Global Disaster’dan Kemal Mete ile Söyleşi
5 Mayıs 2006
Global Disaster sitesinin yapımcısı Kemal Mete ile kısa bir sohbet
gerçekleştirdik. Siteyi bilmeyenleriniz için söyleyeyim; Global Disaster,
küresel iklim felaketlerinin, kapitalizmin ve uygarlığın yarattığı
felaketlerin, doğal felaketlerin, yorumların, haberlerin yer aldığı bir site.
Takip etmenizi tavsiye ederim.
Elfun : Merhaba, öncelikle böyle bir felaket tellallığı yapma fikri aklına
nereden geldi?
Kemal : Öteden beri dünyanın kararlı dengesinin nereden ve nasıl
kaynaklandığını,insanın doğa ile olan ilişkisi üzerine düşünüyordum. Burak
Eldem‘in “2012 Marduk’la Randevu” adlı kitabı bende önemli etkiler yaptı
diyebilirim. Eldem kitabında “insanlık tarihinin izini doğal veya doğal olmayan
felaketlerin izini sürerek okuyabiliriz” diyordu. Ayrıca son 10-15 yıl
içerisinde dünyanın ikliminde ve kararlı dengesinde önemli sapmalar olduğunu öğrenmeye
başladım. Bu ilgimi çekti, bir nevi felaketlerin izini sürebilirsem belki
olabilecekleri önceden kestirebilirim ve bunu en azından siteyi takip edenlere
önceden duyurabilirim diye düşündüm.
Küresel ölçekli bir felaketin yaklaştığını düşünüyorum. Bunu
hükümetlerin yayımladığı raporlardan, enerjinin tükenmesinden,insanların yaşadığı
gerilimden ve ABD’nin, İsrail’in “felaketin pek zarar vermeyeceği” bölgelere
alelacele saldırmalarından anlayabiliyoruz. Bu arada ABD Meksika sınırına’da
duvar örüyormuş. Zaten oldum olası İsrail duvarını da anlayabilmiş değilim. Her
neyse küresel ısınma ve onun yarattığı yaratacağı felaketleri öngörmek çokta
zor değil aslında. Konu ile ilgili biraz abartılı da olsa “The Day after
Tomorrow” filmini izlemeyenlere tavsiye ederim. Yeni bir buzul çağının eşiğinde
olabiliriz. Yada nükleer bir kışın? Bu felaketler ya doğanın kendisi tarafından
başlatılacak yada insanlık kendisini yok edecek.
Elfun : Olabilecek felaketlerin önceden kestirilebileceğini söylüyorsun.
Bahsettiğin üzere, ABD ve İsrail’in davranışları sence gerçekten felaketlerin
farkında olduklarına işaret mi (Şu duvar örme örneğindeki gibi)? Eğer gelecek
olanları bugünden bilebiliyorsak, bu bende sanki dünyanın kaderi çizilmiş
izlenimini yarattı. Ve eğer olacaklar kesin ise, bize dünyanın kaderini kabul
edip, sadece beklemek düşüyor gibi. Yani tüm o toplumsal, ekolojist mücadeleler
boşa kürek çekmek gibi. Sen ne diyorsun?
Kemal : Olabilecek felaketlerin hepsi elbette önceden kestirilemez ama
olabilecekler hakkında bir fikir yürütülebilir. Henüz bir depremin ne zaman
olacağını bilemiyoruz (ama hayvanlar biliyor). Şöyle açıklayayım. 2000 yılı ve
öncesi ile 2005 yılında yaşanan kasırga sayısındaki artışı çok rahat
izleyebiliriz.Her sene kasırgalar daha şiddetli daha yıkıcı oluyor ve bu kasırgaların
sayısı artıyor. 2006′da daha fazla kasırga yaşayacağımızı bilimadamları da
söylüyor,ki bunun neredeyse tek sebebi küresel ısınma. ABD ve İsrail gibi
dünyanın finans kapitaline yön verenlerin bu “gerçekleşecek” felaketten
haberdar olduklarına neredeyse eminim. 2004 yılında bir Pentagon İklim raporu İngiliz
The Obsorver Gazetesinde yayımlandığında hiç şüphem kalmamıştı. Elbette o haber
“özellikle” sızdırıldı.Ancak, hiç kimse çöküşe doğru gidildiğini inkar edemez.
ABD’nin Orta Doğu’da ve Orta Asya’da sığınaklar inşaa ettirdiği haberleri,
Kanada yakınlarında 2 milyon kişilik büyük bir sığınağın yapıldığı haberleri
elbette “Acaba ABD birşeye mi hazırlanıyor?” sorusunu akla getiriyor.
Olabilecekleri imparatorluğun sahipleri biliyor.
Bize bunu kabul edip beklemek düşmüyor bence. Eğer bunların olabileceğini
biliyorsak eğer buna karşı mücadele etmeli.çöküş sonrası hayatta kalabilecek
şekilde kendimizi şimdiden hazırlamalıyız. Evet biraz da öyle şimdiki ekolojik
mücadeleler, çevreci hareket bu çöküşü engelleyemecek. Çünkü zaten geri dönüşü
olmayan bir noktaya geldik. Uygarlığın çöpünde ve pisliğinde zaten boğuluyorduk.
Kutup ayıları ve su aygırlarıda nesli tükenen hayvanlar listesine alındı
biliyorsunuz. Bence çöküşün şartlarını hızlandırmalı ve uygarlığı yoketmenin
yolunu bulmalıyız.
Elfun : “Ekolojik mücadeleler, çevreci hareket bu çöküşü engelleyemeyecek.”
Bunu biraz açabilir misin?
Kemal : Robert Duncan’ın “Energy, Population and Industrial
Civilazation” adlı metninde 2008 gibi enerji kaynaklarının tükenişinin doruk
noktasına ulaşacağını (yani çöküşün start alışı) buna bağlı olarakta 2030-2040
yılları sonra dünya nüfusunun 1 milyar düzeyine düşeceğini öngörüyor. Yani 5
milyar insanın yokolduğu bir dünya… Yine Yabanıl sitesinde yayımlanan Tez #16:
Teknoloji çöküşü durduramaz (Jason Godesky) metninde teknolojik ilerleme ile
uygarlığın yarattığı çöküş arasında bir paralellik kurduktan sonra, insanlığın
çöküşü durdurmak için yine teknolojiye sarılacağı ve bu kısır döngü içinde boğulacağı
anlatılıyor. Tıpkı Blair’in Kyoto ile ilgili yaptığı açıklamalarda olduğu gibi.
“Evet enerji sıkıntısı artık geri dönülemez bir noktaya gelmiştir. Bir iklim
politikası yaratmak zorundayız. Ancak enerji açığını kapatmak için Nükleer
Santrallere ihtiyacımız var.”
Jason Godesky metninde “…Sistemik problemlere hiçbir teknik çözüm mümkün
değildir; yalnızca sistemi değiştirerek çözülebilirler..” diyor. Çevreci
mücadele de sistemi değiştirmekten çok işleyişini düzenlemek işlevini üstlenmiş
durumda. Bu reformist hareketler uygarlığın ve kapitalizmin aslında ömrünün
daha da uzun olması için çabalıyorlar. Bu sebeple burjuva çevreciliğinden
hiçbir şey beklememek gerek. Aksine dünyayı şimdi değiştirebilmek için,
şimdiden çabalamak zorundayız. Daha radikal, daha etkili mücadele biçimlerini
(mesela ALF/ELF tarzı) benimsemezsek, sistemin süpablarından birine dönüşmemiz
kaçınılmazdır.
Çevreci hareketlerin iyi niyetli olduğunu düşünmek istiyorum, bu
örgütlerin içinde iyi niyetli insanlar muhakkak vardır da ama mesela hem doğa
yokolmasın hem erozyona karşı duralım diyeceksin hemde bir üniversitenin kampüs
alanı için ormanların kesilmesine sesini çıkarmayacak ve dahi yer vereceksin.
Hem enerji sorunu için uğraştığını söyleyeceksin ama ikinci başkanın nükleer
santral ihalelerine giren bir şirketin sahibi olacak?! Bu işin ana TEMAsı
buraya kadar işte. Ve dikkatimi çeken bir başka şeyde; çevreci örgütlerin
temelden değilde üst sınıflara mensup insanlar tarafından kurulduğu ve
“işletildiği”. Bu çirkin ve ikiyüzlü ilişkinin pervasızca işlemesinde halkın
sessiz kalması ya da ilgilenmeyişi de etkili sanırım.
İnsanmerkezci bakış açısı savaşlara göz yumuyorken ağaca, börtü böceğe
mi ses çıkaracaktı allasen. Sokakta kediye taş atan, köpek tekmelerken gülen
insan elbette çevreci örgütlerin burjuva derneği olduğunu görmezden gelir yada
ilgilenmez. Ama ekoloji burjuva derneklerine yada siyasi partilerine bırakılacak
kadar önemsiz bir konu değil.
Elfun : Yaşlı dünyamızda yaşanan bu kadar çok insan kaynaklı (daha doğrusu
uygarlığın sebep olduğu) felaket örneği varken. Uygarlığın gezegeni ve üzerinde
yaşayan biz sakinlerini sürüklediği felaket konusunda bu kadar çok ve detaylı
çalışma, bilgi ve özellikle örneğe sahipken. İnsanlığın(?) bu denli sessiz ve
umursamaz kalmasının (bahsettiğin şekliyle çevrecileri/ekolojistleri de buna
dahil ediyorum) nedeni sence ne olabilir peki?
Kemal : Bir çok sebebi var bunun. Uygarlığın en büyük uyuşturucu, en
büyük yatıştırıcı olduğu gerçeği, dinsel mitlerden beslenen antroposentrizm, sınırsız
insan aptallığı, sistemin köşeye sıkıştırdığı bunalttığı insanın hayatını idame
ettirmekten başka birşey düşünememesi vb.
Kazcynski’nin “Ahmaklar Gemisi” örneğini şu sıralar sıkça kullanıyorum
(Elfun kardeşime teşekkürler). Orada gemi bir buzdağına doğru ilerlerken,
üzerindeki insanlar ait oldukları siyasi görüşleri çerçevesinde bir takım
haklar peşindeydiler. BU metafor o kısa hikayede o kadar net ve yalın
işlenmiştiki bir arkadaşım, “Bunun üzerine söz söylemek başka bir aptallıktır”
demişti. Orada herşey net olacak. Yıkılması gereken bir başka yanlış anlama,
“insanın doğanın ve yaratılan herşeyin efendisi olduğu” yanılsaması. Oysa
üzerinde yaşayan ve bizi kuşatan hayat veren doğa insan yada bir başka zeki
varlık üzerinde böylesi bir tahakküm algılayışı geliştirmemiş. Foucault
hümanizmin öldüğünü ilan ederken. Nietzsche “insanca, pek insanca” derken
hümanist aporia’nın reddedilmesi gerektiğini söylüyordu. Gerçektende hümanizma
dinsel kökenleri yumuşatılmış bir “insansevicilik”ten başka birşey değildir. Ve
insanın gözü kendisinin iktidarını yüceltmekle o kadar meşguldür ki,çöküşe doğru
gidileceği düşüncesini kabul edemez. Bu tip çöküşleri ne kadar sık yaşarsa
yaşan,tarihsel belleğinde bu izleri ne kadar taşırsa taşısın insan küstahlığı
yine kendi seviciliğine yenik düşüyor. Bence sorulması gereken soru çöküşten
sonra ayakta kalanların nasıl bir yaşam kuracağı olmalı…
Elfun : Bir sonraki soruyu sen kendi kendine sordun zaten. :) Çöküşten
sonra ayakta kalanlar nasıl bir yaşam kuracaklar? Ayakta kalmaları için
bugünkünden oldukça farklı olması gerektiği kesin gibi.
Elbette tasavvur ettiğim “bizim” (anarşist) gibi insanların hayatta
kalma olasılığı-ben bu olasılığın arttırılması taraftarıyım-geride kalacak
olanlar arasında ezici çoğunluk yine sistemin egemenleri olacak. Savaşımız
çöküşten sonra ayakta kalabilmiş insanlarla birlikte yeniden tahakküm
ilişkilerinin yaratılmasını önlemek üzerine kurgulanmalı. Bunda başarılı
olabilir miyiz? Bugünki duruma bakarak pek iyi şeyler hissettiğimi söyleyemem.
Anarşistler arasında ki iktidar mücadelesi, anarşist olmayan insanlar arasında
ki iktidar mücadelesinden daha çirkin. İnsan-karşıtları insanın içinde iktidarı
taşıdığını ve insanın yok edilmesi gerektiğini söylüyorlardı.
Günümüzün uygar ve konformist insanının yeniden köklerine yani avcı-toplayıcı
kabile yaşamına dönüşünün oldukça zor ve hatta imkanszız olduğu kanısındayım.
Ama doğanın kendini yeniden varederken yarattığı mucizeleri de görmezden
gelmiyorum. Robert Duncan’ın yukarıda bahsettiğim çalışmasında 2030-2040 yıllarından
sonra dünyada 1 milyar insan yaşayacak öngörüsü de savımı destekler nitelikte.
Distopyaların çoğu (mesela Aeon Flux, Mad Max) genelde dünyanın büyük
bir yıkımın ardından kalan insanlarla nasıl bir yaşam sürdürebiliceği
üzerineydi.Ve yine bu distopyalarda genelde insan yine alan kavgası veren
egemen ve hakim olmaya çalışan olarak tasavvur ediliyor. Eğer içimizde bi yerde
mülk edinici, bencil ve iktidarcı bir gen varsa anarşinin pek bir şansı kalmıyor,
bu gen mutasyona uğratılmalı. “Hayatta kalanlar” yeniden doğayı keşfetmeli,
onunla uyum içinde yaşamalı. Ana Tanrıça kültlerinde ki gibi mülkiyetin,
ailenin ve hiyerarşinin olmadığı kabileleri kurmak zorundayız. Yoksa hiç şansımız
olmayacak.
Elfun : Peki öyleyse, sence ne yapmalı ve nasıl hazırlanmalıyız?
Kemal : Bitkileri tanıyor muyuz? Onları tanımalı ve nerelerde yetiştiğini
bilmeli, gerektiğinde tohum ıslah etmeyi öğrenmeliyiz. Artık konforlu bir evin
yok. Ayaklarını uzatıp yatabileceğin yumuşak bir yatak da yok. O halde, doğada
nasıl hayatta kalırım üzerine düşünmelisin. Mesela avlanabilir misin? Ok ve yay
kullanabilir misin? Ya da ateşli silah kullandın mı? Ateş yakmayı biliyor
musun? Zehirli mantar yemediğine emin misin? Tuzak hazırlayabilir misin? Çarpışabilir
misin? Baskın ve ayaklanma başlatacak ya da içinde yer alacak cesaretin var mı?
İktidarsız bir yaşamı hayata geçirebilecek sabıra sahip misin? Bunları
bilmeden, çöküşten sonraki yaşamda hayatta kalman pek mümkün görünmüyor dostum.
Hele de o göbekle..
Elfun : Cevaplar için teşekkürler. Son olarak eklemek istediğin bir şey
varsa, onları da alabilirim?
Kemal : Yok teşekkür ederim. Yabanıl sitesine attığın tezleri bir kitap
haline getireceğini duydum. Merakla beklediğimi söylemeliyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder