. Bence sorulması gereken soru çöküşten sonra ayakta kalanların nasıl bir yaşam kuracağı olmalı…

Elfun : Bir sonraki soruyu sen kendi kendine sordun zaten. :) Çöküşten sonra ayakta kalanlar nasıl bir yaşam kuracaklar? Ayakta kalmaları için bugünkünden oldukça farklı olması gerektiği kesin gibi.

Elbette tasavvur ettiğim “bizim” (anarşist) gibi insanların hayatta kalma olasılığı-ben bu olasılığın arttırılması taraftarıyım-geride kalacak olanlar arasında ezici çoğunluk yine sistemin egemenleri olacak. Savaşımız çöküşten sonra ayakta kalabilmiş insanlarla birlikte yeniden tahakküm ilişkilerinin yaratılmasını önlemek üzerine kurgulanmalı. Bunda başarılı olabilir miyiz? Bugünki duruma bakarak pek iyi şeyler hissettiğimi söyleyemem. Anarşistler arasında ki iktidar mücadelesi, anarşist olmayan insanlar arasında ki iktidar mücadelesinden daha çirkin. İnsan-karşıtları insanın içinde iktidarı taşıdığını ve insanın yok edilmesi gerektiğini söylüyorlardı.

Günümüzün uygar ve konformist insanının yeniden köklerine yani avcı-toplayıcı kabile yaşamına dönüşünün oldukça zor ve hatta imkanszız olduğu kanısındayım. Ama doğanın kendini yeniden varederken yarattığı mucizeleri de görmezden gelmiyorum. Robert Duncan’ın yukarıda bahsettiğim çalışmasında 2030-2040 yıllarından sonra dünyada 1 milyar insan yaşayacak öngörüsü de savımı destekler nitelikte.

Distopyaların çoğu (mesela Aeon Flux, Mad Max) genelde dünyanın büyük bir yıkımın ardından kalan insanlarla nasıl bir yaşam sürdürebiliceği üzerineydi.Ve yine bu distopyalarda genelde insan yine alan kavgası veren egemen ve hakim olmaya çalışan olarak tasavvur ediliyor. Eğer içimizde bi yerde mülk edinici, bencil ve iktidarcı bir gen varsa anarşinin pek bir şansı kalmıyor, bu gen mutasyona uğratılmalı. “Hayatta kalanlar” yeniden doğayı keşfetmeli, onunla uyum içinde yaşamalı. Ana Tanrıça kültlerinde ki gibi mülkiyetin, ailenin ve hiyerarşinin olmadığı kabileleri kurmak zorundayız. Yoksa hiç şansımız olmayacak.

Elfun : Peki öyleyse, sence ne yapmalı ve nasıl hazırlanmalıyız?

Kemal : Bitkileri tanıyor muyuz? Onları tanımalı ve nerelerde yetiştiğini bilmeli, gerektiğinde tohum ıslah etmeyi öğrenmeliyiz. Artık konforlu bir evin yok. Ayaklarını uzatıp yatabileceğin yumuşak bir yatak da yok. O halde, doğada nasıl hayatta kalırım üzerine düşünmelisin. Mesela avlanabilir misin? Ok ve yay kullanabilir misin? Ya da ateşli silah kullandın mı? Ateş yakmayı biliyor musun? Zehirli mantar yemediğine emin misin? Tuzak hazırlayabilir misin? Çarpışabilir misin? Baskın ve ayaklanma başlatacak ya da içinde yer alacak cesaretin var mı? İktidarsız bir yaşamı hayata geçirebilecek sabıra sahip misin? Bunları bilmeden, çöküşten sonraki yaşamda hayatta kalman pek mümkün görünmüyor dostum. Hele de o göbekle..

Elfun : Cevaplar için teşekkürler. Son olarak eklemek istediğin bir şey varsa, onları da alabilirim?

Kemal : Yok teşekkür ederim. Yabanıl sitesine attığın tezleri bir kitap haline getireceğini duydum. Merakla beklediğimi söylemeliyim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder